oyunlar ve çizgiler
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

oyunlar ve çizgiler

oyunlar çizgifilmler ve avatar rpg
 
AnasayfaRORTALAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki
YazarMesaj
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:27 am

Bunu düşünmedim de değil. Evet,Sokka,bunu ciddi ciddi düşündüm,yapmaya niyetlendim ama ben aslan tosbağasının yerini bilmiyordum ki... Ben onu bulmamıştım,varlığından bile haberdar değildim,o beni bulmuştu... adı saklıya bu konuda nasıl yardımcı olabilirdim? Aang başını önüne eğmiş,elleri arasında tuttuğu sarı,kurumuş bir yaprakla oynuyordu,gözleri dolu doluydu: Onu koruyamadım,başaramadım. Orada kalmasına göz yumdum. Bir dahaki gündönümüne daha aylar var. O da Yue de dayanamazlar o zamana kadar. Benim bile baş edemediğim canavarlarla Toph nasıl baş edecek? Onu bile bile ölüme terkettim. İki damla gözyaşı kuru yaprağın üzerine düştü. Sokka elini arkadaşının omzuna koydu:
-Orada,o kadar zaman yapayalnızken...(Bunu nasıl soracağını bilemediğinden sıkıntıyla etrafına bakınıyordu)...yani...Aang...beni yanlış anlama. Aang kafasını kaldırdı,gürültüyle burunu çekti: Ne demeye çalışıyorsun Sokka? Sokka vazgeçti: En azından senin kurtulmuş olmana çok ama çok sevinmiştir,Aang. O bu moralle o ruhların hepsinin canına okur,diğer gündönümüne kadar da hayde hayde dayanır,merak etme sen! Aang suratını astı: Hayır,asıl söylemek istediğini söyle. Sokka kulaklarının kızardığını hissetti: Bunu söylemeye çalışıyordum,Aang,başka birşey değil! Aang bir hışımla ayağa fırladı: Hayır,aramızda birşey geçmiş olabileceğini ima etmeye çalışıyordun! Sokka da ayağa fırladı: Aang,hayır,yanlış anladın! Aang başını Sokkaya doğru uzatmış parmağıyla kendi yüzünü işaret ediyordu: -Bak bakalım benim Zukoya benzeyen bir tarafım var mı? Yüzüme bak,utanç içinde taşıyor olduğum bir yaram var mı? Benim çaresiz durumdaki bir arkadaşıma o gözle bakabileceğime inanabiliyor musun? Sokka kanının donduğunu hissetti,Aang’i ilk defa Zukonun yarası hakkında böyle fevri konuşurken görüyordu. Avatar kıpkırmızı kesilmiş,alnındaki damarlar şişmişti,hızlı hızlı nefes alıp veriyordu,Sokka sonunda dayanamadı: Lanet olsun Aang,birşey ima etmeye çalışmıyorum! Ama söylemeye çalıştığım... Toph’un sana karşı boş olmadığını biliyordum,sana bunca zaman herhangi birşey söyledi mi? Bunu öğrenmeye çalışıyordum! -NE? -Senin için canını feda etmeye çalışmış,ayrılacağınız halde yakalanıp öldürüleceğini bile bile senden köşe bucak kaçmış,sen bunu sadece kadim dostluğunuzla açıklayabilir misin? Ben açıklayamazdım şahsen! Söyledi ama söyler söylemez de pişman oldu,Aang’in suratı dehşet bir hal almıştı:
-Sen biliyor muydun yani,diye kekeler gibi konuştu. Sokka başını sallayınca da gözlerinden yaşlar boşanmaya çalıştı: İşte bu yüzden benim aslında hiç dostum yokmuş dedim Sokka! Dost bildiklerimden biri karıma,diğeri bana göz koymuş! Yüzünü elleriyle kapatıp dakikalarca hüngür hüngür ağladı. Güneş son ışıklarını göle hediye etmiş,dağların ardından yavaş yavaş kayboluyordu. -Merak etme,Aang. Toph’u kurtaracağız,sana söz veriyorum. Üstelik bunun için gündönümünü de beklemeyeceğiz. Çünkü biz,herhangi bir ruhun ya da avatarın yardımı olmadan ruhlar dünyasına canlı olarak,yani bükme özelliğini kaybetmeden geçebilmeyi başarmış yaşayan en büyük komutanı tanıyoruz! O bize yardım edecektir! Sonraki günler çabuk geçti. Aang ve Sokka Beyaz Lotus toplantısı için Ba Sing Se’ye gittiler. (Pakku’nun ölümünden sonra meclis oy birliği ile Sokka’yı büyükbabasının yerine geçirmiş,onu Beyaz Lotusu’un en genç üyesi yapmıştı.) Ateş ulusu başkentinden ayrılmadan önce Aang,bir daha hayatta ayak basmayacağını zannettiği ateş ulusu sarayının bahçesine son bir kez girdi. Çünkü doğmamış oğlunun hatrı vardı. Mezarına çiçek bıraktı,Kataranın iki yılda her gün okşaya okşaya soldurduğu mezar taşını o da uzun uzun sevdi,öptü,gözyaşlarıyla ıslattı. Oğlundan yanında olamadığı için af diledi. Kataranın onu çok uzaktan hıçkırıklar içerisinde tıkana tıkana izlediğinin farkına bile varmadı. Iroh onlardan birkaç gün izin istedi,Zhao’nun cesedi yoldaydı,gelmek üzereydi,buraya sağsalim(bu kelimeyi kullanırken gülmeye başlamıştı) ulaştığından emin olmak istiyordu. Aang kimseyle vedalaşmadan şehirden ayrılmayı planlıyordu ama Suki,Yuka ve Sora onları geçirmeye geldilr. Son birkaç gündür Kataranın da Zukonun da çok ihmal ettiği Sora,biricik arkadaşı Yuka’ya ve annesine iyiden iyiye alışmış,Suki kocasıyla vedalaşmak üzere saraydan ayrılırken huysuzluk çıkarıp ağlamaya başlamış,Suki bu yüzden onu da yanına almak zorunda kalmıştı.
Yuka’yı çok büyümüş gören ve onu uzun uzun seven Aang,önce Sora’yı da Suki ile Sokkanın kızları sandı. Gerçekte kim olduğunu öğrenince korkulacak bir tepki vermedi. Sorayı kucağına aldı,biraz Mai’ye benzetti ama daha çok halasına benziyordu. -Oğlumla çok iyi arkadaş olabilirdiniz,diye fısıldadı kulağına. Sonra en son “arkadaşlık” üzerine sarfettiği sözler geldi aklına,gözleri yaşardı,kızın iki yanağından öptü: Herşeye rağmen umarım sen babandan hiç ayrılmazsın. Appa gecenin bir yarısı üzerinde üç yolcuyla(Momo da onlarla beraberdi) Ba Sing Se’ye doğru yola çıktı.
Katara büyük bir boşluğa düşmüş,o günden sonra neredeyse hiç toparlayamamıştı. Sora dahil kimseyi görmeye tahammülü yoktu,yanında Zukonun adını bile andırmıyordu. Yemiyor,içmiyor,uyumuyordu,biraz dalsa Aang’i avatar haline geçmiş,düğünün orta yerinde fırtınalar estirirken,önüne çıkan herkesi öldürürken görüyor,çığlık çığlığa uyanıyordu. Düğün için gelmiş olan babası şahit olduğu bu rezaletten sonra dilinde zehir zemberek sözlerle,Ursa’nın bütün engellemelerine rağmen kızının odasına dalmış ama onun yüz ifadesini,boş boş bakan gözlerini görünce onu delirmiş sanmış,korku ve üzüntü içerisinde hiçbir şey söyleyemeden yanından ayrılıp güney kutbuna geri dönmüştü. Katara yanında sadece Azula’nın durmasına ses çıkarmıyordu.

devam edecek
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:28 am

Bir de canı devamlı suya girmek istiyordu,gecenin bir yarısı Azulayı yatağından kaldırıyor,şehrin girilebilen tek plajına götürüyor,yıldızların altında,suyun içerisinde günün ilk ışıklarına dek yüzüyor,Azula da onu sahilde sessizce bekliyordu. Ateş ulusunun bu asla tam olarak iyileşemeyecek yarı deli prensesi hayatında hiç kimseye göstermediği müsamahayı bu su kabilesi köylüsü kıza gösteriyor,onun o günden beri bir dediğini iki etmiyordu. kendisini tamamen işlerine vermişti,başını kaşıyacak vakti yoktu. Zhao’nun cesedini beklemekle geçen günlerini hiç boş geçirmemiş,aylardır,hatta yıllardır bekleyen devlet işlerini bir kaç gin içinde halletmiş,sayısız rapor imzalamış,mektup okumuş,proje incelemiş,elçi kabul etmişti. İşlerin bittiği yerde kendisi bir iş yaratır olmuştu. Sarayda deli fişek gibi dolanıyor,herkese bağırıp çağırıyordu,bazen annesi bile onun hışmından nasibini alıyordu. Aslında tek isteği birşeylerle uğraşıp,olanları düşünmemekti. Aang’in geri gelmesiyle nasıl kötü,utanç verici bir duruma düştüğünü düşünmemek,nasıl da ölmüş arkadaşının dul karısından faydalanmaya çalışan pislik bir insan konumuna düştüğünü düşünmemek,Kataranın onun yüzünü günlerdir nasıl da görmek istemediğini düşünmemek... En kötüsü de Kataranın artık onu hiç sevmediğini,belki de en başından beri sevmediğini ve yakında Aang’e geri döneceğini düşünmemek... Ama bunları düşünmemek imkansızdı,gece rüyalarına giriyor,gündüz peşini bırakmıyordu. En çok da ilk gün,düğün için yapılan onca hazırlığın,bahçeye kurulan bütün o dekorların kaldırılışını penceresinden izlerken canı yanmıştı. Devamlı saatine bakmış,kendisine saat saat acı çektirmişti: İşte şimdi nikah kıyılıyor olacaktı. Şimdi düğün yemeği için herkes yerine yerleşmiş olacaktı. Şu saatte dans başlayacaktı,şu saatten sonra içki servisi...şurada şunlar şunlar oturuyor olacaktı. Ve işte tam bu saatte havai fişekler... Uzun uzun ağlamıştı.
-Bayan Suki? Suki kendisine seslenen kadına döndü,bu Avatar Aang’in öldüğü gün doğmuş olduğu için 2 yıl boyunca herkesin avatar olduğuna inanmış olduğu küçük su bükücü Goma’nın annesi Yami idi,hemen arkasında da kocası Feru duruyordu. Yami çekingen bir sesle konuşmaya başladı: Artık oğlumuzun avatar olmadığı anlaşıldığına göre bizim burada daha fazla kalmamızın bir sebebi yok,biliyoruz. Babanız bay Hakoda ile eve dönebilirdik ama... biz bir karar aldık. Ba Sing Se’ye yerleşmeye karar verdik. Ateş lorduna bu kararımızı bildirmek ve bize ... maddi açıdan yardımcı olmasını ondan rica etmek istiyoruz,ama buna cesaret edemedik. Sizden rica etsek de siz onunla konuşsanız? Suki’nin işi başından aşkındı: Lord,önümüzdeki bir iki gün içerisinde çok önemli bir kargo bekliyor,hazırlıklara daldı,sizinle de benimle de ilgilenebileceğini sanmıyorum. Sizi saraydan kovan da yok zaten,biraz daha sabredin,birkaç gün içinde bu işi halledeceğime söz veriyorum. Ama şu günlerde değil. Karı koca birbirlerine baktılar ve saygıyla Suki’ye selam verip yanından ayrıldılar. Suki arkalarından ekşimiş bir suratla baktı: Bunlar da en az oğulları kadar garip. Onlarla konuşurken tüylerimin diken diken olduğuna inanamıyorum! Gecenin bir yarısı Katara kapısının hafifçe tıklatıldığını duydu,korkuyla yerinden fırladı,koşup kapısını kilitledi. Gelenin Azula olmadığını anlamıştı,çünkü Azula asla kapısını çalmazdı. Kataranın da şu an Azula’dan başkasının yüzünü görmeye tahammülü yoktu. Yanılmamıştı,gelen Azula değildi,kapalı kapının ardından boğuk bir ses işitildi:
-Katara,beni görmek istememeni anlıyorum,dedi ,kırılmış bir sesle. Her ne kadar kendimi suçlu hissetmesem de...en azından Aang’e karşı... sanırım suçluyum. Benim yüzümden onunla aran açıldığı içi gerçekten üzgün olduğumu bilmeni isterim. (Bunları söylüyor olduğuna kendisi de inanamıyordu) Dediğim gibi,gerçek anlamda suçlu olmadığımı biliyorum. Sen de değilsin,asla! Kimse değil,belki sadece...komik gelecek belki ama...kader! Ama... Sadece... Demek istediğim bundan sonra her ne karar verecek olursan ol,ben buna saygı göstereceğim ve asla seni engellemeye kalkışmayacağım. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu,alnını kapıya dayamış,sesinden ağladığı anlaşılmasın diye insanüstü bir gayret sarfederek konuşuyordu: -Artık bir önemi var mı bilmiyorum ama... Seni seviyorum. Daima da seveceğim. İşte benim tek suçum da buydu. Sessizce çekip gitti.
Katara yatağına kapanıp sabaha dek ağladı. Sabaha karşı,Azulanın odasına girdi,uyuyan prensesi dürterek uyandırdı: Yarın gidiyorum,Ba Sing Se’ye... Kimsenin haberi olmayacak. Ve sen bana tardım edeceksin! Iroh’un Ba Sing Se’ye gitmek istememesinin tek sebebi Zhao değildi. Oğlunun ölüm yıldönümü yaklaşmıştı ve o günü,savaştan sonra kraliyet mezarlığına taşınmış olan Lu Ten’in mezarı başında geçirmek istiyordu. O gün geldiğinde(ki bu Zukonun Katarayla konuşmasının ertesi günüydü) Iroh,tütsülerini,mumlarını,oğlunun mezarı başına bırakacağı meyve ve çiçeklerini bir sepet içine doldurmuş,mezarın bulunduğu çınarın başına gitmişti ki,’nun kendisini orada beklediğini şaşkınlıkla farketti. yüzünde ciddiyet ve acı dolu bir ifade ile konuştu: Amca,konuşmamız,lazım. -Bugün olmaz ,biliyorsun... -Bugün olmalı...Çünkü bu Lu Ten ile ilgili. Iroh ona şaşkınlıkla bakarken,yüksek rütbeli bir asker koşa koşa yanlarına geldi,kaşlarını çattı: Size asla rahatsız edilmek istemediğimi söylemiştim! -Efendim,batmış! -Ne? -Bütün gemilerimiz batmış! Kargoyu getiren filo! On ikisi birden! Tamamen sulara gömülmüş! Tek bir askerimiz bile kurtulamamış! Kargoyu taşıyan asıl gemi,büyük bir patlama ile infilak etmiş. Batmış! Hepsi gitmiş! Kargo dahil! Iroh dehşet içerisinde yeğenine baktı,karşısında on yıl yaşlanmış gibi görünüyordu.
koşar adımlarla yürüyor,yüksek rütbeli asker ise bu kadar hızlı yürümekten nefes nefese kalmış,hala ona yokolan filoyla ilgili malumat veriyordu. Saldırganların kimliği belirsizdi,hemen yakınlarda bulunan ateş ulusu tarafından hala boşaltılmamış bir toprak krallığı kolonisinden ve kuzey su kabilesinden arama kurtarma ekipleri yola çıkmışlardı ama suların soğukluğu ve denizin dalgalı oluşu,havanın da kötülüğü sebebiyle kimseyi sağ bulacaklarını sanmıyorlardı. adımlarını gitgide hızlandırıyordu ki bir el,kolundan yakalayıp onu durdurdu,Iroh yeğeninin peşinden koşup gelmişti. -Sen bana birşey söyleyecektin dedi nefes nefese! onun yüzüne bakamadan: Haklıydın amca,dedi,bugün olmaz. Iroh,yeğeninin kolunu sıktı: Bugün olacak,çünkü bu Lu Ten’le ilgiliymiş,öyle değil mi? başını kaldırıp amcasının gözlerinin en içine baktı. Uzun zamandır bildiği bu gerçeği amcasına söylemekte daima tereddüt etmiş, “asıl babası” kabul ettiği bu ihtiyarı üzecek olmanın düşüncesi yıllardır en büyük kabuslarından biri olmuştu. Ama şimdi,kendisi de baba olan bir erekek olarak,biliyordu ki bir babanın herşeye rağmen en çok gerçeklere ihtiyacı vardı. Bir bakışı ile askeri yanlarından savdı,boğazını temizledi ve gözlerini Iroh’unkilerden hiç ayırmadan tane tane anlatmaya koyuldu: -Oğlunun ömlümü ile ilgili gerçekleri öğrendim amca Iroh’un yüzü bozuldu ama yeğenini bölmedi. -Herşey bir plan dahilinde gerçekleşmiş,ona bir çeşit suikast,daha doğrusu tuzak hazırlanmış. Lu Ten’in emrinde bulunan tabur,öncesinden bu plana dahilmiş. O operasyon sırasında binbaşılarını bilerek yalnız bırakmışlar. Toprak krallığı üssüne yapılacak o gizli operasyondan zaten toprak bükücü askerlerin haberi varmış. Lu Ten’in ne zaman nerede olacağını,hangi mevkide duracağını,nerede saklanacağını biliyorlarmış. Ona tuzak kurmuşlar ve çatışmada ağır yaralamışlar.
Asıl amaç öldürmekmiş elbette,yaralanması ama yine de kurtulması hesapta yokmuş. Taburundaki askerleri bunu haber alınca derhal karargaha geri dönmüşler, binbaşılarının kaybolduğunu,onu aradıklarını ama bulamadıklarını,bu yüzden aceleyle yardım çağırmak için geri döndülerini söylemişler,halbuki onu bile bile orada yalnız bırakmışlar. Lu Ten abim,karargaha kendi imkanlarıyla geri döndüğünde zaten çok kan kaybetmişmiş, doktorlar onu kurtarmayı başaramamışlar. Şüphelendim,araştırdım, o sırada karargahta çalışıp da Lu Ten abim can verirken onunla ilgilenmiş olanların arasındaki doktorlardan da birşey çıkar mı diye? İçlerinden birisi ilgimi çekti,şüpheli bir biçimde emekliye ayrılalı yıllar olmuş,Köz Adasında yaşıyormuş,alıp sorgulattım. Tahminlerim doğru çıktı,adam hazırlıklıymış,Lu Ten abime tedavisi sırasında öldürücü etkisi olacak biçimde yüksek dozda ilaç vermeyi planlıyormuş ama buna gerek kalmadan,abim vefat etmiş. Iroh gözlerini iri iri açmış ona bakıyordu,farkında olmadan yeğeninin kolunu o kadar çok sıkmıştı ki ’nun canı acımıştı. Tek bir soru sordu: Kim? Ateş lordu,o ana kadar anlattıkları içerisinde tek eksik kalan parçayı bi çırpıda söyledi: Zhao! Iroh,Zukonun kolunu bıraktı,elleri iki yanına düştü. Gözlerinden iri iri yaşlar,yanaklarınıa süzülüyordu, ellerini amcasının omuzlarına koydu: -Lu Ten’e operasyon için tahsis edilmiş ve elit askerlerden seçildiği söylenmiş olan,onu yalnız bırakan o tabur,daha önce Zhao’nun emrinde çalışan askerlerden oluşuyormuş,doktor da yıllarca Zhao’nun özel doktorluğunu yapmış,onun emriyle Lu ten’in ölümünden sonraki bir yıl içerisinde apar topar emekli edilmiş. Toprak krallığı üssüne de yine bizzat Zhao haber vermiş. Iroh başını kaldırdı,Zukonun gözlerinin içine,o gözlerdeki kendi yansımasına bakıyordu: Bana tek bir şey söyle! Babanın bu işte parmağı var mıymış?

devam edecek
_________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:28 am

gözlerini kaçırdı,başını eğdi: Yokmuş ama bu ölümün senin emrin üzerine araştırılması sırasında olayı çözmüş ve araştırmayı bir emirle derhal durdurmuş,o zamana kadar bulunanları da hasır altı ettirmiş. Biliyorsun,o sırada ateş lordu ilan edilmişti,Zhao da orduda yüksek bir mevkide idi. -Bunları nereden öğrendin? -Babam anlattı. (Iroh kötü birşey söylememek için kendisini sıkmış,sakinleşebilmek umuduyla derin bir nefes almıştı). Herşeyi anlattı,Zhao ile annemin nişanını,bunun bozulması için senin Zhao’yu nası sürdüğünü ve yıllarca başkente sokmadığını,istikbaline engel olduğunu... Babamın sanırım,ordu içerisinde sana ve Lu Ten abime karşı yine Zhao tarafından oluşturulan antipatiden de haberi varmış,özellikle Ba Sing Se kuşatmasını uzattığın için. Herşeyi biliyormuş ama yıllarca gizlemiş. Bunu biraz da Zhao’ya bir komutan olarak ihtiyacı olduğundan dolayı yapmış. -Peki sen benden bunu ne kadar gizledin,? Diye sesinde bariz bir nefretle sordu Iroh, çok sevdiği amcasından haksız yere azar işitmekte olan küçük bir çocuk gibi çaresizdi: Ben de iki yıl kadar önce öğrendim,sana söyleyemedim,çünkü... Iroh hiçbir şey söylemeden geldiği yere,mezarlığa doğru yürümeye başladı, peşinden koştu: Amca dur,nereye gidiyorsun? Beni dinle... Ben... -Sen,diye bağırdı Iroh,Zukonun daha önce hiç duymamış olduğu bir ses tonuyla,bu gerçekleri benden saklayarak bana ihanet ettin! Babanın bu işte parmağı olduğunu sen de biliyorsun,Lu Ten’in ölümü tabii ki onun işine yarayacaktı,veliaht adayının tek veliaht adayı ölünce onun önü açılacaktı... -Amca,yemin ederim,plana babam dahil değilmiş diyorum. -Bana ne cüretle o haini savunursun! (,taş kesilmiş bir halde amcasının karşısında duruyordu,gerçekten,niçin babasını savunuyordu?). Bunları benden gizleyerek sen de babanla suç ortaklığı etmiş olmuyor musun? (Iroh ağlıyordu ama ağladığı halde sesi son derece sert ve kızgındı). Seni oğlumun yerine koymuştun. Beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattın ... Babandan beklerdim ama senden... Asla!
Bunları söyledikten sonra Zukoyu sanki dayak yemiş gibi bitkin,kırılmış,onuru zedelenmiş bir halde bırakıp,arkasına bakmadan çekip gitti.
-Bana anlatmaya çalıştığın buydu,değil mi oğlum? Ama anlatamadığın? Senin yasını tutmak yerine... Kendimi acıya teslim etmek yerine... Gidip senin ve benim hakkımız olan taht için savaşmalıydım,değil mi? Bense senin peşinden gelmeye çalışarak bütün bir ülkeyi felakete sürükledim. Kendi babamın ölümüne engel olabilirdim... Ve de ailemin dağılmasına... Bu savaşı yıllar önce ben bitirebilirdim... Ama ben mücadele etmek yerine arkandan ağlamayı seçtim. Beni affet oğlum. Ama çok yakında... Bu kez bu savaşı bizzat bitireceğime... Ve intikamını alacağıma söz veriyorum. (Yüzüne umut dlou bir gülümseme yayıldı). Çok yakında tekrar görüşeceğimize ve bir daha hiç ayrılmayacağımıza söz veriyorum. Omuzlarında,birkaç dakika öncesine kadar Zukonun ellerini koyduğu omuzlarında bu kez oğlunun ellerini hissediyordu. Sessiz sessiz ağladı.
Filo için yapılacak birşey yoktu. Haberler ardı ardına gelmiş,arama kurtarma ekiplerinin buzlu su üzerinde donmuş ceset toplamaktan başka birşey yapamadıkları,tek bir canlıya rastlanmadığı,gemi enkazları arasında da kargonun bulunamadığı,zaten o patlamadan tek parça halinde kurtulmuş olmasının imkansız olduğu ateş lorduna bildirilmişti. Zukonun başı çatlayacak derecede ağrıyordu,bir askerin gelip Iroh’un kimseye haber vermeden saraydan ayrılıp Ba Sing Se’ye doğru yola çıktığını söylemesi,baş ağrısının üzerine tuz biber oldu,o akşam yemeğine dokunmadan,Sora’yı da yanına alarak her zamankinden daha erken odasına çekildi. Gece lordun yatak odasının kapısı sessizce açıldı,içeriye lacivert pelerini içerisinde bir gölge süzüldü. Karanlıkta pelerini kadar lacivert görünen iri gözlerinden iri iri gözyaşları yanaklarını ıslatırken Katara,yatağa yaklaşıp,Sora’nın her zaman uyurken yumruk yapıp sıktığı minicik ellerini öptü,elinin tersiyle de yavaşça derin uykudaki Zukonun yanağını okşadı,geldiği gibi sessiz,odadan çıktı. Azula koyu bordo rengi pelerini içerisinde,onu,kendi odasında bekliyordu. Kataranın biletleri,pasaportu hazırdı,Ba Sing Se’ye aktarmalı gidecek,önce bir gemiye ardından trene binecekti. Gemisi iki saat içinde başkent limanından kalkacaktı. Koridora çıktılar,eski lordlardan Sozin’in babası olan adaleti ile meşhur lord Paro’nun tablosunun hemen sağında,duvara monte edilmiş feneri sağa itti Azula,ortaya çıkan ve ilk bakışta fenerden dolayı görülmeyen boşluğun içine ateş büktü,gizli bir kapı açılıverdi. Burası ateş lordu Azulon tarafından toprak bükücülere saray içinde açtırılan sayısız gizli geçitten birinin girişi idi,daha sonra Azula da Dailee onun emrinde iken bu tünellere yenilerini eklemişti, bunların çoğundan habersizdi ama Azula da babası da hatta Iroh bile bu tünelleri avuçlarının içi gibi bilirlerdi. Saraydan gizlice dışarı çıkmanın en iyi yolu buydu.
Tünelde 3 metrede bir yine duvara monte edilmiş meşalelerden vardı ama Azula onlarla yteker teker uğraşmak yerine,birini yerinden çıkarıp yaktı,sessizce tünellerde ilerlediler ve sonunda saray bahçesinin dış duvarının dibindeki gizli çıkıştan kendilerini dışarıya attılar. Katara burada ayrılmak istedi ama Azula limana gelmekte ısrar etti. Limana gelip gemiyi beklemek üzere buldukları boş banklardan birine yanyana oturuncaya dek de bir daha konuşmadılar. -Sora’ya iyi bak,dedi Katara,gözlerini karanlıklara dikmiş bir halde -Merak etme,diye güldü Azula. Ben varken yeğenime kimse birşey yapamaz. -Zukoya da... iyi bak,dedi bu kez sesini alçaltarak. -Abime söylemeyip de,Aang’e söyleyeceğin şey nedir Katara,diye sordu Azula,kaşlarını çattı: Ya da asıl soru şu. Bu söyleyeceklerini Aang’e değil de abime söylemek istemediğinden gerçekten emin misin? Katara cevap vermek yerine başını eğdi,az sonra bir görevli gelip yolcuların gemiye binmeleri gerektiğini,geminin on dakia içerisinde kalkacağını duyurdu. İkisi de ayağa kalktılar. -Herşey için teşekkür ederim,dedi Katara,başı önde,gemiye doğru bir kaç adım attı,sonra dayanamadı,döndü,sımsıkı Azula’ya sarıldı. Ağlıyordu. Azula onun sırtını sıvazladı, o da ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. -Git,hadi köylü kızı... Ama gerçekte kime ne söylemek istediğini söylemeden önce iyice bir düşün olur mu? Katara bir daha arkasına bakmadan koşa koşa gemisine bindi. Yolcu gemisi uzaklaşıp da ufukta kayboluncaya dek Azula limandan ayrılmadı,annesinden sonra gerçekten sevdiği belki de yegane kadının bir daha dönmemek üzere gittiğine gemi gözden kaybolduktan sonra bile hala inanamıyordu. Hava pusluydu,az sonra sağanak bir yağmur başladı.
Durmaksızın iri taneler halinde yağan yağmur altında,sarayın bahçesinde onu bekliyordu. -Nerden geliyorsun? Azula birşey söylemeden yanından geçip gitmek istedi, onu kolundan sert bir biçimde tutup durdurdu,yüzü allak bullaktı,dakikalardır yağmur altında beklediği belliydi,sırılsıklam olmuştu: Katara nerede? -Gitti,dedi Azula hissiz bir sesle. Zukonun yüzü daha da korkunç bir hal aldı: Buna nasıl izin verirsin? Ne cüretle... Azula sert bir hareketle kolunu Zukonun elinden çekti: Onu burada zorla tutabileceğini mi sanıyordun? Tahmin ettiğimden daha da aptalmışsın zuzu! Zukonun gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı: Anlamıyorsun,seviyordum! Azula en acımasız ses tonuyla söylendi: Ya anlamayan sensen,zuzu? Ya o seni sevmiyorsa? aciz bir halde dizlerinin üzerine çöktü,üstü başı çamur olmuştu: -Beni öldürüyorsun,Azula! Azula daha önce abisine hiç bu kadar acımamıştı,omuzlarından tutup çamurun içinden kalkmasına yardım etti: Evet,abicim,daha önce seni öldürmeyi-hem de birkaç kez-gerçekten istedim. Ama şimdi...şu sıralar değil. Hadi kalk ve gerçek bir lord gibi davran! Aşk dediğinin bir bedeli olmalı,değil mi? -Küçük asker evine dönüyor,cesur asker evine dönüyor... Çatallı,ihtiyarlamış sesi boş,karanlık koridorlarda yayılırken şarkıyı söyleyen,bu şarkıyı yıllar sonra hala bu kadar net hatırlayabildiğine şaşırıyordu. Bunu ilk duyduğu gün dün gibi gözünün önünde idi,ördekli gölün başında abisi oturmuş oğluna ve yeğenine yumuşacık sesiyle bunu öğretmeye çalışırken, işitmişti ilk kez. Daha 4 yaşında olan ,peltek konuşmasıyla kelimeleri yanlış telaffuz edip,notaları da yanlış basmış,amcasını kahkahalarla güldürmüştü. Ama 10 yaşına yeni basmış olan Lu Ten pürüzsüz bir sesle ilk kez duyduğu bu güzel şarkıyı hemen doğru bir biçimde söylemişti,babası da ona bir bumerang hediye etmişti.

devam edecek
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:28 am

Üzülmesin diye de Zukoya kocaman bir çikolata kalıbı vermişti. Herşeyi kusursuz yapan....her konuda becerikli... geleceğinin,istikbalinin parlaklığından kimsenin şüphe etmediği Lu Ten.... Babası Azulon bile oğlu Iroh’tan çok, torunu Lu Ten günün birinde tahta geçecek diye ne kadar mutlu olduğunu yanında,bizzat yüzüne karşı dile getirmemiş miydi? Yine de severdi Lu Ten’i... Ölümüne gerçekten üzülmüştü. Ama bu ölüme engel olabileceği hiç aklına gelmemişti. Gerçekten de engel olabilir miydi? Yoksa bilerek mi engel olmamıştı? Hayır,hayır,o zamanlar o kadar da kötü değildi... Sahi,hangi ara ve NEDEN o kadar kötü olmuştu? -Küçük asker evine dönüyor,cesur asker evine dönüyor... Nöbetçi gardiyanlardan ikisi,bu şarkıyı duyunca korkuyla birbirlerine baktılar. Günlerdir bekledikleri işaret sonunda verilmişti. -Bu anın hiç gelmemesini umuyordum dedi uzun boylu olan daha boduruna. -Çayları unutmayalımn,yürü! Diye aceleyle koşturmaya başladı diğeri. Az sonra Ozai’nin hücresinin yanına gelmişlerdi,ellerinde birer bardak çay ile... Hücrenin önünde bekleyen iki meslektaşa gülümsediler,bunlar geçen gün göreve başlamışlardı,bu gece de ilk nöbetleriydi -Kolay gelsin,çocuklar! Nasıl gidiyor ilk geceniz? -Baksana müzik yayını da başladı,diye güldü içlerinden biri: Hep böyle midir? -Ohooo,dedi bodur olan. Daha ne numaralar var,görseniz? Şimdi hikaye anlatmaya da başlar. Sabık ateş lordunun sınırsız hapishane fantezileri! Alışırsınız,merak etmeyin. (yanındaki arkadaşına bir bakış atıp,çay bardğını uzattı). Size çay getirdik ama ilk gece şerefine! Alışkanlık haline getirmeyin! İki yeni gardiyan çaylarından mutluluk ve minnettarlıkla birer yudum aldılar ama beş dakika geçmeden,gedikli meslektaşlarının ayakları dibine yığılıp kaldılar.
-Birkaç saat uyurlar bunlar. Yardım et de ayak altından çekelim. Koridorun öbür ucundan ayak sesleri gelince korkuyla o tarafa baktılar ama gelenleri görünce rahatladılar. -Tamam mı herşey,ayarladınız mı? -Bitti,dördü de mışıl mışıl uyuyor,ne olur ne olmaz diye müştemilat odasına kilitledik,dedi karşıdan gelenlerden biri. Hücrenin kapısını açtılar. Ozai o sırada hapishane cübbesinin ceplerine birşey koymakla meşguldü: O burada! Dedi gardiyanları görünce. Hemen çıkalım,vakit çok az. Siz,kararlaştırdığımız yerlere gidin,(uzun boyluya döndü) sen de benimle geliyorsun. Kimse kalmadı öyle değil mi? -Hayır efendim,herkesi etkisiz hale getirdik. Zaten bu katta sizden başka mahkum yok,yeni garidyanlar var sadece. Diğer üçü koşa koşa aşağı indiler,Ozai ise karanlık koridorda hızlı adımlarla yürüyordu,birden durdu,duvarda bir yeri işaret etti: İşte burası. Tam şuraya ateş bükeceksin! Gardiyan dikkatlice bakınca duvarın yapıldığı taş tuğlaların arasında daha önce gözüne çarpmamış olan bir delik farketti,içine ateş büktü. Duvar homurdandı ve ağır ağır önlerinde bir kapı açıldı. -Vay beee,dedi gardiyan kendisini tutamayarak: Böyle bir kapının varlığından bile haberdar değildim! -İşte bu yüzden sen değil de ben ateş lorduydum,dedi Ozai. Acele et,buradan doğruca saraya çıkacağız! ve Azula yan yana annelerinin yatağının üzerine oturmuşlardı,onlar yüzünden kadıncağızın yatak örtüsü de çocukların üstleri başları gibi sırılsıklam olmuştu. İkisi de yüzlerinde boş birer ifadeyle hizmetçilere birşeyler ısmarlayan annelerine bakıyorlardı. Hizmetçiler çıkınca Ursa yaramazları azarlamaya başladı: -Şu halinize bakın! Sıçana dönmüşsünüz! Hangi akla hizmet yağmur altında bu kadar kalabilirsiniz? Azula garip sesler çıkararak gülmeye başladı: Haklısın anne... Bizler özel hayatlarımızda... hakkaten de .... sıçtık!
Gülmesi perde perde kahkahaya dönüşürken Zukoya da bulaştı,şimdi abisi de gülüyordu. Ursa kaşlarını çattı: Aman bir prensese ne kadar da yakışan sözler bunlar! -Öyle değil,yani...herşeyi yüzümüze gözümüze bulaştırdık anlamında... İkisinin de kahkahaları artmıştı,Ursa iyice sinirlendi: Hani demin ağlıyordunuz? -Şimdi de ağlanacak halimize gülüyoruz,ne var bunda? Dedi , annesi sert hareketlerle saçlarını kurularken. Azulanın da gözünden yaş gelmişti: -Aslında hala ağlıyoruz. Bak ne kadar becerikli çocukların var anne? İki işi bir arada yapabiliyoruz! -Hadi o sevdiği kadın gitti diye böyle,sana ne oluyor küçük hanım? -Belki benim de sevdiğim kadın gitmiştir,deyince Azula Zukonun kahkahaları ayyuka çıktı. Ursa ise çileden çıkmıştı: Ne biçim konuşuyorsun sen? Şakası bile kötü! güçlükle konuştu: Bunca zaman erkeklerden kaçmasından anlamamış mıydın anne? İki çocuğun da aynı kadına aşık olmuş işte... yalnız biri kız. Azula da karnını tuta tuta gülüyordu,sonra yavaş yavaş ikisi de sustu,şimdi sadece ağlıyor,Azula dalgın dalgın yere bakıyordu. Sonra başını kaldırıp küçükken ama çok küçükken yaptığı gibi sordu: Anne,bu gece senin yanında yatabilir miyim? da gözlerini silip: Garip gelecek ama ben de... Lütfen? Ursa gülümsedi: Neden olmasın? Gece karanlığında aralıksız yağan yağmurdan çamur deryasına dönmüş bahçede,geniş çamur birikintilerinde garip bir hareketlilik başladı. Çamurlar,kaynıyormuş gibi fokurduyordu. Az sonra bir miktar çamur yerle bağlantısını kesmeden yavaşça havaya doğru yükseldi,önce birkaç garip şekil aldı,ardından bir insan vücuduna dönüştü. Bu bir ceset askerdi,üzerinde ateş ordusu üniforması vardı. Onu başka askerler de takip etti. Mezarlık tarafından da kalabalık bir kafile geliyordu. Kendilerini gören ama karanlıkta tam olarak ne olduklarını seçemeyip “kimsiniz” diye seslenen saray muhafızlarının üzerine ateş büktüler.
Çoğu muhafız cansız yere serildi,bu ceset askerler her bakımdan,filoya saldıranlardan çok daha güçlü görünüyorlardı. Hızlı adımlarla sarayın içine girdiler. Zukoyla Azula birbirlerine sarılmış,annelerinin yatağında uykuya dalmışlardı, bebekliklerinden beri böyle bir sahne görmemiş olan Ursa mutlulukla çocuklarını izlerken koridordan gelen gürültülerle irkildi. Çığlıklar yükseliyordu. yerinden fırladı. -Neler oluyor? Derhal dışarıya çıktı,üzerine doğru gelen bir askerini gördü: -Asker neler oluyor? Asker yavaşlamamıştı,birden “Lordum,dikkat edin!” diyerek Zukonun üzerine atladı,onu yere düşürdü,arkasından bir çığlık işitildi. üzerinden askeri çektiğinde onun sırtına birşey saplanmış olduğunu gördü,bu ucu sivriltilmiş bir kemik parçasıydı. Birden üzerine ateş büküldüğünü hissetti ama ateş abisine ulaşmadan Azula mavi bir ateş topuyla saldırıyı durdurmuştu. Karşılarında acayip görünümlü iki asker vardı,kıyafetleri en az 50 yıllık olmalıydı,göz çukurlarının içine kaçmış gözlerinde korkunç birer bakış vardı,yüzleri morumsuydu,tekrar saldırmak üzereydiler ki Azula üzerlerine yıldırım büktü. Anında küle dönüştüler,boş kalan üniformaları yere yığıldı kaldı. dehşete düşmüş,hala yerde yatan çoktan ölmüş askerine bakıyordu. Sonra korkuyla ayağa fırladı: Sora! Odasında! Onu almalıyım! Azula sen annemin yanında kal,diye karanlık koridorda koşmaya başladı. Azula hala tam ters yönde gelmeye devam eden ceset askerlere doğru ateş bükmekle meşguldü. Koridorda yerde yatan çoğu ölü askerlerini ve de hizmetçisini gördükçe ’nun da kalbi hızlanıyordu,birkaç ceset asker karşısına çıktı,bir tanesi üzerine doğru zıplamıştı, onu havada yakaladı, kolundan tuttuğu gibi diğerlerinin üstüne fırlattı sonra da üzerlerine ateş topu yolladı. Hepsi de küle dönmüştü. Sora’nın odasına yaklaşırken,Sukiyi gördü,kucağında Yuka vardı:
Annemin odasına git,acele et,Azula orada! Diye bağırdı. Tam odanın önüne gelmişti ki içeriden Sora’nın dadısının çığlığını duydu,kapı ardına dek hızla açıldı,ceset askerlerden biri kucağında ağlayan Sora ile dışarıya fırladı hemen arkasındaki ise Zukonun üzerine ateş bükmeye yeltenmişti ki arkasından sallanan bir kılıçla başı gövdesinden ayrıldı,vücudu anında küle dönüşüp yere döküldü. Kılıcı sallayan Ozai’den başkası değildi. -Sen! Diye nefretle bağırdı ,bütün bunların başında sen varsın öyle değil mi? -Hayır ,seni korumaya çalışıyorum,dedi Ozai: Bunları yaptıran Zhao. Burada! Sen torunumun peşinden git,acele et,ben annenin yanında olacağım! Ozai Zukonun geldiği yöne doğru koştururken ateş lordu bir süre aptal aptal arkasından baktı,sonra Sora’yı alan askerin peşine düştü. Ursa’nın odasının bulunduğu koridor ceset askerlerden geçilmiyordu,Suki biraz uçan tekme,biraz da yumrukla zar zor Ursanın odasına girmeyi başarmıştı,Azula kapının önünde durmadan ceset kavurmakla meşguldü. -Ah,dedi Suki. Yanımda metal yelpazelerimden olacaktı ki... Kiyoşi savaşçılarının gücünü gösterecektim onlara! -Ne güzel ateşimi de körüklerdin,diye güldü Azula. Gece gece macera çıktığı için mutluydu. Birden koridorun öbür ucunda bir hareketlilik başladı,kapıya doğru birşey geliyor,gelişi havada uçuşan kolların,bacakların,kafaların yaklaşmasından belli oluyordu. Azula gelenin Ozai olduğunu dehşetle farketti,onu yıllardır görmemişti. -Git ve abine yardım et,dedi Ozai,kılıcını bir cesedin beynine doğru indirirken. Sora’yı kaçırdılar. Azula korkuyla koşmaya başladı,bu sırada Ozai içeri girmişti,onu gören Suki korkuyla yerinden fırlamıştı ama Ursa koşup kocasının boynuna sarıldı: -Merak etme,ben buradayım dedi Ozai sıcacık bir sesle,sonra Suki’ye döndü: -Siz kiyoşi savaşçısıydınız,öyle değil mi! Gidip çocuklarıma yardım edin,torunumu kaçırdılar.

1 devam daha var
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:29 am

Suki heyecanla kapıya yöneldi ama kucağında hala Yukanın olduğunu güçlükle hatırladı,dönüp oğlunu,sabık ateş lordunun kucağına verdi. Dışarıya çıkınca ne yaptığının dehşetle farkına vardı ama geri dönmedi,leydi Ursa oradaydı,Yuka’yı o korurdu. dışarıda,bahçenin küçük koruluğunda bambu ağaçlarının arasında şaşkınlıkla dolaşıyordu,askeri buraya kadar takip etmiş,burada izini kaybetmişti. Aralıksız yağan yağmurdan dolayı sırılsıklam kesilmişti,arkasından birilerinin yaklaştığını hissetti,heyecanla arkasını döndü,gelenler Azula ve Suki’ydi. -Nerde? Diye sordu Azula. çaresizce: Bilmiyorum dedi. Sonra gökyüzüne doğru nefretle haykırdı: Kızımdan ne istiyorsun,lanet olasıca,gel de beni al,onu rahat bıraaaak! Suki ıslak yapraklara basa basa birkaç adım ilerlemişti ki çalılıkların arasında birşey duydu: -Orada biri var,diye fısıldadı. ve Azula,ateş bükmeye her an hazır bir pozisyonda o tarafa doğru yürüdüler ve bir ağacın altında sessiz sessiz ağlayan Sora’yı şsşkınlıkla farkettiler. koşup kızını kucağına aldı,bir yandan öpüyor,bir yandan ağlıyordu: -Soram,birtanem,bebeğim! -Birşeyi var mı diye merakla sordu Azula, kızının kollarını bacaklarını elliyordu: -Hayır,hiçbir şeyi yok. -Madem bırakacaklardı,o zaman niye aldılar ve niye burada bıraktılar diye sordu Suki. Azula heyecanla gözlerini iri iri açtı: Bizi saraydan uzaklaştırmak için! da ayağa fırladı: Anne!
Koridorlarda aralıksız koşuyorlardı,bir ara Suki geride kaldı,gözden kayboldu,odalardan birine dalmıştı. sinirle peşinden odaya girdi: -Suki,ne yapıyorsun yürüsene! Ama odada gördükleriyle öylece kalakaldı,burası “avatar” Goma’nın annesi ve babasıyla beraber kaldıkları odaydı,yatağın içinde boş kıyafetler vardı ama biraz dikkat edince kıyafetlerin içinin külle ve kemikle dolu olduğu farkediliyordu. Bunu farkeden Suki,beşiğin yanına gitmiş,battaniyeleri alt üst ediyor,bebeği arıyordu. -Yok,diye bağırdı. herşeyi anlamıştı,dişlerinin arasından nefretle Goma diye fısıldadı ve koriora fırlayıp koşmaya başladı. Suki ve Azula da onun peşine düşmüşerdi. bir yandan koşuyor bir yandan bağıra bağıra konuşuyordu: -Aslında öyle biri hiç olmadı! Lanet olsun,aslında o bebek hiç doğmadı! Hepsi Zhao’nun bir oyunuydu. Belki de o lanetli bebek Zhao’nun ta kendisi. Onu kendi ellerimle sarayıma getirdiğime inanamıyorum.( Sonra birden bu fikrin KİME ait olduğunu hatırladı) Evet,biliyordum. Bunu benden babam istedi,o da bu işin içinde! Azula abisinin son dediğinin doğru olmamasını için için temenni ederken korkuyla ekledi:
-Ve şimdi annemizin peşinde!

17.bölümün sonu
_________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:29 am

18.Bölüm: hesaplaşma

4 gün sonra... Ba Sing Se,sabahın erken saatleri,Yasemin Ejderi Çay Salonu: -Ben yine de biraz aşırı tepki vediğini düşünüyorum,Iroh! Iroh,eşyalarını,çay salounun üstündeki küçük dairesinin küçük yatak odasına yerleştirirken “arkadaşı” Jun,yatağın üzerine oturmuş,onu izlemekteydi. Bir yıldan fazla bir zamandır süren garip bir “arkadaşlıkları” vardı. -Çocuğa biraz fazla yüklenmişsin! Iroh sonunda dayanamadı,dolabının kapağını sertçe kapatıp diğer bir bavulunu açmaya odanın bir başka köşesine yöneldi: -Çocuk dediğin,eşşek kadar adam! Ateş lordu olmuş ama... Ona onca yıl babalık etmiş amcasına karşı dürüst olmayı başaramamış. Jun ilk kez Iroh’u bu kadar sinirli görüyordu,uzun uzun esnedi,gerindi,ciddi konuları konuşurken bile kayıtsıuz,umursamaz halini muhafaza edebilen nadir insanlardandı: -Söz konusu çocuğun babası,senin de kardeşin... Ne kadar hassas bir konumda olduğunun farkında değil misin? Yukarı tükürse sakal,aşağı tükürse bıyık... (Gülümsedi)Ya da tam tersi! Cevap gelmediğini görünce devam etti: Yani şimdi hakikaten buraya mı yerleşiyorsun,bir daha saraya dönmeyecek misin? Iroh başını bavulundan kaldırdı,kırılmış bir eda ile: Sevineceğini sanmıştım,istenmediğim yerde durmam o halde... Jun şuh bir kahkaha attı: Bu işin tek güzel tarafı da bu,seni koca göbekli! Artık batının ejderi her zaman yanımda olacak. Iroh oturduğu yerden yorgun yorgun gülümsedi,yolculuk zor geçmişti ama en zoru,oğlunun ölümü ile ilgili gerçekleri sindirmeye çalışmaktı. İşin garibi kendisini Ozai’ye olduğundan daha çok ’ya karşı öfkeli ve kırgın hissetmesiydi. Yeğenini hiçbir zaman oğlundan ayırmamıştı,bu sadece Lu Ten’in ölümünden ya da Zukonun sürülüşünden sonrası ya da için değil,her zaman böyleydi. Babasının her zaman ihmal ettiği küçük prens ’yu Iroh kanatlarının altına almış,Ba Sing Se kuşatması için saraydan ayrılıncaya dek,ona resmen Iroh babalık etmişti...
ve hala kendisine karşı o uyduruk anka kral babasını savunmaya cesaret edebiliyordu! -Seninle burada çok eğleneceğiz,diye gülümsedi Jun,gülümsemesinde daima yaramaz kızlara has,haince bir eda olurdu,şimdi olduğu gibi... -Yavaş ol,bakalım,önce Beyaz Lotus toplantısı var Kapı çalındı,Jin başını içeriye uzattı: Patron,ateş ulusundan bir şahin siyah kurdele mesajı getirdi! Iroh omuz silkti: Gidiyor olduğumu sadece yaverime söylemiştim,varıp varmadığımı merak etmiş olmalılar...ya da bir özür mesajı falan olmalı. Bu çocuk asla pes etmiyor. -Amcasına çekmiş olmalı,diye güldü Jun ve mesajı alıp Jin’i aşağı,ocağın başına yolladı. Bir dakika geçmemişti ki telaşlı bir ses tonu ile: Iroh,bunu okuman lazım! Dedi: Bu....önemli! Jin aşağı indiğinde dükkan kapısının içinden heyecanla birinin girdiğini gördü,kendi kendisine ne kadar da erken damlamaya başladılar diye hayıflanırken,beriki lacivert pelerininin kapşonunu başından sıyırdı: Amcamı görmem lazım,diye söze başladı. -Ka-ka-Katara! Burada ne işin var? -Amcam nerede? Onunla konuşmam lazım? Daha afyonu patlamamış olan Jin,şaşkınlıkla yukarıya çıkan merdivenleri işaret etti. Iroh ile Jun,antreye geçmişlerdi,ikisi de mesajın şaşkınlığı içerisindeydi,Iroh kendisini koltuklardan birine atmış,Jun heyecanla bir aşağı bir yukarı dolaşıyor: -İnanamıyorum! Orasının bir kale kadar sağlam olduğunu sanıyordum! -Ölmüş...diye mesajı okuduğundan beri belki 20. kez tekrarladı Iroh,gözleri çok uzaklara dalmıştı,yüzünün rengi atmıştı. -Kim ölmüş? Merdivenlerin başında kendilerine şaşkınlıkla bakan Katara’yı dehşet içerisinde farkettiler.
-Katara,senin burada ne işin var? Sen sarayda değil miydin? Jun ona doğru koşarken Katara iyice telaşlandı: Soruma cevap verin! Kim ölmüş? (sephanın üstündeki siyah kurdeleyi farketti) Siyah kurdele mesajı mı? Saraydan mı? Kime ne olmuş? -Önemli değil... Katara... saray....bir tür....saldırıya uğramış,dedi Jun tereddüt içerisinde. Kataranın da şimdi rengi atmıştı,zaten yol yorgunuydu.başı dönmeye başladı: -Kim ölmüş? Nolursunuz söyleyin! Sora’ma mı birşey olmuş? Tanrım! mu? Yoksa Azula mı? Hangisi? Neden sususyorsuzun? mu diyorum? Iroh’un başına dikilmiş,onu omuzlarından sarsıyordu,Iroh hala aynı şok içerisinde: Ölmüş,diye tekrarladı ve gözlerinden yaşlar boşandı. Katara doğrulmuştu,bir amcasına bir Jun’a baktı,sinirli bir kahkaha attı: - ölmüş,değil mi? Dedi ve Jun onu yakalamaya fırsat bulamadan yere yığıldı. Aang uyanmak istiyor ama bir türlü göz kapaklarını kaldıramıyordu,üzerine büyük bir ağırlık çökmüş gibiydi,bütün gece saçmasapan kabuslarla boğuşmuş,ya avatar haline geçip Zukoyu öldürdüğünü görmüş,ya da Katara’nın “Ben seni hiç sevmedim ki” diyen şuh kahkahalarını duymamak için kendisini toprağın metrelerce altına gömmüştü. Ama bu Katara nedense Azula’ya benziyordu,Aang’e eskiden sık sık gördüğü Azulalı kabusları hatırlatmıştı. Ama en sinir bozucusu en sonuncusuydu,Koh tam karşısında,arkası ona dönük bir halde duruyordu. Aang,sopasını yere vurup kendinden emin,sert bir sesle: -İşte geldim,Koh! Dedi. Sende bana ait olan birşey var,onu geri almaya geldim! Koh yavaş çekim arkasını döndü: “Artık çok geç Avatar!” diye bir kahkaha atarak.
Onun yüzünü görünce Aang çığlık çığlıa uyanmış,yan odada yatan Sokka bile korkuyla elinde kılıcı onun odasına dalmıştı. -Ben seni hep sevdim Aang... Ne olursun beni bırakma... Toph’un hayal meyal yüzüne doğru eğildiğini,hafifçe dudaklarından öptüğünü hissetti,irkilerek uyandı.
-Uyan artık uykucu! Toplantıya geç kalacağız! Önce Yasemin Ejderi’ne geçip amcayı almamız lazım! Hem şu ruhlar dünyasına geçiş meselesini de konuşuruz! Sokka çoktan giyinmiş,Aang’in odasının pencerelerini açıyordu. Ba Sing Se’ye varalı üç gün olmuştu,kendilerine tahsis edilen,toprak sarayı manzaralı bir dairede kalıyorlardı. Aang gözlerini oğuşturarak doğruldu,şaşkınlıkla odanın içinde boş yere Toph’u aradı. -Sen hala kendine gelemedin,öyle değil mi? -Bataklık,dedi Aang. Rüyamda yine bataklığı gördüm,kaç gecedir üstüste hep bataklığı görüyorum. Onu gelirken öyle tamamen yanmış görünce...orası resmen bir çöle dönmüş! -Yangından sağ kurtulan bataklık bükücülerin bir kısmı buraya iltica etti,istersen sana bir görüşme ayarlayabilirim,birkaç soru sorarsın. -Birşey sormaya gerek yok. Orası ruhlar dünyası ile kuvvetli bağları olan bir yerdi. Zhao oraya da el atmış işte. Oraya ilk gidişimizde başımıza gelenleri hatılamıyor musun? Gördüğümüz o görüntüleri... Sokka pencereyi açmış,etrafa bakınıyordu,vardıklarına dair bir mesaj yollamıştı üç gün önce Suki’ye ama hala bir cevap gelmemişti,merak içindeydi: -Evet dedi dalgın bir sesle... Ben Yue’yi görmüştüm. Onu kaybettikten hemen sonraydı. Katara da annemizi görmüştü,diyecekti son anda vazgeçti,daha Aang’le o günden sonra hiç Katara’dan bahsetmemişlerdi. -Ben de Toph’u görmüştüm dedi Aang,gözleri uzaklara daldı. -Ne demişlerdi? Bataklıkta sevdiğimiz ve de kaybettiğimiz insanların hayallerini görürüz,diye ekledi Sokka. Aang kendi kendine arkadaşının duyamayacağı bir sesle söylendi: -Ya da benim durumumda çok seveceğimiz ama kendi hatalarımız yüzünden kaybedeceğimiz insanları...
Iroh’un dairesine çıkmışlardı,Jin’le karşılaştılar. -Neden ocağın başında kimse yok,diye sordu Sokka. Jin dik dik Aang’e bakıyordu,herkes gibi o da avatarı 2 yıldan fazla bir süredir öldü biliyordu,şaşkın bir ses tonu ile: Katara içeride dedi. Aang’in yüzü değişti,kaşları çatıldı,Sokka bu kez kendisine bulaşan bir şaşkınlıkla: Neden gelmiş diye sordu: Nerede şimdi? -İçeride,hafif bir baygınlık geçirdi,yatıyor. Bu kez Aang de kendisine engel olamamış,heyecanlanmıştı: Neden? Nesi var? Iroh,odalardan birinden çıktı,onlara doğru yürüdü: Ateş sarayı 4 gece önce Zhao’nun zombi ordusu tarafından saldırıya uğramış,çok sayıda kayıp varmış. Bembeyaz kesilen Sokka heyecanla bağırdı: Oğlum! Karım! Onlara da birşey olmuş mu? -Hayır,dedi Iroh,onlar gayet iyiymiş,cenazeden sonra Zukoyla beraber buraya gelecekler. da Beyaz Lotus toplantısına katılmak istiyor(Bunları söylerken Aang’e bakmıştı) Kuzey kutbundan da hiç hoş olmayan haberler gelmeye başladı ve ben Zhao’nun cesedinden değil,başka kötü haberlerden bahsediyorum! Sokka ellerini havaya kaldırıp: Bir saniye,bir saniye! Dedi: Cenaze mi? Kimin cenazesi? Iroh başını yere eğdi. Katara gözlerini açtı,rüya mı görüyordu yoksa başında bekleyen gerçekten de Aang miydi? İyice kendisine gelince yanılmadığını mutlulukla farketti,birşey söylemek için ağzını açtı ama Aang’in sert bakışlarını farkedince sustu. Aang ona değil,yatak çarşafına bakıyordu: -Onu bu kadar çok mu seviyorsun? Diye sordu sanki Koh’la konuşuyormuş gbi hissiz bir sesle: Ona birşey olduğunu sanıp, düşüp bayılacak kadar çok mu gerçekten? Katara’nın gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı:
Aang,anlamıyorsun,konuşmamız lazım lütfen... -Konuşacak birşey kalmadı,dedi Aang,ayağa kaltı: Ben daha hiçbir soru sormadan bütün cevaplarımı aldım! Katara’yı ağlar halde bırakıp dışarı çıktı. Aynı gün,öğle suları,Ateş Ulusu Sarayı Geniş saray bahçesinin,kıyıdaki askeri tersaneyi kuşbakışı gören ağaçsız tepelerden birinin üzerine,merdivenlerle çıkılan beton bir platform yapılmıştı,burası bayram ve kutlamalarda top ve havai fişek atışı için kullanılıyordu. Ateş Lordu ,üzerinden hala çıkarmadığı,beyaz cenaze merasimi kıyafetleri ile ayakta durmuş,ellerini arkasına bağlamış,tersanedeki hazırlığı izlemekteydi. Hava çiçek.... ve yanık kokuyordu. Arkasında ayak sesleri işitti,döndü,Azula giyinmiş,karşısındaydı. -Neden giyindin,diye sordu. -... Seninle konuşmak istediğim birşey var. Ağlamaktan kıpkırmızı kesilmiş gözlerinin insanı hüzünlendiren görüntüsüne rağmen Azula’nın sesi son derece kararlıydı. -Seni dinliyorum,Azula -Bana hiçbir zaman tam olarak güvenmediğini... ve bu saatten sonra da güvenemeyeceğini biliyorum. ( hiçbir şey söylemeden,gözlerinin en içine bakıyordu,yüzünde en ufak bir duygu belirtisi yoktu,belki sadece yorgunluk... Devam etti). Bunun sebebini de biliyorum,ben hiçbir zaman tam anlamıyla iyileşemeyeceğim,hep böyle yarı deli,yarı psikopat prenses olarak kalacağım. ( Sesi değişti,gözleri yaşarmıştı). Ama sana yalvarıyorum,abi... Bana izin ver! Kendime 10-15 kişilik elit bir takım kurmama izin ver... Ben,böyle burada duramam. Hiçbir şey yapmadan oturup bekleyemem.
( sesi iyice ağlamaklı olmuştu) Kokuyu duyuyor musun abi? Bu “onun” kokusu! Onu biz az önce ateşe verdik! Küllerini ellerimizle gömdük! Halbuki onu ne kadar geç bulmuştuk! Ve ne kadar da erken kaybettik! Buna katlanamıyorum! Ben 4 gece evvel gördüklerimi unutamıyorum,sindiremiyorum,ölene dek de sindiremeyeceğim! ( artık resmen ağlıyordu,Zukonun da gözleri yaşarmıştı,Azula titreyen bir sesle devam etti) Unutamam,unutamayız. Ama benden hiçbir şey yapmadan evde beklememi de isteyemezsin,buna hakkın yok! O lanet olasıca adam,benim!(sesi birden değişmiş,yarı deli yarı sert bir tona kavuşmuştu). Ne senin,ne de amcamın... İkinizin de değil,sadece benimmm! Bana,aileme yaşattıklarını ona kendi ellerimle ödeteceğim! O çok sevdiğimiz Ölü üzeine yemin ettim ben o gece! Bana izin ver! Lütfen abi! Onun senin için ne anlama geldiğini biliyorum! Ama ben... onu... (sesi tekrar değişmişti,gözyaşları aralıksız dökülüyordu) hiç belli etmedim belki ama... evet ona çok kızgındım...bana arkasını döndüğü için ama... ben onu herşeyden çok seviyordum! Bırak onun intikamını ben alayım,o...o....o herifin canına ben okuyayım,bütün bu yılların hesabını ben sorayım (sesi de yüzü de birkez daha değişti) hem de bizzat onun bana öğrettiği biçimde! Neden susuyorsun? Hiçbir şey söylemeyecek misin? Bütün sorumluluk benim üzerimde olacak! Onu dünyanın sonuna kadar bile olsa kovalayacağım! Abi! dikkatle kızkardeşini süzüyordu,Azulanın samimiyetine daha önce hiç bu kadar çok inanmamıştı,az sonra bir asker merdivenleri çıkarak yanlarına yaklaştı,lordunun önünde diz çöktü: -İstediğiniz imzalar efendim! Bütün amiral ve generaller bu atamayı memnuniyetle karşıladılar! Kendilerine de yeni görevlerinde başarılar diliyorlar.

devamı gelcek
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:29 am

Azula asker ağladığını görmesin diye arkasını dönmüştü,elleriyle yüzünü sildi,sesini düzeltmek için birkaç kez boğazını temizledi,tekrar döndü: -Sonunda ihtiyar Moru’yu emekliye mi ayırdın? Yerine kimi atadın? İki asker daha yaklaştılar,biri kucağında ipek bir pelerin taşıyordu,diğeri ise bir yastık üzerinde altın apoletler ve bir nişan. Üniforması diğerlerinden farklı biri daha gelmişti,elinde kağıt kalem vardı,bu bir askeri katipti. pelerini eline aldı,Azulaya yaklaştı,pelerini havaya savurup,kızkardeşinin üzerinden geçirdi,omuzlarına takıverdi. Azula şaşkınlıkla kalakalmıştı. -Zaten Moru vekaleten bakıyordu. Amcama çok teklif ettim ama her seferinde reddetti. (Hüzünlü bir sesle ekledi) Artık bu saaten sonra hiç kabul etmez. Ben de ihtiyarlamış ve laf aramızda biraz hamlamış amcamızın yerine daha genç,üstelik yaşına göre tecrübeli ve de stratejik zekaya sahip sevgili kızkardeşimi ordularımın başkomutanlığına atamaya karar verdim. Apoletleri alıp omuzlarına taktı,nişanı da göğsüne iliştirdi:Benden elit bir takım istiyordun,dedi. Ben sana bütün bir ordumu veriyorum! Git ve ben gelmeden önce o herifin işini bitir! Ben yetişirsem onu sana bırakmam,bilesin! Bugün hemen Suki’yle Ba Sing Se’ye gidiyorum! Beklenen gündönümü yaklaşıyor,Beyaz Lotus toplantısına katılmam lazım. Üstelik (iç geçidi) Aang’le de bir an önce yapmam gereken bir konuşma var! Donanma hazırlanıyor. Bu akşam yola çıkabilirsiniz. Kuzey su kabilesi tehlikede,biliyorsun. O gece asıl zombi ordusu oradan dünyaya geçiş yapmış ve bir öncekinden çok daha büyük bir kuşatma ile kutbun etrafını tamamen sarmış. Hem onlara yardım ulaştır(gülümsedi) hem de istediğini al. Katibe yazmaya başlaması için bir işaret çaktı: -Ben Gubaşu Hanedanının 489. hükümdarı Ateş Lordu ! Kızkardeşim Ateş Prensesi Azula’yı şu andan itibaren ordularımın ve donanmamın Başkomutanı ilan ediyorum! Eğilerek ona selam verdi. Azula da eğilerek selamına karşılık verdi,gülümsüyordu ama gözyaşları da yanaklarından durmadan süzülüyordu.
Dayanamadı,askerlerin gitmesini bekleyemeden abisinin boynuna yıllardan sonra ilk kez sıkı sıkı sarıldı. 4 gün önce,gece yarısı,Ateş Ulusu Sarayı...
Ozai şaşkınıkla kucağındaki Yuka’ya bakıyordu,Yuka da babasına çok benzeyen salak bir ifade ile iri mavi gözlerini iyice açmış sabık ateş lordunun yüzünü inceliyordu. Kapıda bir hareketlilik oldu,Ozai Yuka’yı Ursa’nın kucağına verdi. -Kapıyı kapamalıyım,gelmeye devam ediyorlar! Bütün saray işgal altındaydı ama ceset askerler en çok Ursa’nın odasının bulunduğu koridorda yoğunlaşmışlardı. Ozai’nin kaçmasına yardım eden 3 gardiyanın,hapishanenin hemen yanında olan ve hem dışarıdan saray bahçenin hem de hapishanenin güvenliğinden sorumlu olan askeri garnizona gidip işgali haber vermeleri durumu biraz daha dengelemişti, sarayın dışından derhal asker takviyesi başlamıştı ama sarayın içlerine ulaşmak hala zordu, leydi Ursa’nın odasını birkaç saray muhafızı güçlükle korumaya çalışmaktaydı,yardım buraya ulaşamamıştı. Ozai kapıya yöneldiğinde birden gürültülerin bıçak gibi kesildiğini farketti. Artık kapının önünde ceset asker falan yoktu ama kendi askerleri de yoktu,muhtemelen hepsi ölmüştü. Kapının eşiğinde,bütün o kül,kemik ve ceset dağınıklığının arasından sessizce ileleyerek gelmiş,küçücük bir gölge duruyordu. Bu bir bebekti,Ozai şaşkınlıkla farketti,en fazla 2 yaşında olmalıydı,buraya kadar nasıl gelebilmiş,o mahşerin içerisinden nasıl geçebilmişti? -Saray da bebek kaynıyormuş,diye güldü Ozai ama bu hafif sinirli bir gülüştü,birdenbire heryeri kaplamış olan sessizlik onu iyice şüphelendirmişti,gözlerini bebekten ayırmıyordu. Ursa bebeğe seslendi: Goma! Burada ne yapıyorsun? Annen baban nerede? Yanımıza gel bebeğim,burada güvende olacaksın!
Bakışlarını yerden ayırmayan bebek o zaman mekanik denebilecek bir hareketle başını kaldırıp Ozai’nin gözlerinin içine baktı. Bu öyle kan dondurucu bir bakıştı ki Ozai ister istemez kılıcını tekrar havaya kaldırdı. Bebek onlara doğru yürümeye başladı ama bu 2 yaşındaki bir bebeğin paytak adımları değildi,son derece dengeli ve sert adımlarla Ozai’nin tam karşısına geçti,yüzüne şeytani bir gülümseme yayıldı: -Annemle babam ne yazık ki uf oldular. Aslında... Onları bizzat ben uf yaptım. Ursa bir çığlık atıp kucağındaki Yuka’ya daha da sıkı sarıldı,Ozai gözlerini nefretle kıstı,odanın içini dolduran bu ses,katiyyen bir bebek sesi değildi,ikisinin de yıllardır duymadığı bu ses general Zhao’nun kalın,sert,kendinden emin sesinden başkası değildi! Gomanın küçük bedeni odanın tam ortasında duruyordu,Ozai kılıcını kaldırmış,Ursa’nın önüne geçmişti,Goma’dan daha doğrusu Zhao’dan bir hareket bekliyordu,Zhao bir kahkaha attı: -Yapmayın lordum! Ufacık bir bebeği nasıl denginiz olarak kabul edip ona karşı pozisyon alırsınız? Aslında en iyisi durumları eşitlemek...değil mi ama? Ve küçük beden birden karşılarında tirtir titremeye başladı,yavaş yavaş da büyüyordu! Kolları,bacakları uzuyor,derisinin altından damarları fırlayacakmış gibi belirginleşiyordu. İyice uzayıp,irileşince üzerinde zaten yer yer patlamış,yırtılmış bebek kıyafetleri tamamen parçalandı,şimdi karşılarında hala uzamakta ve büyümekte olan çıplak bir insan bedeni vardı. Ursa korkudan bayılmak üzereydi,güçlükle ayakta duruyordu,duvara zar zor yaslanabildi,elleriyle Yuka’nın gözlerini kapadı. Ozai de karşısında gördüğü şeyden dolayı kaskatı kesilmişti,bu damarlar bu şişen kaslar midesini bulandırmış,yüzünü tiksinti ve nefretle ekşitmişti. Sonunda büyüme tamamlandı,şimdi karşısında çenesine uzanan favorilerine dek herşeyi ile tam bir Zhao duruyordu,Ozai’den daha uzun boyluydu,öldüğü yaş olan 41 yaşında gösteriyordu,nefes nefeseydi,ter içinde kalmıştı ama buna rağmen durmaksızın kahkahalarla gülüyordu.
Ozai bakışlarını ondan ayırmadan,kılıcını da indirmeden yan yan yatağa doğru yürüdü,bej renkli ipek yatak çarşafını hızlı bir hareketle çekip Zhao’ya doğru fırlattı. Zhao çarşafı havada yakaladı,bir yandan beline sararken bir yandan da kahkahaları arasında konuşmaya çalışıyordu: -Çıplaklığımın kusuruna lütfen bakmayın! Ama dönüşümümü canlı olarak izlemenizi istedim. Bir kereye mahsus,çok özel bir gösteriydi. (Sesi zevkle titredi) Kraliyet ailesine özel... Ah,şu yüzünüzdeki dehşet...inanın bana bütün evreni teklif etseler yine değişmem! -Ufacık bebekten ne istedin,diye dişlerinin arasından adeta tısladı Ozai,aslında torununu kastetmişti ama Zhao işine geldiği gibi anladı. Eskiden olduğu gibi yine yaptığı “parlak” planlarından bahsetmeye fırsat arıyordu: -Aptal oğlunuz Zukonun cesedimin peşine düşeceğini biliyordum,dedi ve bir kahkaha attı: Ama o donmuş beden daha fazla işime yaramayacaktı,üstelik benim kılık değiştirip saklanmam gerekiyordu. Zukonun o bedeni bulunca sayısız tuzak kurup beni beklemeye başlayacağını da tahmin etmek zor değildi. Oysa bilirsiniz ki ben sürprizlerden hoşlanırım. (Tekrar güldü) Ben de istediğim gibi bir şekil verebileceğim,üstelik daima yakınınızda,çevrenizde olacak körpe bir beden aramaya koyuldum. Senin de dediğin gibi,Ozai,saray bebek kaynıyordu şu sıralar. Önce şu piç kurusunu düşündüm(Bakışlarıyla Ursa’nın kucağındaki Yuka’yı işaret etti,Ursa korkuyla kolları arasında Yuka’yı daha da sıktı). Ama onun tam da işime yarayacağı sırada saraydan ayrılma gibi bir ihtimali de vardı,burada kalıcı değil,misafirdi. Sonra sevgili küçük,prenses torununuz aklıma geldi(Ursa da Ozai de aynı anda korku ve nefretle irkildiler torunlarından bahsedildiğini duyunca). Ama açıkçası(bir kahkaha daha attı) onun da cinsiyeti işimi bozuyordu. Sonra avatarınızın öldüğünü sandığınız gün doğan şu çocuk aklıma geldi. Avatarınız ölmemişti ama bundan haberi olmayan rahipler hararetle o gün doğan bebekleri inceliyorlardı,ben de onlara küçük bir oyun oynadım. İstedikleri avatar
işaretlerini onlara ben verdim! Zamanı gelince bebeğin bedenine girmek için gerekli ortamı hazırladım. Aslında benim saraya sokulmak için başka planlarım vardı ama.. Ha ha ha! Sen benim ekmeğime yağ sürdün Ozai! Küçük avatar bebeğinin hayati tehlikesi bulunabileceğini aptal oğlunun kafasına sokarak beni kendi ellerinle saraya sokmuş oldun! (Ozai’nin pişmanlıkla yüzü kasıldı)Birlikte hareket ediyor olsak,inan bu kadar işime yarayamazdın! Ateş ulusuna doğru yola çıkmadan önce ecel olup,bebeğin zavallı anne ve babasını uykuda yakaladım. Ama onların ölü bedenlerine ihtiyacım vardı,içlerine girip onları kontrol ediyor olduğumdan hiçbiriniz şüphelenmediniz! Ve işte şimdi de karşınızdayım,üstelik yepyeni,dinç,sağlıklı bedenimle! (kollarını iki yana açmış,bir mankenmiş gibi bedenini göstermek için kendi etrafında dönmüştü) Bana verilen güçlerin ne harikalar yaratabildiğini görüyorsunuz,öyle değil mi? Yepyeni bir beden ama aynı görünüş! Dünyaya hükmetmeye hazır ve de nazır! Tek kişilik oyununu bitirmiş bir tiyatrocu gibi eğilip selam verdi,tekrar doğrulduğunda bakışlarında bariz bir nefret parlıyordu. -Alkış yok mu? Bu geceki seyirciler de iyi oyundan anlamıyor. Ama daha da kötüsü,benim önceki oyunumu da anlamamış olmanız! Sadece Lu Ten’le yetinebileceğimi sanıyordun,öyle değil mi Ozai? Lu Ten’i bana teslim edince ailenin geri kalanını rahat bırakacağımı sanıyordun değil mi? Sabık ateş lordu nefretten titreyen bir sesle: Ben sana yiğenimi teslim etmedim! Diye bağırdı. Zhao bir kahkaha attı. -Yaşlanıyorsunuz anka lordum,sizin benim Lu Ten’i saf dışı bırakmak için yaptığım planlardan haberiniz vardı! Ama bana engel olmadınız! -Yalan söylüyorsun! Ben Lu Ten’i başarısızlığa uğratıp sürgüne gitmesine sebep olacağına dair duyumlar almıştım! Duyduklarımın arasında suikast yoktu! -Ha ha! Sürgünün asla yeterli bir ceza olmayacağını yıllar önce oğlunu ilk sürgün ettiğinde söylediğini dün gibi hatırlıyorum,bunak anka! Onun asla bulamayacağını sandığın avatarın peşindeyken geberip gitmesini
umuyordun hatta bunun için adamların bile hazırdı ama abinin Zukoyla beraber gitmesi işleri altüst etti. Suikasti tahmin ettiğini de biliyorum,bilerek engel olmadın,çünkü abinin tek oğlu ölünce taht hakkı otomatikman sana geçecekti. Sen sadece babanın senin şu an olduğundan daha bunak ve aptal bir ihtiyar olduğunu unuttun,hepsi bu! (Tekrar güldü). Ama o işin icabına da değerli eşiniz baktı ve herşey hallodu. Sen de bir taşla iki kuş vurmuş oldun,hem tahtı aldın hem de benim hışmımdan kurtuldun! Sonra yine unutkanlığın tuttu,daha doğrusu işine öyle geldi,sarayında bana yer açtın çünkü ben senin tam aradığın adamdım,yıllardır hayalini kurduğun kuzey su kabilesinin işgalini sadece ben gerçekleştirebilirdim. Böylelikle yıllar önce kolları arasından nişanlısını çalıp götürdüğün adamı ordularının başına getirdin! Hırsın onura galip gelişi! Gerçek bir trajedi! Ursa konuşulanların vermiş olduğu bir dehşetle kekeler gibi sordu: -Bü-bü-bütün bunlar doğru mu Ozai? Ozai başını eğmişti,dişlerini sıkıyordu,sonunda bakışlarını kaldırıp Zhao’nun gözlerinin en içine baktı: Evet doğruydu,fakat hepsi geçmişte kaldı... Hepsi! Zhao sinir bozucu bir kahkaha daha attı: -Geçmiş asla ölmüş değildir,dedi,geçmiş geçmiş BİLE değildir! İşte ben karşınızdayım,ne ölmüş ne de geçmiş! Ve sen karşımda o kadar aciz,çaresiz,güçsüzsün ki anka kral! Ha,ha,ateş bile bükemiyorsun! Bücür avatarınız seni öldürmüş olsaydı ble bundan daha büyük kötülük yapamazdı! Ama hala karşımda durmaya cesaret edebiliyorsun,takdire şayan doğrusu! Karşımda ne kadar dayanabileceğini,kendini ne kadar koruyabileceğini sanıyorsun acaba? Merak ediyorum. Ozai tam karşısındaydı,kılıcını,ince parlak bir çizgi halinde yüzünü ortadan ikiye ayıracak şekilde tutmuştu,gözleri birer nefret kıvılcımıyla tutuştu: -Beni hafife alma,Zhao. Bir babanın ailesini korumak istediğinde neler yapabileceğini asla tahmin edemezsin!

devam edecek
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:30 am

Zhao tekrar bir kahkaha attı: -Ha ha! Geç gelen aile saadeti! Kıymetlerini çok geç anlamışa benziyorsun! Ya da...dur bakalım? Yoksa bu da senin planının bir parçası mı? Belki bunlar ateş lordunun kulağına gider de müebbet hapsini 20 yıla çevirir,zaten 6 yılını yattın,iyi halden de düşünce,bir iki yıla kadar çıkarsın,ha? Devam et,parlak laflarınla güzel leydimiz Ursanın gözünü boya,haydi! O da senin ne kadar kahramanca dövüştüğünü oğluna anlatsın! Küçük hesapların adamı olmuşsun bakıyorum! Ama ben...hiçbir zaman bu kadar azıyla yetinmedim(Gülmeyi bıraktı,yüzü ciddileşti). Her zaman gözümü en büyüğüne,en yükseğine diktim! Benim çok başka planlarım vardı,kuzeyin işgalinde başarılı olabilseydim... sıra tahta gelecekti! Gözümü ateş tahtına dikecek kadar karartmıştım. Sana anlatmadığım,adı saklıyla ilgili başka gerçekler de vardı...sadece kendime sakladığım. Avatar yoluma çıkmasaydı,Sozin kuyrulu yıldızını adı saklıyı hapsolduğu yerden çıkarmak için kullanacaktım,böyle 6 yıl beklemek zorunda kalmayacaktım! Sen dünyadan sonra evreni ele geçirme hayalleri ile avatarı o gün yok ettiğinde ben de seni yoketmek için bekliyor olacaktım! Ama planlarım bozuldu. Biliyor musun,iyi de oldu! Sen benim için bile dişli bir lorddun,oysa senin şu sümsük oğlun! Aşk meşk işleriyle o kadar çok vakit kaybetti ki ben bu arada hazırlanmaya bol bol zaman ve fırsat bulabildim! Önce zavallı eşini ortadan kaldırmak gerekiyordu... Ha ha! Onu yavaş yavaş bitiren hastalığının daima doğuştan gelen birşey olduğunu sandı ama çok güvendiği doktorlarından birinin onu yıllardır gizli gizli zehirlemekte olduğunun hiçbir zaman farkında olmadı... Doktorlarla aram hep iyi olmuştur doğrusu!(Bunları duyunca Ursa’nın gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı,Ozai de dişlerinin arasından bir küfür savurdu). Avatarın taze dul karısına oğlunun abayı yakması ise benim için bile sürpriz oldu. Onu yolumdan çekmek tahmin ettiğimden de kolay oldu. Ama işte...Sürprizleri severim demiştim ya...bu kez de karşıma sen çıktın. Ama biliyor musun? Bu bence çok daha iyi oldu!
Yüzündeki gülümseme iyice yayıldı gözlerini Ursa’ya dikti: -Lu Ten’le yetinmeyeceğimi biliyordun! Bu yüzden Ursa’yı benden hep kaçırdın! Başka bir isim altında,adi suçtan yatan bir kadın gibi gösterdin yıllarca! Yeri geldi,başka yerlere naklettin. İnsafa gelip saldığında bile gözünü ayırmadın ondan! Ne kadar garip! Sen,kendi çocuklarının hayatını mahvetmiş,yiğenini bile bile ölüme yollamış,ailesini gözünü kırpmadan hırsları uğruna dağıtmış ateş lordu Ozai! Hayatta sadece karından vazgeçmedin! Onu gerçekten sevdiğin için mi? Yoksa bana geri kaptırmak istemediğin için mi? Uzun bir süre beni de gözünün önünden ayırmadığından dolayı insan merak ediyor doğrusu... Ama onu hakkı olan idam cezasından kurtarıp sadece sürgüne yolladığına göre... Garip ama gerçek! Sevmişsin! Oysa benim de onca yıl istediğim sadece Ursa’dan intikamımı almaktı. Ben de senin gibi yıllarca onu gittiği her yerde takip ettim,aldığı her nefesi izledim. Ama ben doğru zamanı bekledim. İşte,doğru zaman! Dünyayı ele geçirmeden önce,önüme en büyük engel olan kraliyet ailesini uykusunda gafil avlayıp ortadan kaldırmak ve daha gündönümü gelmeden gelmiş olan zaferimi yılların ötesinden gelen bir intikamla taçlandırmak! Avatar? Ha,ha! O artık senin şu aptal oğlundan bile aciz durumda! Benim ve efendimin yoluna artık bu saatten sonra kimse çıkamayacak! Sözlerini bitirmişti,sustu,bu kez Ozai bir kahkahayı menedemedi: -Efendin,ha? Hala birilerinin kuklası olmakta ısrar ediyorsun,demek! Asla kendi ayakların üzerinde duramayacaksın,değil mi? Zhao da güldü: Kukla mı? Kimin kukla olup,gösteri yapacağını şimdi göreceğiz! Ateş dansından başlayalım mı ne dersin? Böyle diyerek açtığı ellerinin arasında büyük bir ateş topu oluşturdu ve büyük bir hızla Ozai’ye fırlattı. Fakat Ozai,ateş topunun geleceğini Zhao’nun ellerinin hareketinden anlamış,hemen sağındaki dolabı tam zamanında önüne devirmişti,ateş topu dolaba çarptı,dolap yanmaya başladı. Zhao bir kahkaha atıp tekrar tekrar ateş topu göndermeye başladı,Ozai
dolabın arkasına saklanmıştı ama alevlerin Ursa’ya da geldiğini görünce yerinden fırladı,kılıcını hızla Zhao’ya savurdu,Zhao’nun sağ kolunda boylu boyunca bir kesik açtı ama kesikten hiç kan çıkmadığını dehşetle farketti. Zhao durmaksızın gülüyordu,kolunu sıktı,kasları boydan boya titredi ve yara aşağıdan başlayıp yukarı doğru müthiş bir hızla kapanıverdi. Hemen ardından da başka bir ateş topu Ozai’ye doğru yola çıktı. Ozai ateş toplarından güçlükle kaçıyordu ama en azından Zhao’yu odanın başka bir tarafına çekmeyi başarmıştı. Bu sırada Ursa Yuka’yı yatağın altına saklamakala meşguldü: İçeriye gir ve ben söyleyene kadar sakın çıkma! Yuka söz dinleyip yatağın altında gözden kayboldu,ayağa kalkan Ursa,yatağının hemen yanındaki komidinin üzerinde duran gümüş şamdanı aldığı gibi arkası kendisine dönük olan Zhao’nun üstüne koştu,kollarının bütün kuvveti ile ağır şamdanı Zhao’nun kafasına indirdi. Zhao arkasını döndü,hiçbir acı hissetmemiş gibiydi,yüzündeki gülümseme bozulmamıştı,Ursa’yı bileklerinden yakaladı,yüzünü yüzüne yaklaştırdı: -Merak ediyorum,leydim,onu seçtiğin için hiç pişmanlık duydun mu? Sonuçta evliliğinizin yarısı sürgünde geçti! Benimle olsaydın nasıl olurdu diye bir gün olsun düşünmedin mi? Bir ölü gibi kokan nefesi,Ursa’nın yüzünü yalayıp geçiyordu,Ursa tiksintiyle yüzünü buruşturmuştu,bırak beni diye haykırdı. Az sonra Ozai,bütün ağırlığı ile Zhao’ya hızlı bir tos vurdu,tostan nasibini alan Ursa da Zhao’dan kurtulup yere düştü,Ozai hemen önüne geçmişti. Nefes nefeseydi, giysileri,kollarının bir kısmı yanmış,saçları kavrulmuştu,yüzünden damla damla ter akıyordu. Zhao: Sıktın ama artık! dedi ve dev bir ateş topunu üzerlerine gönderdi,Ozai kılıcı elinden atıp kollarını ileriye doğru uzattı,ellerini birleştirip gelen ateşi savuşturacak bir hareket yaptı. Bunu içgüdüsel olarak yapmıştı,sonra birden işe yaramayacağı aklına geldi ama yine de pozisyonunu bozmadı ve gelen ateşin kollarını kavurduğunu
acıyla hissetti. Ama aynı zamanda işe de yaramıştı,ateşin hızını kesmiş,arkasında duran Ursa’ya ulaşmasına engel olmuştu. Zhao,yüzü acıyla kasılmış,kollarında ciddi yanıklar oluşmuş Ozai’ye dudak bükerek baktı: -Senin bücür avatarın ateş bükme gücünü tamamen elinden aldığını sanıyordum. Ama biraz kalmış gibi görünüyor,hala saldırıları savuşturabiliyorsun(Güldü). Ama bunu savuşturamazsın,dedi ve az öncekinden çok daha büyük bir ateş topunu Ozai’ye yolladı,Ozai daha kollarını kaldırıp aynı hareketi yapamadan,ateşin inanılmaz gücüyle savruldu,bir duvara çarptı,sersemledi. Ursa dehşet içerisinde kocasına bakıyordu,birden omuzlarında bir çift el hissetti,Zhao tuup bir çırpıda onu yerden kaldırdı,kolları arasına aldı: Sonunda yalnız kaldık mı leydim? Haha sorumu cevaplamadınız! -Bırak beni rezil herif! Senin karın olmaktansa Ozai’nin beni bin sürgüne daha yollamasını tercih ederim. Ursa çırpınıyor ama kendisini saran kollardan kurtulamıyordu,Zhao artık çırpınmasın diye kollarını iyice sıktı,öyle ki Ursa artık güçlükle nefes alır hale gelmişti,yüzünün rengi değişiyordu. -Peki leydim dedi,hadi bunu da cevapla,bütün bunları seni sevdiğim,kaybettiğim,bir başkasına kaptırdığım için çok üzüldüğüm ve kıskançlıkla yapmış olabileceğim de hiç aklına gelmedi mi? Diye fısıldadı. Ursa güçlükle: İmkansız,diye konuştu. Senin bir kalbin yok ki sevebilesin! Zhao güldü: Haklı olabilirsin! Ama biliyor musun,kızından gerçekten hoşlanmıştım! Askeri okulda onun özel danışmanı olduğumda ve onu o büyümüş haliyle ilk gördüğümde...sana o kadar çok benziyordu ki! Onu kendi kızım olsa nasıl yetiştirirdim diye düşündüm...ve öyle yetiştirdim! Söyle bakalım,ona bildiği herşeyi ben öğrettim, memnun kaldın mı? -Senden nefret ediyorum,dedi Ursa,gözlerinden artık yaş geliyordu,yüzü mora yakın bir renk almıştı. -Ama belki,dedi Zhao düşünceli bir sesle: Sen benimle gelmeyi kabul edersen...yani sadece bir teklif... Ama o zaman torununu sağ bırakacağıma
söz veriyorum. ve Azula için söz veremem...hayır...onlar ölmeli! Azulayı öldürürken içim acıyacak,evet.... Ama söz torununa dokunmayacağım,ne dersin? Ursanın gözlerinden durmadan yaşlar süzülüyordu,kolları,bütün bedeni bu mengene içerisinde sıkışmış olmaktan ağrıyordu,birden Zhao’nun bir kahkaha atarak yüzünü yüzüne yaklaştırdığını ve onu öpmeye çalıştığını farketti,son bir gayretle kafasını geriye doğru çekip,bütün kuvvetiyle yüzüne tükürdü. Zhao buna çok sinirlenmişti,Ursa’yı tuttuğu gibi yere fırlattı,ona doğru bir adım atmıştı ki arkasından bir ses duydu,başını çevirdi,Ozai kalkmış,ona bir yumruk savurmak istemişti,Zhao çevik bir hareketle önünden çekilince dengesini sağlayamadı,kendisini yerde buldu. Tam da kılıcının yanına düşmüştü,onu yerden aldığı gibi tekrar fırladı,Zhao’ya koştu fakat Zhao,onun kılıcını tutan bileğinden yakaladı,bileği sert bir biçimde ters çevirdi,öyle ki Ozai’nin kemiğinden ses gelmişti,bileği kırılmıştı. Ozai acıyla eline gevşetince Zhao kılıcı sol eline aldı,Ozai’ye doğru tuttu,Ozai’yi de omzundan yakaladı ve hızla kendisine,daha doğrusu kılıca doğru çekti. Ozai’nin göğsünün hemen altından giren kılıcın ucu,sırtından çıktı. -Anne! -BABA! ,Azula ve Suki aynı anda kapının eşiğinde belirmişlerdi,gördükleri karşısında donakaldılar: Yarı çıplak bir Zhao,elindeki kılıcı sapına kadar Ozai’ye saplamıştı,ikisi de ayakta duruyorlardı,başını kendilerine doğru çeviren Zhao’nun yüzü şeytani bir zevkle parlıyordu,Ozai’nin ise ağzı hafif aralık kalmış,gözleri Zhao’nun omzunun üstünden baktığı duvarda bir noktaya takılı kalmıştı. Ursa ise yerde oturmuş,ellerini göğsünün üstünde kavuşturmuş,dehşet içerisinde onlara bakıyordu. Zhao hızlı bir hareketle kılıcı çekip çıkardı,üzerindeki kanları silkelemek için havada şöyle bir savurdu,hatta birkaç damla kan uçup Ursa’nın yüzüne bulaştı. Ardından Ozai’yi bıraktı ve sabık ateş lordu hareketsiz bir biçimde yere yığıldı kaldı.
Zhao ’nun gözlerinin içine baka baka kılıcı yüzüne yaklaştırdı ve dilini kanlı çeliğin üzerinde gezdirdi. ile Azula aynı anda öne atıldılar ve ikisi birden aynı anda iki ayrı yıldırım oluşturup Zhao’nun üzerine fırlattılar. Küçük çapta bir patlama oldu,ancak alevler ve dumanlar dağıldığında Zhao orada yoktu,kaybolmuştu. Ursa son anda can havliyle yıldırımlardan etkilenmesin diye kocasının üzerine kapaklanmıştı,dumanlar dağılınca doğruldu,Ozai’nin başını kaldırıp dizine koydu,bir yandan da yardım isteyen gözlerle çocuklarına bakıyordu. şok halindeydi, kıpırdamakta tereddüt ediyordu ama Azula koşarak babasının yanına geldi,soluna diz çöktü,başını elleri arasına aldı,hüngür hüngür ağlıyordu: Baba! Beni duyabiliyor musun? Aynı anda gördüğü sahnenin dehşetinden kurtulamamış olan Suki,telaş içinde gözlerini odada gezdiriyor,Yuka’yı arıyordu,yatağın altından,örtülerin arasından koyu kumral bir kafanın hafifçe uzandığını görünce koştu,oğlunu kucağına aldı,şimdi hem Sora hem de Yuka kucağındaydı. O da tereddütlü adımlarla yerde yatan Ozai’ye doğru yaklaştı. da şimdi Azula’nın hemen yanına diz çökmüştü,annesinin çaresizce yatak çarşafının ucunu bastırdığı yaraya bakıyordu,çok derin bir yaraydı ve durmaksızın kanıyordu. Ursa yalvaran bir sesle: Doktor çağır ! Dedi. Öksürüklü,zorlukla işitilebilen bir ses duydu: -Hayır,ölmek için doktorun yardımına ihtiyacım yok! Ozai ayılmış,konuşabilmişti,Azula hıçkırıklara boğularak: Ölmeyeceksin! Diye haykırdı: Ölemezsin,bizi,beni bırakamazsın! Ozai yıllardan beri ilk defa gördüğü kızına uzun uzun baktı: Sen benim için mi ağlıyorsun Azula? Sana yaptığım onca şeyden sonra mı? -Hayır....ben...sen... bana kötü hiçbir şey yapmadın... Azula hayatında ilk defa yalan söyleyememişti,yüzü gözyaşlarıından sırılsıklam olmuştu,ellriyle ya babasının saçlarını okşuyor,ya da ağzından gelip çenesine doğru inmiş kanları siliyordu. Ozai gülümsemeye çalıştı ama başaramadı: Ben sana iyi olan hiçbir şey yapamadım. Babalık yapamadım...

devamı pek yakında avatar team sinemalarında
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:31 am

Sana da...abine de... Sustu,ağzında biriken kanları yuttu,bir elini kaldırıp cübbesinin cebine soktu: Ama bunu yapabildim,dedi: Belki de 20 yılda senin için sadece bunu yapabildim... Elinde ahşap,küçücük bir heykelcik tutyordu,bu ustalıkla oyulmuş çok sevimli bir ayıcıktı ama üzerine kan bulaşmıştı,Azula kutsal bir emanetmiş gibi iki eliyle onu aldı,aylar önce şimdi bir gemi içerisinde çok uzaklara giden bir kadının sorduğu bir soruyu ve kendisinin ona verdiği cevabı hatırladı: “-Baban sana oyuncak mı yapıyordu? -Aslında bana yapmıyordu,ahşap işçiliği hobisiydi. Tahtadan küçük küçük heykelcikler oyardı,ben de onları çalıp oynardım gizli gizli.” Hıçkırıkları iyice artmıştı artık konuşamaz oldu. Ozai bakışlarını ’ya çevirdi: -Seninle ilişkimiz...hep kötü oldu...biliyorum...beni asla...affetmeyeceğini de....biliyorum... bilmeni istediğim...sen herşeye rağmen...harika bir evlatsın...ve harika bir lord...seninle gurur duyuyorum oğlum...onurunu elinden alabileceğimi sandım...yanıldım...sen hayatım boyunca tanıdığım...en onurlu insandın....eminim harika da bir babasın...torunum...onu bana verir misin? dişlerini sıkmıştı,gözyaşları durmadan çenesine doğru süzülüyordu,kalktı,Sora’yı Suki’nin kucağından aldı,Ozai’ye doğru uzattı,Ozai kendisine şaşkın gözlerle bakan bu küçük bebeğin yanağını güçlükle kaldırdığı eli ile okşadı: Tıpkı Azula’nın bebekliğine benziyor... hayatımda gördüğüm en güzel bebek Azula sanırdım... Artık ikinci sıraya düştü...mutlu ol küçük prenses...şansın bol olsun...neyse ki gibi bir baban var. Nefesi sıklaşmıştı,Azula sımsıkı tuttuğu elinin iyice soğuduğunu dehşetle farketti,Ozai kafasını son kez çevirebildi,Ursa’ya baktı: -Hayatımda en büyük şansım...seni tanımış olmamdır... Herşey için teşekkür ederim...herşeye rağmen beni,bu günahkar adamı sevmeye devam
ettiğin için... Ursa da ağlıyordu ama çok daha güçlü duruyordu,başı dimdikti,yumuşak bir sesle: -Günahlarından arınmış olarak ölüyorsun sevgilim,dedi. -Hayır...hayır...onlar yerli yerinde duruyor...ama en azından...ailesini korumayı başarmış biri...olarak...ölüyorum...yani mutlu bir adam olarak... Artık boyun kaslarını kontrol edemiyordu,başı hafifçe çevrildi,gözleri tavana dikildi,belli belirsiz bir sesle: Küçük asker evine...dedi. Gerisini getiremedi. Artık odada sadece Azula’nun hıçkırıkları duyuluyordu.
Cenazeden ve Azula’nın ayak üstü terfisinden sonra,o gün akşamüstü Ursa yola çıkmak üzere hazırlanan iki çocuğunu da yanına çağırdı. Yas kıyafetleri üzerindeydi,yorgundu ve dört günde 40 yıl yaşlanmış gibi bir hali, vardı. Gözlerinin altı uykusuzluktan ve ağlamaktan çürümüş gibi bir renk almıştı. Ama sakindi,konuşmaya başladığında sesi de son derece sakin ve hatta...huzurlu gibiydi: -Evlatlarım! Diye başladı söze. Babanız sadece bütün bir dünyaya değil,ailemize de çok büyük kötülükler yaptı. Hepimizi teker teker,ayrı ayrı yerlerimizden yaraladı(’nun yarası içten içe hafifçe sızladı,aklına Katara geldi,sahi neden aklına Katara geldi?). Ama o gece yaptıkları ile(Ursa sustu,boğazını temizledi,gülümsedi),tabii sizi bilmem ama ben kendi adıma onu affettim. (Gözleri dolu dolu,masasının üzerinde duran aile resminin bulunduğu çerçeveye uzandı,o resim 4 gün öncesine kadar orada değil,çekmecelerden birinin gizli bir köşesinde durur,geceleri gizli gizli çıkartılır,gözyaşları içinde uzun uzun bakılırdı,artık masasının üzerinde,odanın en güzel köşesinde duruyordu.). Kendi hesabınıza onu affedip affetmemek size kalmış. Ama ben... bunu niçin saklamalı? Ona hep aşıktım. Ona o kadar aşıktım ki...yaptıları karşısında nefretim de bu yüzden aşkım kadar büyük oldu. Ama nefretim aşkımı hiçbir zaman geçemedi. (Yumuşacık bir sesle konuşuyordu,artık ağlıyordu). Bu yüzden kendime olan nefretim de çok büyük oldu! Bana,oğluma,kızıma bütün bunları yapan
adamı hala nasıl bu kadar çok sevebilirdim. (Arkası çocuklarına dönüktü,uzun kaftanının yeni ile gözyaşlarını sildirdi,onlara döndü) Ama ben buraya sizi duygularımdan bahsetmek üzere çağırmadım,hayır! Buraya sizi tam tersi,sizin duygularınızdan bahsetmek için çağırdım. (Azula ile şaşkınlıkla birbirlerine baktılar.) Yavrularım! Çok zor günler geçirdik. Kaybımız...büyük. Üstelik ikinizin de önünde son derece önemli birer görev var. Ben sizden önceliği duygularınıza değil,görevinize vermenizi rica ediyorum. Azula,bu gece yola çıkıyorsun. Zhao’ya olan nefretini(durakladı,onun adını anmak bile tiksinti vericiydi) hislerini anlıyorum. Ama önceliğin kuzey kutbundaki kardeşlerimize yardım etmek ve onları işgalden kurtarmak olmalıdır. (Azula birşey söylemeye yeltendi ama annesi onu tek bir el hareketi ile durdurdu). İntikam hisleriyle aceleci davranıp hata yapabilirsin. Düşmanın istediği de tam olarak bu! Lütfen kızım! Ona istediğini verme! O meşhur soğukkanlılığını bu sefer de koru! Sen İSTEDİĞİNİ alacaksın,sana BEN söz veriyorum. Ama herşey zamanı gelince... Sonra ’ya döndü: -Sana gelince oğlum... Sen zaten zor günler geçiriyordun. Katara...( rahatsız rahatsız kıpırdandı). Onu kızım gibi sevmiştim ve gelinim olmasını gerçekten çok arzuluyordum. Sevgili Mai’den sonra seni gerçekten mutlu edebileceğine inandığım tek kişi oydu. Ve de Sora’yı gönül rahatlığı ile teslim edebileceğim... Ama kader size çok kötü bir oyun oynadı. Hepinizi ayrı ayrı yaraladı,seni,Katara’yı... Aang’i... Ama oğlum sana yalvarıyorum,sana YALVARIYORUM ki şimdi aşk acını bir kenarıya bırak! Gururunu sustur ve Aang ile konuş! Zhao’nun ne kadar güçlü olduğuna şahit oldun! O gece bize Aang’in de güç kaybettiğini söyledi! Bu demektir ki ikiniz ayrı ayrı onun üstesinden gelemezsiniz! Ama eğer güçlerinizi birleştirirseniz... Bunu dünyanın güvenliği için,geleceği için yapmak zorundasınız! Aranızdaki meseleleri erteleyip önceliği daha önce de olduğu gibi dünyaya vermek zorundasınız. Kader bir kere sizin yerinize karar verdiElbet size de kendi adınıza karar verme sırası gelecektir. Ama geleceğinizde her ne olursa olsun...daha fazla aşk acısı ya da mutluluk...öncelikle bunun için üzerinde yaşıyor olacağımız bir dünyaya ihtiyacımız var öyle değil mi? Lütfen oğlum,git ve Aang’i ikna et. Eski takımı toparla. Bu son,büyük savaşta herkese...ama herkese ihtiyacımız olacak! Karşılarında dimdik,gerçek bir ana kraliçe gibi duruyordu,son derece kararlı bir ses tonuyla sözlerini sonlandırdı: -Gidin ve ateş ulusunu...ailenizi onurlandırın! Bunu yapacak güce sahip olduğunuzu biliyorum! (Gülümsedi) Damarınızdaki kan size yardımcı olacaktır. Az önceden beri en sevdiği oyuncağı elinden alınmış küçük bir kız çocuğu ve onun hiç dinmeyen yarası acımasızca tekrar deşilmiş küçük abisi gibi duran iki kardeş,annelerinin son sözleri ile canlandılar ve damarlarındaki kanla hayatlarında ilk defa bu kadar gurur duyarak kaderlerine doğru yola çıktılar. Azula yüz elli gemilik ateş ulusu donanmasının en büyük ve en korunaklı savaş gemisinde kaderine doğru yola çıktı, ise at ve deve kuşu karışımı mütevazi bir binek hayvanının sırtında,arkasında Suki ve Yuka ile beraber kılık değiştirmiş olarak... Eskortla gitmek istememişti,yolda Zhao’nun zombi askerlerinin saldırısına uğramaktan ya da gerkesiz bir biçimde ilgi çekmekten korkmuş,Ba Sing Se’ye ziyarete giden küçük bir aile süsü vermişti kendisine ve arkadaşının karısı ile oğluna... -Bunu söyleyeceğimi hiç düşünmezdim ama... Ozai’nin ölümüne gerçekten üzüldüm. Aang çay salonunun terasında şehrin üzerine çoktan çökmüş olan geceyi seyrediyordu. Aşağıdaki cadde her zamanki gibi cıvıl cıvıldı,Ba Sing Se’yin meşhur gece hayatı çalgı sesleri,şuh kadın kahkahaları,satıcı naraları olarak sokaklara taşıyordu. Birkaç gündür daha iyiydi,Katara’nın her gün kendisini görmek için çay salonuna gelmesine eskisi kadar ses çıkarmıyordu hatta bu sabah ona hal hatır bile sormuştu. Ama hayır,onunla malum konuda konuşmayı hala kesinlikle reddediyordu.
Balkonun demirlerinden yarı beline kadar aşağı sarkmış olan Sokka bir yandan dikkatle aşağıdan geçen insanları süzerken bir yandan da arkadaşına laf yetiştiriyordu. ile Suki’nin eli kulağındaydı,her an gelebilirlerdi: -Evet,yani..sonunda gerçekten imana gelmiş,ne dersin? Son dakika golü gibi... Fırsatı varken,gardiyanları o kadar iyi kandırmış,kaçış yolunu çoktan ayarlamışken,Zhao’ya katılabilecekken o ölmeyi seçti... İnanılmaz! -Benim anlamadığım Zhao’nun gelişini nasıl anlamış? -Bence çok öngörülüymüş,baksana...Biz ceset peşinde koşarken Zhao’nun ne kadar akıllı olduğunu,onun da bize tuzak kurabileceğini unutmuşuz. O unutmamış! -Ama gelişinin gününü,saatini nasıl bildi? -Şu parapsikolojiye pek merak sarmış son yıllarda. Hapishanenin kütüphanesinden çıkmazmış. Zhao’dan sonra o da ruhlar dünyasına,ölüm sonrası yaşama,dünyayla iletişim halinde olan ruhlara pek bir kafayı takmış. -Bu bir tesadüf mü? -Sanmam,dedi Sokka bilgiç bir ifade ile: Bence başka birşeyin peşinde idi. Mesela güçlerini geri kazanmanın... -Olabilir mi gerçekten? -Ateş bükme gücünü kaybetse bile adam hırsından bir şey kaybetmemiş... İçindeki ateşi de diyebiliriz... Okuduğu kitapların çetelesi tutulmuş kütüphanede...rutin bir işlem,bütün mahkumların tutulur. Ama isim listesi elime ulaştı,ilk zamanlar hep aslan tosbağası üzerine araştırmalar yapmış. Daha doğrusu mistik güçlere sahip olan mistik ruh hayvanlar ya da hayvan ruhlar...ne diyorsanız işte... -Peki sonra ne değişmiş olabilir? Sokka Suki’ye benzettiği ama sonra benzetmekten vazgeçtiği bir kadını beğeni ile süzerken: -Leydi Ursa geri dönmüş! Yani eski aşk depreşmiş... Pişmanlıklar su yüzüne çıkmış! Zhao’ya karşı ilk zamanlar duyduğu o kıskançlık hortlamış. Sonra kızının ilk zamanlardaki içler acısı hali de kulağına çalınmış olabilir. Adamın
kırk yılda bir ailesini düşünesi tutmuş işte! Hem bu ailenin ruhlarla eskiden beri arası iyi bilirsin... Roku...sonra Sozin’in ejderi... Ejderlerin de ruhlar dünyası ile ilgisinin olduğunu sen söylemiştin,hatırlıyor musun? Adamın ejderi vardıysa ilgisi de vardır! Sonra başlı başına amca! Hatta bile(Kendi kendine dahiyane buluşuna gülümsedi) Mavi ruhtu o da bir aralar!(Sonra Zukodan bahsetmiş olduğu için pişmanlıkla yüzünü ekşitti ama Aang umursamaz görünüyordu). İşte (konuyu toparlamaya çalışarak) anlamış işte,hissetmiş... O kadar bilgi,okunan kitap boşa gitmemiş. Aang düşünceli bir sesle: -Bana...dedi,neden yaptığı onca kötülüğe rağmen Ozai’yi öldürmediğim defalarca kez soruldu. İlk zamanlar sen bile sormuştun Sokka, hatırlıyor musun? Ben şiddetin tek çıkar yol olmadığını savunmuştum hep. Açıkçası imana gelmesini bu hep dalga geçtiğiniz iyimserliğimle ben BİLE beklemiyordum... Ama içimden bir ses,dur,dedi. Bırak yaşasın dedi! Ve bak! Eğer onu öldürseydim şu an ateş ulusu sarayında yaşayan tek bir kişi kalmayacaktı! Onun önceden ayarttığı o gardiyanlar sayesinde anında müdahele edildi ve saray olabildiğince az kayıpla kurtuldu. Düşünsene Sokka,ben Ozai’yi öldürmüş olsaydım...şu an Yuka ve Suki de hayatta olmayabilirlerdi! Sokka dehşetle irkildi: Ben hiç bu açıdan düşünmemiştim! Öyleyse ona minnettar olmalıyım! Evren beni bir kez daha şaşırttı,ne diyeyim? Kısa bir sessizlik. İçeriden yasemin çayı kokuları ve Jin’in kahkahaları geliyordu. Sokka başını bulutların arasından yüzünü göstermiş dolunaya doğru kaldırmış,eski sevgilisine gülümsüyordu. Avatar,çekingen bir ses tonu ile konuşmaya başladı: -Sokka...sence...Katara ve....O...hiç...yani bilirsin(Konuşmaktan sıkılıyormuş gibi bir hali vardı)...şey...yapmışlar mıdır? Anladın sen... Sokka yüzünü ekşitti: -Iıı,Aang... Kızkadeşimin özel hayatı ile ilgili her ayrıntıyı şükür ki bilmiyorum ve de düşünmek bile istemiyorum ama yok..yani o kadar da

devamı gelecek
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:31 am

uzun boylu değil. Aang’in kıskançlıkla kulakları kızardı: Hayır ben...öpüşmeyi kastetmiştim! -Ha! Olabilir. Sonuçta nişanlıydılar! -Katara hala benle evliylen nasıl “nişanlıydılar”,sorabilir miyim acaba? dedi Aang zehir gibi bir sesle. Sokka’nın canı sıkıldı: -Aang bu konuyu defalarca konuştuk! Evet bir klişeydi ama kanlı gömleğin bize senin öldüğünün düşündürttü. Demek ki klişelere hala inanabiliyormuşuz! Aang hiçbir şey söylemedi,balkon demirlerini sımsıkı kavramış bükebilecekmiş gibi sıkıyordu,onu rahatsız eden sadece Katara ile “O”’nun öpüşmüş olma ihtimali değilmiş gibiydi,sanki başka birşeyler daha vardı: -O kanlı gömleğin olduğu günü sana anlatmıştım. Toph’u avlamaya gelen ilk canavarın pençesi o gömleği o hale getirmişti. Aslında siz de haksız sayılmazdınız! Ölümden dönmüştüm. Tabii ki bu bir mazeret değil,ama... Sustu,kulaklarının tekrardan kızardığı terası yarım aydınlatan meşalenin ışığında bile farkedilebiliyordu. Sokka iyice meraklandı: -Bana ne söylemeye çalışıyorsun,Aang? -Keşke,dedi Aang yorgun bir tavırla... bir başkası ile öpüşebildiği için Katara’dan hesap sorabilseydim... Ama soramıyorum.. -Neden? -Çünkü ben de...Bir başkasıyla öpüştüm! Sokka susuyordu,birkaç dakikadan beri balkon demirinin üzerine koyduğu ellerine bakarak sadece susuyordu. Sonunda Aang sinirlendi: -Hiçbir şey söylemeyecek misin? dedi. -Ne söylememi istiyorsun,dedi hissiz bir ses tonuyla Sokka. Bu Aang’i daha da çileden çıkardı: -Ayıpla,suçla,hor gör,ne bileyim ben! Kız,bağır,birşey söyle,yeter ki birşey söyle! Sokka başını avatara kaldırmış,dikkatle onun yüzünü inceliyordu,Aang’in alnındaki ter damlacıkları meşalenin ışığı altında hafif hafif
parlamaktaydılar... -.... Suskunluğu yine Aang bozdu: -Nasıl olduğunu da mı sormayacaksın? Dedi bu kez kızgınlıktan çaresizliğe kayan bir tonla. “Günah çıkarmak istiyor” diye düşündü Sokka,omuz silkti: Sen bana anlatmaya çoktan karar vermişsin,neden soru sorup çenemi yorayım ki? Aang alınmıştı: Hiç yardımcı olmuyorsun,dedi,sonra bakışlarını karanlık ufuklara dikerek konuşmaya başladı: O gün gerçekten çok kötü yaralanmıştım. Gömleğimi o hale getiren bir pençenin o gömleğin içindekine neler yapmış olabileceğini tahmin edersin herhalde. Toph da bırak beni korumayı,kendisini bile savunamıyordu. Daha önce söylemiştim,o canavar garip bir şekilde varlığı ile bizim toprak bükmemize engel oluyordu,Toph tamamen işe yaramaz bir biçimde kalakalmıştı! O çaresizlik anında ben hatırlamıyorum tabii ama Yue yardımımıza yetişmiş(Yue ismini telaffuz edince Sokka’nın daha bir dikkatle kendisini dinlemeye başladığını şaşkınlıkla farketti Aang ama bir şey demeden hikayesine devam etti). Bizi güvenli bir yere götürmüş,su bükücülüğünü kullanarak yaraya müdahele etmiş,aslında o ilk müdahele benim hayatımı kurtarmış diyebiliriz. Ama onun da gitmesi gerekmiş,beni Toph’a emanet ederk ortadan kaybolmuş. O dakikadan sonra benimle Toph ilgilenmiş. Haftalarca baygın yatmışım ama Toph bana canla başla bakmış,hiç yanımdan ayrılmamış. Ben tabii bir tür bitmeyen rüya içindeydim... Hayal meyal de olsa bazı şeyleri hatırlıyorum. Ama garip bir biçimde kendimi daima bir ateş ulusun savaş gemisi içinde sanıyordum. Azula’nın beni avatar halimdeyken yaralamasının hemen sonrası...o baygın geçirdiğim haftalar. Başımda da Katara vardı. Benimle o ilgileniyordu,o şifalı ellerinin dokunuşunu yaramın üzerinde hissediyordum(Bunları söylerken uzak bir hayale gülümsüyordu,Sokkanın içi burkuldu,hala seviyor diye geçirdi içinden).
Benimle durmadan konuşuyordu,bazen neşeli bir sesle bana komik hikayeler anlatıyordu,haha,çoğu da senin başından geçen acayip maceralardı,Katara’nın senin hakkında bu kadar çok şey bildiğini bilmezdim...yani senin saçmasapan şeyler yapmana genelde engel olurdu ama bu kez onlar sanki KENDİSİNİN de başından geçmiş gibi anlatıyordu. Bazen de umutsuzluk içinde bana yalvardığını duyuyordum,beni ne kadar çok sevdiğini söylüyordu,ölmemem onu yapayalnız bırakmamam için yalvarıyordu! Öyle güzel şeyler söylüyordu ki ağlamak istiyordum,gözkapaklarımı zorluyordum açabilmek için ama açamıyordum bir türlü uyanamıyordum... Bir uyanabilsem,ona kollarımı uzatabilsem diye için için kuduruyordum! Sustu,gözlerini sildirdi,Sokka bu anın duygusallığını bozmamak için adeta nefes bile almamaya çalışıyordu. -Neden sonra,dedi Aang,benimle konuşanın Katara olmadığını anladım. İnsan rüyasında birşeyin,bir gerçeğin farkına varabilir mi,böyle aydınlanabilir mi? Ben aydınlandım! Kahkahalarından tanıdım benimle konuşanın kim olduğunu. Katara kahkaha atmazdı...hiç atmazdı ama bu başımda devamlı yumuşacık bir sesle konuşan kişi...bir erkek çocuğu gibi kahkaha atıyordu... Bazen kendisini seninle ilgili anlattığı eğlenceli hikayelere o kadar çok kaptırıyordu ki... Kahkahaları kulaklarımda çınlıyordu. İşte öyle tanıdım Toph’u. Ama onun Katara değil de Toph olmasına nedense üzülmedim. İçimde beni devamlı rahatsız eden birşey,bir his vardı. Toph’u orada o canavarla yalnız bırakmış olduğumu sanıyordum,bu da beni mahvediyordu. En başından beri sesini duyduğum,benimle ilgilenen kadının o olduğunu anlayınca,onun DA güvende olduğu anladım..mutlu oldum..rahatladım. Benimle konuşması hala çok hoşuma gidiyordu ama arada beni dehşete düşüren şeyler de söylüyordu...yani,bana olan aşkıyla ilgili şeyler. Bunların gerçekten birer rüya olmasını ya da yanlış duyuyor olmayı diliyordum. Sonra birgün bütün bu rüyalar sona erdi. Derin,deliksiz,karanlık,rüyasız bir uykuya daldım.
Bu sırada sanırım rüyalarımın bittiği aynı gün,günlerdir ateşler içinde yanan bedenimin durumu birdenbire Toph’u korkutacak bir biçimde değişmiş. Vücut ısım çok fazla düşmüş. Adeta buz kesilmişim. Nefes alıp vermem de zayıflamış. Öyle ki Toph ölüyorum sanmış. Durmadan Yue’yi yardıma çağırmış ama gelen giden olmamış. Çaresizlik içinde bir süre çırpındıktan sonra sonunda benim ölüyor olduğum “gerçeğini” kabullenmiş. Yüzüme eğilip bana ilk ve son kez bir “veda busesi” vermiş. Daha doğrusu...verdi. Toph’un bilmediği,o telaş içinde anlayamadığı şey benim ölüyor değil aslında ayılıyor olduğumdu. Gözlerimi açtığımda Toph’un bana birşeyler söylemekte olduğunu farkettim,sadece sonunu yakalayabildim söylediklerinin: -Ben seni hep sevdim Aang... Ne olursun beni bırakma diyeceğim ama... İşte gidiyorsun ve ben seni durduramıyorum... Öyleyse iyi geceler sevgilim... Merak etme...Uzun sürmez...Ben de peşinden geleceğim! Bu sözler o kadar...içten ve de...şaşkınlık vericiydi ki... İçtenliği şaşkınlığımı arttırıyordu... Fakat ben daha doğrulmaya ve ayıldığımı ona belli etmeye fırsat bulamadan o yüzüme doğru eğildi...ve beni dudaklarımdan öpüverdi. Sonra aslında ne olduğunu anladı ve o sevinç anında,ardından gelen nekahet dönemimde bir daha bunun lafı hiç açılmadı. Herşey normalmiş gibi gidiyordu ama ben onun,TOPH’UN bana karşı bu kadar ikiyüzlü davranmasına katlanamıyordum! Sonunda birgün hiç yoktan bir kavga çıkardım,konu açıldı,ona bunun gerçek bir ihanet olduğunu söyledim... Bana,benimle olan arkadaşlığına...en önemlisi de Katara ve onunla olan arkadaşlığına! Tabii ki söyleyecek bir sözü yoktu,kendisini savunacak durumda değildi,bense hıncımı alamamıştım, o sinirle onun yanından ayrıldım fakat fazla uzaklaşamadım... Yaralarım daha iyileşmemişti,birkaç saatlik yürüme bile bir kısmının açılmasına ve kanamaya başlamasına yetti. Kan kaybından bayılmışım,uyandığımda başımda yine Toph vardı,ağlıyordu. Bir daha asla bu konuyu açmayacağına,en ufak bir imada bile bulunmayacağına,eskisi gibi benim hocam ve arkadaşım olarak kalacağına dair yemin etti. (kendi kendine sinirli sinirli güldü)Aslında
konuyu açan bendim ama bunun onun için bir önemi yoktu! Tek istediği benim iyi olmamdı.... Sokka “Günah çıkarmak değil de...”diye düşündü, “daha çok onu rahatsız eden bir itiraf...Sonunda onun kendi isteği ile yaptığı birşey değil. Neden bu kadar büyüttü ki?” diye düşündü,birşey söylemeye hazırlanmıştı ki Aang’in konuşmasını bitirmediğini,devam ettiğini anlayıp sustu. -Yok! sinirle kapıdan çıktı,binek hayvanına hırsla geri bindi,Suki kucağında Yuka ile bir köşede onu bekliyordu: -Kim yok? -Aradığım kişi yok! -Kimi aradığımı söylemeyecek misin ? -Eğer bulamazsam hayır! Ba Sing Se’ye geleli bir saat kadar olmuştu, ısrarla Suki ve Yuka’yı çay salonuna bırakmak istemişti,kendisinin “yapacak işeri” vardı ama Suki onunla gideceği yere gelmekte ısrar edince dayanamamış,şehrin lüks mahallelerinden birine dört nala hayvanını sürmüş,kendisine verilen adrese gelince de Suki’ye dışarıda kalmasını tembih edip içeriye dalmıştı. 10 dakika sonra da burnundan soluyarak dışarı çıkmıştı. Suki etrafına bakındı,Sokka ve Aang’e buralarda bir daire tahsis edildiğini biliyordu,Katara’nın geldiğinden beri Sokka’yla söz konusu dairede kaldığını da biliyordu,Aang de bu yüzden Katara geldiğinden beri Iroh’un yanında kalıyordu,acaba onu mu görmek istemişti? -Katara çay salonunda olmalı,dedi. Sanırım onunla yalnız konuşmak istiyordun,öyle değil mi ? Bu ismi duyunca artık ister istemez irkiliyordu,yine öyle oldu: Hayır dedi kısaca. Bir başkası için gelmiştim. Sokkaların adresini de biliyorum,aşağıdaki sokaktalar ama şu an hepsi çay salonunda olmalı. (Katara da ait olduğu yerde işte,kocasının yanında diye geçirdi içinden)Artık binmeyecek misin,sen kocanı özlemedin herhalde?Suki dudak büktü: Kimi aradığını söylesen belki sana yardımcı olabilirim ama... -Boşver,daha sonra tekrar gelirim! Hadi,çay salonunda(yutkundu) kaderimiz bizi bekliyor! Son bir kez küçük bir bahçe içindeki villa tipi lüks eve bir göz attı,yerini,şeklini şemalini iyice bellemek istiyordu: Umarım kaçmamışsındır lanet herif! diye söylendi içinden: Daha benim elimden ecelini tadacaksın!
Aradan birkaç ay geçti,diye devam etti Aang. Sesi iyice kısılmıştı,yüzü görünmesin diye başını öne eğmişti: Ama nasıl geçtiğini sen bize sor! Arkadaşlığımız resmen felç olmuştu. Eskisi gibi konuşmak mümkün değildi. Artık sarfedilen her söz,her bakış,her işaret iki anlamlı gibiydi. Bir diğerimiz yanlış anlayacak ya da söyledğimiz bir kelimeyi bir ima sanacak diye doğru düzgün konuşamaz olmuştuk. Bu korkunç bir şeydi! Ona nispet yaprmış gibi durmamak için Katara’dan hiç bahsedemez olmuştum. O da tam tersine durmadan Katara’dan konuşuyordu,ondan aslında ne bileyim nefret ediyor olduğunu ya da hoşlanmıyor olduğunu o yüzden adını bile ağzına almak istemediğini sanmamam için herhalde. Yanlışlıkla,ne bileyim yürürken kollarımız birbirimize değse ben yıldırım yemişim gibi kaçıyordum,o da haklı olarak alınıyordu ama birşey söyleyemiyordu. Beraber dolaşıyor olmamız tam bir işkence halini almıştı,dayanamıyorduk. En mutlu olduğumuz anlar,karşımıza avcı bir ruhun çıktığı ve onunla dövüştüğümüz anlardı! İşte o zaman eskisi gibi oluyorduk! Yumuşak ayak avatar ve onun erkek fatma toprak bükme hocası! Yine böyle birgün,ben yine hafifçe yaralandım. Toph artık isyan etti. Hayatımda onu hiç böyle görmemiştim,hıçkıra hıçkıra ağlıyordu,sinirinden dev kaya parçalarını havaya kaldırıp oraya buraya fırlatıyordu! “Yeter artık!” dedi “Benim yüzümden işte bir kez daha ölüyordun! Bunun benim için ne anlama geldiğini anlamıyor musun? Sevdiğim adamın benim yüzümden her seferinde ölümle burun buruna gelmesi! Hangi gün beraber geçirdiğimiz son gün mü,hangi gece yanyana uyuduğumuz son gece mi acaba diye düşünmekten bıktım!”
-Ben gidiyorum! Dedi sonunda. Kendi başımın çaresine bakarım,bakamazsam da geberir giderim! Arkamdan ağlayan da olmaz! Ama senin dışarıda bekleyenin var! Bir karın bir çocuğun var! Benim yüzümden şimdiden kaç tane gündönümü kaçırdın! Artık sana daha fazla ayak bağı olmayacağım! Senin kurtarman gereken bir dünya var! Var git kendi yoluna! Bu macera da burada bitsin! Beni zırt pırt oraya buraya tüküren,hafif küfürbaz,toprak büken kör kız diye hatırlayın,bana yeter! Bunları söylerken sinirinden kahkahalarla gülüyordu,yürümeye başladı,arkasından yetiştim: Saçmalama,sen bana ayak bağı olmuyorsun! Nasıl böyle birşey düşünebilirsin? Buraya beraber girdik,buradan beraber çıkacağız,ben bunu bilir bunu söylerim! Dedim. Sert bir biçimde kolunu elimden kurtardı. Alay eder gibi: Bu kör kız,uğruna bütün dünyanın feda edilmesine layık değil,avatar! Kahramanlık fedakarlık gerektirir,şu zavallı arkadaşını feda ediver,bir işe yaradığı yok zaten,hatırası size yeter! dedi. İyice sinirlenmiştim,bu kez kolundan daha sıkı yakaladım: Hiçbir yere gitmiyorsun,seni bırakmam! Dedim. Önce hiçbir şey söylemedi. Sonra birden ayağını hızla yere sürttü ve hemen arkamdan bir kaya öbeği çıkarttı. Hızını,yönünü öyle iyi ayarlamıştı ki o kaya öbeği tam da daha yeni kapanmış olan yarama denk geldi. Acıyla adeta kaskatı kesilmiş,hafif sersemlemiştim. Gözümü açtığımda o çoktan gitmişti. Tam bir ay... Onu tam bir ay boyunca aradım! Hiçbir yerde yoktu! Aklımı kaybetmek üzereydim! Gecenin karanlığında ormanın derinliklerinden gelen her ses,her çığlık,hatta en ufak bir çatırtı bile yerimden korkuyla fırlamama sebep oluyordu! İşte diyordum,şu an onu kovalıyorlar! Belki de yakaladılar! Belki de kanını akıtıyorlar! Koşuyordum,aklıma gelebilecek her deliğe,her yere bakıyordum. Uçurum dipleri,yüksek,ağaçsız tepeler,nadiren karşımıza çıkan su kenarları... Yue’ye ve Hei Bay’a da haber vermiştim. Ah evet,Hei Bay da iyiydi,o da bizim gibi yakalanmamaya çalışıyordu.... Günler geçiyordu ama onlardan da bir ses çıkmıyordu. Çıldıracaktım. Uyku muyku kalmamıştı bende! Gözümü kapattığım anda Toph’u kanlar içinde,perişan bir halde,çılgın hayagücümün yarattığı bir canavarın pençeleri arasında

devamı gelicek
_________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:31 am

görüyordum. Her an onu düşünüyordum...her saniye! Bazen arkamdan bana seslendiğini sanıp başımı çeviriyordum,orada olmuyordu tabii. Durup dururken ağlamaya başlar olmuştum. Onu bulacağıma dair inancımı,moralimi yüksek tutmaya çalışıyordum...aklıma Katara’mı, bebeğimizi getirmeye çalışıyordum...Ama garip bir biçimde ne zaman Katara ile ilgili bir hatıramı gözümün önünde canlandırmaya çalışsam yine Toph’u görüyordum, yine Toph’u görüyordum, yine Toph’u görüyordum! Sonunda bir gece,daha doğrusu gün ışırken,yakınlardan sesler duydum. Ağır birşeylerin yere hızla çarparken çıkardığı o tok sesler! Toprak bükme sesleri! Bu sefer yanılmıyordum,onu bulmuştum! Hızla koşmaya başladım. Ağaçların arasında açıklık bir alanda iki garip yaratıkla baş etmeye uğraşırken gördüm onu. Zayıflamıştı,üstü başı kirli,yırtık pırtık görünüyordu ama gücü kuvveti yerindeydi,her zamanki gibi soğukkanlılığı ile savaşıyordu! Canavarlardan birinin kanatları vardı,uçabiliyordu,onu havadayken hissedemiyordu,tek sıkıntısı buydu. Saklandığım yerden çıkıp havaya,yukarıya süzüldüm,uçan canavarın üzerine dev bir ateş topu yolladım. Ateşi yiyince kayboldu. Yere,yanına indim. İnanamamıştı ben olduğuma, şaşkınlığını ve sevincini yüzünden okuyabiliyordum. Beraber diğerini de birkaç toprak bükme hareketi ile uzaklara fırlattık. Öyle karşı karşıya durmuş birbirimize bakıyorduk. Yani...ben ona bakıyordum ama o da sanki beni görebilirmiş gibi kafasını benden yana çevirmişti. Aramızda birkaç metrelik bir uzaklık vardı. –Ağlıyor musun?dedi,kendi de ağlamaya başlamıştı. -Nereden anladın,dedim. -Omuzların sarsılıyor aptal! Bir erkek gibi ağlayamaz mısın sen? -Nasıl oluyormuş o,dedim. -Benim gibi dedi ve büyük bir gürültüyle burnunu çekti. Nasıl oldu anlayamadım. Ama sanki bir şey...çok derinlerden bir ses bana çok kati bir emir verdi. Asla reddedilemeyecek bir emir! Yanına
koştum,onu kollarımına rasına aldım,sımsıkı sarıldım. Şimdi o DA bir genç kızın ağlaması gerketiği gibi ağlıyordu. Yüzünü ellerimin arasına aldım,ezikler,çürükler,çizikler vardı. Ama (Aang’in ağlıyor olduğunu Sokka dehşetle farketti) yine de çok güzeldi bu yüz,her zamanki gibi... Uzanıp onu öpüverdim.
... Birdenbire ellerini hırsla balkon demirlerine vurdu,öyle ki onu dinlemeye dalmış olan Sokka(ve dakikalardır perdelerin arasında gizlenmiş olan ince bir gölge) korkuyla irkildi(ler): -Bunu neden yaptığımı bilmiyorum! Dedi Aang kızgınlıkla. Nasıl böyle birşey yapabilirdim! Sonra bunu çok düşündüm... Pişmanlıkla,nefretle! Ben evliydim ve hem kendimin hem de karımın en iyi arkadaşı olan insanla öpüşüyordum! Ona bana aşık olduğu için kızarken ben neler yapıyordum! (Sesi alçaldı,hikayesine dönüyordu)Öyle ne kadar kaldık bilmiyorum. Ne yaptığımın farkına vardığımda kendimi korkuyla geri çektim,ondan defalarca özür diledim...o hiç sesini çıkarmadı...ama ağlamasını da kesmedi...öyle saatlerce ağladı. Bir daha da bu konu hiç açılmadı. Şimdi başını,balkon demirlerine yasladığı kollarının üzerine koymuştu,gözyaşlarının dinmesini beklediği belliydi. Sokka Aang’i hayatında ilk defa görüyormuş gibi büyük bir dikkatle süzüyor,her hareketini inceliyordu. Günah çıkarttı diye düşündü kendi kendine... Ama eğer bu gerçekten...bir günahsa? Peki günah çıkartması neden yine de onu rahatlatmadı? Perdelerin arasında bir hışırtı oldu,Sokka dönüp baktı,kimsecikler yoktu. Elini Aang’in omzuna koydu. -İşte dedi,Aang yorgun bir sesle,işte bu yüzden karımdan hesap soramıyorum. Hadi o beni öldü biliyordu,kendisini dul sanıyordu ve yeni bir hayata...yeni bir aşka başlayacak cesareti kendinde buluyordu...Ya ben? Ben...Öyleyse asıl ihanet eden ben? Sen söyle Sokka...Kim vefalı,kim değil? Sokka top kendisine atılınca sıkıntıyla iç geçirdi: İhanet kavramı...hayır bu duruma tam olarak oturmuyor... -Ne oturuyor öyleyse? Aang sanki bütün dertlerine çare bulabilecekmiş gibi Sokka’nın gözlerinin en içine bakıyordu. Sokka bir süre ne diyeceğini bilemedi,sonra müthiş bir buluş müjdesiyle yüzü aydınlandı:
-Sen iki defa...öpüşmüşsün. Eğer Katara ve ....O... bir kere öpüşmüşlerse...o zaman daha bir hakları daha var! Aang Sokka’ya öyle bir bakış attı ki,Sokka son birkaç aydır Aang’in istese de avatar haline geçememesine neredeyse şükredecekti. Alnında ter damlacıklarıyla güldü: -Tamam kötüydü,kabul ediyorum! Hatta çok kötüydü...Zamanlaması kötüydü! Aang hala kendisine pis pis bakmakta ısrar ediyordu,elini sıkıntıyla yakasına götürdü: Tamam,Aang,özür dilerim,şu sıralar biraz uykusuzum ve sanırım uykuyu alma ile iyi espiri yapabilme yeteneği arasında doğru bir orantı var. Başını gökyüzüne kaldırdı,dolunay tekrar bulutların arkasına girrmişti. Düşünceli bir sesle konuştu: -Son birkaç aydır..rüyamda...yani devamlı aynı rüyayı görüyorum..kabus daha doğrusu... Aang’in siniri yavaş yavaş geçiyordu ama Sokka’nın hala sorusunu cevaplamamış olması canını sıkmıştı: Nedir o?diye sordu. -Yue,diye fısıldadı Sokka,gözlerinde büyülü ışıklar oynaşırken: Karşımda duruyor,bana gülümsüyor...Kollarını açıyor...Beni yanına çağırıyor...Ona doğru koşuyorum...Ama tam ona sarılacakken...İçinden geçiveriyorum...Bir hayalet gibi...Arkamı dönüyorum...Onu ... o adamın...Zhao’nun kolları arasında görüyorum...Gözümün önünde öpüşüyorlar...İki sevgili gibi...tutkuyla... Sokka’nın omuzları çökmüştü,başını yere eğdi: Aptalca değil mi? Ama beni her gece başka bir duygu ile uyandırıyor,isyan,nefret,tiksinti...Katil ve maktül...Olamaz,öyle değil mi? (iç geçirdi) Öpücükler konusunda kafası tek karışık kişi sen değilsin yani yüce avatar! -Hala Yue’yi düşünüyor olman ilginç,dedi Aang dalgınlıkla. Yani karını seviyorsun ve o da seni seviyor. Garip ama içimizden yine en mutlu çift olarak...TEK mutlu çift olarak siz çıktınız...Ama sen hala... -Eski sevgilimi düşünüyorum,dedi Sokka sinirli sinirli gülerek: Bu doğru. Sen ilk kaybolduğunda dolunay da kaybolmuştu. Onun başına ORADA DA kötü birşeyler gelebileceği hiç aklıma gelmemişti...Yani artık...o bir çeşit...ölümsüz öyle değil mi? Ama senin dönünce anlattıkların? Gerçekten Toph’u...ve KENDİSİNİ koruyabilir mi? Aklımı öyle kurcalıyor ki...Her an bunu düşünüyorum. -Çok sevmişsin öyleyse,dedi Aang saf bir gülümseyişle.
-Hem de çok,diye dalgın dalgın fısıldadı Sokka,aynı anda içeriden gelen bir BABA! seslenişi ile sesle irkildi. Terasın hemen girişinde,az önce hışırdayan perdelerin arasında Suki ve Yuka duruyorlardı,Suki’nin yüzünde pek de hoşnut olmayan bir ifade vardı,Sokka’nın söylediklerini duyduğu ve bunlardan pek de hoşlanmadığı anlaşılıyordu. Yuka mutlulukla çok özlediği babasına koşarken Suki tek bir söz söylemeden arkasına dönüp içeri gitti. Sokka bir bacaklarına sarılan oğluna bir Aang’e bakıyordu,sonunda isyanla kollarını havaya kaldırdı: -Benden ne istiyorsun,evren? Hep konuşmalarımın en can alıcı yerinde gizlice gelip,en duymamaları gereken şeyi duymak zorunda mı bu kadınlar? Bu senin altın kuralın,falan mı? Senin benimle ne zorun vaaaaaaaar? Aang gülmemek için kendisini zor tutuyordu,kendi kendisine söylendi: -Alma avatarın ahını,çıkar aheste aheste da gelmiş olmalıydı ama ortalıklarda görünmüyordu. Aang içeriye girince hemen Katara’ya baktı,yüzünde hiçbir değişiklik yoktu,hafif bir kızarma,endişe,az sonra ne olacağını kestirememekten doğan bir telaş,heyecan...hiçbir şey! Yoksa gelmedi mi,diye düşündü Aang. Sokka’ya baktı,eski(mi gerçekten?) kayınbiraderi bir köşede Suki’ye derdini anlatmaya çalışıyordu. Konuşurken yüzü öyle komik şekiller alıyor,ellerini kollarını öyle bir oynatıyordu ki Aang yüzüne takınmaya uğraştığı ciddiyete inat tekrar gülümsedi,bu adamla kavga eden birisini gülmemesi imkansız gibiydi... Ama Suki gülümsemiyordu. -İşte,amca...Babamın sana yazdığı mektup. Hücresinde bulundu. Haklıymışsın... Lu Ten abimin ölümünde parmağı varmış. Ayrıntıları bilmiyorum,mektubu okumadım,o itiraf etmiş. Onu sana tekrar savunmaya kalkışmayacağım. Bilmeni istediğim tek şey... çok farklı biri olarak öldü. Ölürken seninle beraber kendisinden kaçtığımız ya da kendisine karşı savaştığımız Ozai değildi...Bir başkasıydı... Annem ve Azula da şahit. Gerisi sana kalmış...Onu affedip affetmemek...ya da beni...
amcasının yüzüne hiç bakmadan sarı,parça pinçik bir parşömen parçasına eğri büğrü yazılarla yazılmış mektubu masanın üzerine koydu,arkasını döndü,kapıdan çıkmadan önce durdu,konuştu: -Aang’e onu bahçede beklediğimi söyle... Kimsenin de bir süre dışarı çıkmasına izin verme... Özellikle...O’nun... Hesaplaşma vakti geldi! Bir tepe üzerine kurulu iki katlı çay salonunun, hemen yanındaki bir başka iki katlı binanın varlığı ile araya sıkışıp kalmış izlenimi veren küçük,dört köşesi duvarlarla çevrili ve tek girişi mutfaktan olan bir bahçesi vardı. Iroh burasını kendisi ve ailesi için dayamış döşemişti,tahta sandalyeler ve bir masa,özenle bakılan saksılar ve de tarhlar dolusu beyaz lotus çiçeği,bir paisho köşesi,küçük bir süs havuzu... Mai’nin deyimi ile amca küçücük ve yüksek duvarlar sebebiyle basık bir havası olan bu köşeye minyatür bir cennet sığdırmıştı. şimdi bu küçük havuzun başında durmuş,kendisini kendi “cennetinden” kovan adamı bekliyordu. Hesabı ödemek için... Mutfak kapısı açıldı,Aang içeriye girdi. arkasına dönüp ona şöyle bir baktı,sonra vücudunu ona doğru çevirirken tekrar başını eğdi. Ona baktığı kısacık zaman diliminde görebildiği kadarıyla avatarın yüzü son derece hissizdi. Biraz da renksiz... Bahçenin içine doğru birkaç adım attı. Durdu. -Benimle konuşmak istemişsin,diye söze başladı yüzünden de daha duygusuz bir ses tonu ile. -Evet,Aang,bundan daha fazla kaçamam. İkimiz de kaçamayız. ’nun sesi son derece yorgun ama kendinden emin çıkıyordu. Kendinden emin ama asla küstah değil. Açıkçası seçtiği kelimelerden ses tonunun ayarına kadar herşeyi günlerdir kafasında kurmaktaydı,herşey öyle iyi ayarlanmalıydı ki...Bu iş bu gecenin sonunda bitmiş olmalıydı. Ama Aang cümlesini tamamlamamıştı:
-Konuşacak bir şey yok! Dedi sertçe. kafasını kaldırıp bu kez bakışlarını hemen kaçırmadan,dikkatle yüzüne bakarken o devam etti: Beyaz Lotus’ta uzun uzun konuşuldu. Aramızda geçen herşeyi bir kenarıya bırakacağız. Ve eskisi gibi bu düşmanla da beraber savaşacağız. -Aang,ben... -Senin de istediğin bu değil miydi? Seninle de Azula’yla da son kez beraber hareket etmeye hazırım. Ateş ulusunun lordu ve başkomutanı olmadan bu savaşın kazanılamayacağını biliyorum. Aramızda geçenler...bunların konusu asla açılmayacak. Ve bu iş bittiğinde bir daha da yüzümü görmek zorunda kalmayacaksınız. Eğer başka bir şey yoksa,izninizle lordum,ben yatıyorum! Aang mutfak kapısına doğru yönelirken ,yumruklarını isyanla sıktı. Bu muydu,bu kadar mıydı? Bağırıp çağırmayacak mıydı,hakkını aramayacak mıydı,hesap sormayacak mıydı? Hayatında Aang’in bu herşeyi aşmış,herşeyle barışık guru saçmalıklarından daha fazla nefret ettiği başka bir an hatırlamıyordu. İsyanını ister istemez sesine de yansıtarak konuşmaya başladı: -Aang,bu böyle bitemez! Beni dinlemek zorundasın. Aang omuz silkti,son bir kez iyi geceler dilemek için arkasını dönmüştü ki ’nun olduğu yerde diz çöktüğünü şaşkınlıkla gördü. Başını yere eğmiş,ellerini dizlerinin üstüne koymuştu,sesi son derece boğuk geliyordu: Kaçma Aang,kaçamayız,yüzleşmek zorundayız! -Hiçbir şeyden kaçtığım yok,dedi Aang dudak bükerek. Kaşlarını çattığının farkında değildi: Saçmalamayı bırak da ayağa kalk! -Ben...bir işe yaramayacağını biliyorum...ama özür dilerim... hala başını kaldırmamıştı,dağınık saçları yüzünü kapatıyor,konuşurken dudaklarının titrediğinin görünmesine engel oluyordu. Ama kollarının titrediği avatarın gözünden kaçmamıştı. Hayır,karşısında böyle bir zayıflığın sahnelenmesine tahammülü yoktu! Bu kez sesinde bariz bir kızgınlıkla: Ayağa kalk! Diye tekrarladı. -Sevdim,dedi .

devamı gelicek
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:32 am

Evet ben sana,hayattaki en iyi dostuma ihanet ettim ve senin sevdiğin kadını sevdim. Hem de çok sevdim.
Aang yumruklarını sıktı, “eşimi” diye düzeltmek istedi cümleyi, “eşle sevilen kadın arasında çok önemli bir fark vardır” demek istedi ama dişlerini de sıktı,dişlerinin arasından bozuk-boğuk kelimeler çıktı bu kez: Sana ayağa kalk dedim! -Çok acı çekiyorduk! Diye devam etti . Kayıplarımız çok büyüktü. Birbirimize yardımcı olmaya çalışıyorduk sadece! Böyle olacağını tahmin etmemiştim. Herşeyi anladığımda çok geçti. Ben Katara’ya aşık olmuştum! Aang bu kez iradesini neredeyse tamamen kaybederek: Kapa çeneni ve ayağa kalk! diye bağırdı. Ama başını kaldırmadan devam ediyordu: -Mai’yi kaybetmek çok ağırdı! Ölmek istedim! Bana engel oldu! Kızıma annelik etti! Hep yanımda oldu,hep elimi tuttu. Kendime engel olamadım! -A-ya-ğa kalk!!! -Onu göndermek istedim! Ben nasıl...böyle bir ihaneti...böyle bir vefasızlığı...ben sana bunu nasıl yapabilirdim? Hatırana...hem senin hem de Mai’nin... Kutsal hatıralarınıza... Ama olmadı...Beceremedim...Onsuz yaşayamazdım... Aynı odadayken bile...kapıdan çıkıp gitmesine tahammülüm yokken...Gönderemedim! artık ağlıyordu,omuzları sarsılarak,hıçkırarak,konuşması sık sık iç geçirişleriyle bölünerek ağlıyordu! Aang ona birkaç adım yaklaştı,nedense Toph’un sesi kulaklarında çınlıyordu,artık kendisinin olmayan bir sesle-nefretle-haykırdı: Ayağa kalk ve bir ERKEK gibi ağla! -Yapamadım. Kendime engel olamadım! Çok sevdim Aang! Emanete hıyanet ettim! Çok sevdim...Çocuğumun annesinden...bile...çok sevdim! -Kapa çeneni! -Hala da seviyorum! Hep seveceğim! -YETER!!! Aang elleri arasında oluşturduğu bir hava topunu ’ya yolladı,hava topu ateş lordunu aldı,hemen arkasındaki duvara hızla çarptı. Aang’in yüzü allak bullaktı,kesik kesik nefes alıyordu,yerde yatan ’ya son kez tekrar bağırdı: -AYAĞA KALK!!!
-Hayır,karşında ayakta duracak yüzüm yok! Yüzüne bakmaya bile layık değilim ben! Sana,arkadaşlığımıza ihanet ettim! Senden yardım dilenmeye gelmiştim ve senin şu yaptığına bak! Senden daha ne istediğimi bile duymadan kabul ettin! Buna katlanamıyorum! Döv,söv,bağır ama böyle olmasın! Herşey bitecekse madem,böyle bitmesin! kaburgalarındaki acıya rağmen doğrulmadı,avatarın rüzgarının onu fırlattığı yerde tekrar yere kapandı adeta secdeye yatmış gibiydi. -Madem böyle bitsin istemiyorsun,dedi burnunda soluyarak Aang,öyleyse kalk ve dövüş! -Hayır... -Kalk dedim! -Özrümü kabul etmeyeceğini biliyorum. Keseceğin cezaya razıyım! Aang gözlerini kapamış,yumruklarını sıkmış öylece duruyordu. Hayır bu öfke dışarıya çıkmalıydı. Bugüne kadar öğendiği,inandığı herşeye inat... Bugüne kadar temsil ettiği bütün değerlere inat! Yoksa içinde patlayacak,bizzat Aang’i öldürecekti. Hangisi ölse daha iyiydi? Ateş lordu mu Avatar mı? -Ben senden affını da dilemiyorum,vazgeçtim,bana yapabileceğin en büyük kötülük;şu an beni affetmendir!dedi tevekkül dolu bir sesle. Gözyaşları dinmişti şimdi sadece ara sıra burnunu çekiyordu: Merhametini istemiyorum. Başını kaldırdı,feri sönmüş gözleri ile Aang’in gözünün içine baktı: Tam tersi...senden şu an...merhametsizliğinden başka birşey istemiyorum. Aang ayağını hızla yere sürtüp,’nın hemen arkasındaki duvardan ’ya doğru bir kaya öbeği çıkartırken fısıldadı: Sana istediğini vereceğim! -Bu gürültüler ne? Katara merakla bahçeye bakan pencerelerden birine yönelmişti ki Sokka heyecanla :Yok bir şey! Diye bağırdı tam da kızkardeşinin kulağının dibinde. -Ne bağırıyorsun,Sokka? -Earthball! Dedi Iroh gözden kaçmayan bir telaşla. -Ne? deyiverince Sokka,ters ters baktı genç lotusçu arkadaşına. -Aa,Sokka,bilmiyor musun? Kesin bilirsin sen,şu an Ba Sing Se’deki en meşhur oyun. Bir topu toprak bükerek oynatmakla ve de karşı takımın kalesine sokmaya çalışmakla oynanıyor. Bilirsin,bilirsin! Çocuklar izin istedi...mahallenin çocukları...bahçede oynuyorlar! Amcanın kaşları,Sokka’nın bu oyunu bilmesi “gerektiğini” söylüyordu,Sokka başını salladı: -Biliyorum ya,bilmez miyim? Hava topu gibi! Aang beni en son 7-0 yenmişti de,hatırlıyorum! -Haha! Senin adına üzüldüm. Iroh ve Sokka Katara’nın yöneldiği pencerenin önüne geçmiş,toplamda 64 olması gereken ama Sokka’nın geçen sene bir taşı ceviz sanması ve ağzında kırmaya çalışması ile birlikte birini kırıp yutma suretiyle kaybetmesinden mütevellit 63 kalan dişlerini göstererek genç kadına sırıtıyorlardı. Katara bu kez merdivenlere yönelmişti ki Iroh,Jun’a baktı,bu kez Jun yerinden fırladı: Gel,tatlım,gel bak sana içeride ne göstereceğim! Koluna girip Katara’yı yatakodasına doğru sürüklemeye başladı,Suki de ayaklandı, ayaklanırken Jin’in kolunu çimdirmeyi ihmal etmeyerek hem de: -Benim de seninle konuşmak istediğim önemli bir şey var aslında! Biraz hanım hanıma yalnız kalsak ne iyi olacak! -Ben de geleyim! Dedi oyuna katılmak zorunda olduğunu kolunun acısından anlayan Jin. Katara arkasına baka baka bahçe tarafından uzaklaştırıldı. Sokka ve Iroh tehlikeyi savuşturunca pencereden aşağı baktılar. Su sesi,toprak bükme sesi? -Birşey yapmalı mıyız? Dedi Sokka -En iyisini yapıyoruz,dedi amca: Hiçbir şey!
Hiç beklemediği kaya öbeğini sırtına yiyince resmen yüzüstü yere yapışmıştı. Korkunç bir acıyla yerde kıvranıyor ama hala kalkmıyordu. Aang çıldırmış gibiydi,hemen yanındaki süs havuzundan aldığı bütün suyu dev bir kütle halinde ateş lordunun üstüne gönderdi. Soğuk su biraz ’yu kendisine getirmişti,kafasını kaldırıp avatara baktı. -Ayağa kalk ve benimle dövüş! Diye haykırdı avatar. -Hayır! Dedi kısık bir sesle. Aang bu kez hemen solundan bir kaya öbeği çıkarttı ve tam da o sırada doğrulmaya çalışan ateş lordunu bu kez sırt üstü yere yapıştırdı. -Şimdi de BEN böyle bitmesini istemiyorum! Dedi Aang nefretle: Kalk ve bana karşılık ver! -Vermeyeceğim diye yattığı yerden inledi . Aang onun hemen yattığı yerden bir kaya öbeği daha çıkarttı,yerinden fırlayan bu kez duvara çarptı,tutunmaya çalışırken sert kiremitlere sürtünen elleri parçalandı. -Kendini de mi savunmayacaksın? -Hakkım var mı? -Sevmeye de hakkın yoktu! yere uzanmıştı tekrar,kalkmaya takati yoktu,Aang solundan küçük bir kaya öbeği çıkarttı,sert kaya parçası bir yumruk gibi ’nun suratına geldi,onu geldiği yönün tam tersine savurdu. Hemen ardından bu kez sağdan bir yumruk,sonra bir sol daha,Aang Toph’tan öğrendiklerini konuşturuyordu! -Benimdi o! Diye bağırdı,gözyaşları yanaklarına doğru süzülürken. Senden önce ben vardım onun yanında! Sen ölümüne bizi kovalarken ben onun için canımı ortaya koyuyordum! -Aslında...teknik olarak...aynı gün tanıştılar. -Ne? Sokka ile Iroh dayanamayıp mutfağa inmişler,kulaklarını kapıya dayamışlardı,Sokka bilgiç bilgiç devam etti: -Yani aynı gün sayılır. Geçmiş zaman tabii,hatırlamıyorum. Ama biz Aang’i bulduktan hemen sonra da bizi bulmuştu.
-Şiişşşt! Diye uyardı amcası onu. Müdahele edip etmemekte kararsız kalmıştı,Aang tahmin ettiğinden de sertti ateş lorduna karşı. ’nun suratı şişmiş,dudağının kenarı ile tek kaşı patlamıştı, ara sıra göğsüne de aldığı darbelerden güçlükle nefes alıyordu. Aang karşısında kudurmuş gibi bir surat ifadesiyle duruyordu,avatarın başından geçenleri çok net bilmeyen ateş lordu nasıl oluyor da bu sinirle onun hala avatar haline geçemediğine şaşıyordu. Halbuki avatar haline bir geçse...bir geçse... herşey bitecekti! -Kalk ve dövüş benimle! -Ha...yır... Aang tekrar toprak büktü,’nun iki yanından çıkan iki kaya öbeği onun koltuk alttlarından girip ateş lordunu ayağa dikti. -Savun kendini! -... -Ateş bük! Hadi,bana ateş bük! Birşey yap! -... -Ben aşıktım ona! En başından beri ben aşıktım! Sen ona Ba Sing Se’de arkanı dönerken yanında ben vardım! Ba Sing Se...mağara...annesinin kolyesi...adam akıllı ilk konuşmaları. ’nun gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Bu Aang’i daha da çıldırttı,dev bir ateş topu oluşturup üzerine yolladı. gelen ateş topunu güçlükle kaldırdığı kollarıyla savuşturdu. -İşte böyle! Devam et! Karşılık ver! -Hayır! Aang ayağının tek bir hareketi ile kaya öbeklerini kaybetti, sırt üstü yere düştü. Başına gitti,ellerini toprağa gömdü, şimdi kıpırdayamıyordu ama zaten elleri serbest olsa da kıpırdayacak halde değildi. Aang elleri arasında bir ateş topu daha oluşturdu, gözünün içine bakıyordu,avatar ellerini havaya kaldırdı...Vazgeçti,ateş topunu bahçenin bir başka köşesine yolladı. ’nun ellerini çözdü,tekrar iki kaya öbeği ile onu ayağa dikti. Giysisinin kollarının yenlerini sıvarken sinirinden gülmeye başlamıştı: -Madem birşey bükmeyeceksin...O zaman bükmeden dövüşürüz. Elementsiz! Yumruklarımızla! Zukonun karşısına geçti. -Vur bana! ona anlamsız anlamsız bakıyordu,Aang dayanamadı,suratına sert bir yumruk çaktı,ateş lordunun ağzından kan geldi. -Hani çok seviyordun! Dedi Aang alay ederek. Aşkın içn savaş öyleyse! Ne duruyorsun? gülümsemeye çalıştı ama gülümseyemedi: Karşılıklı olsaydı,neden olmasın? Aang yüzünü buruşturdu: Ne demekmiş o? -Anlamıyor musun? Evet,çok seviyorum! Ama o beni sevmiyor! O hep seni sevdi! -Hah! Ondan mı seninle evlenmeye kalktı! -Yapayalnız kaldığını düşünüyordu... Sora’dan da ayrılamazdı. Benimle,ona karşı olan duygularımla teselli buluyordu. Razı oldu. -Saçmalık bu! Dedi Aang inanmayan bir sesle. -Hep seni sevdi,dedi hüzünle. Kıpkırmızı kesilmiş gözleri yanıyordu ama ağlayamıyordu,bütün gözyaşlarını harcamış gibiydi: Ben de bunu hep bildim! Ama ben de buna razı oldum! Bir ölünün hatırası ile savaşmak kolaydı... Ama seninle... hayır,Aang! Sen geri geldin ve artık teselli için bana gerek kalmadı! O sana ait,her zaman sana aitti! Aang tiksintiyle eski dostunun yüğzüne bakıyordu: Kendine acı çektirmek hoşuna mı gidiyor? Diye sordu. bu kez gülümseyebildi: -Bilmiyor musun? Acı benim hocamdır! Yıllar önce bizzat babam tarafından atandı!
Aang birkaç adım geriledi. Göğsü hala hızla inip kalkıyordu. Ama öfke nöbeti geçmişti. Vazgeçti,tekrar ’nun yanına geldi,saçlarından tutup ateş lordunun yüzünü yüzüne yaklaştırdı: -Madem sana yapılabilecek en büyük kötülük seni affetmek...(Gözlerinin en içine baktı) o zaman seni affediyorum ateş lordu ! Böyle diyip hırsla mutfaktan içeriye daldı,o içeri girince birşeylerle uğraşıyor gibi görünmek için dolaba hücum eden ve bir takım dolusu yemek tabağının kırılmasına sebep olan Iroh ve Sokka’yı görmezden gelerek... Ve ’yu son sözüyle manevi açıdan da sıkı bir dayak yemiş halde bırakarak! -Geri zekalı! Bana herşeyi anlatmadığını biliyordum zaten! Birşeyler gizlediği belliydi! Hâlâ aşıkmış! Kuzey kutbuna yıllarca gitmek istememiş olmasından anlamalıydım! Suki sinirle kocasını çekiştirirken Jun,ilgisini çekmek istedikleri asıl kişinin abisini daha fazla kötülemesi için kaş göz işareti yapıyordu ona. Ama Suki bunun farkında değildi,zaten halihazırda kocasını kötülemekteydi: Bunca zaman onu düşünmüş! Belki de benimle öpüşürken bile hala onu düşünüyor! Ondan nefret ediyorum! Jun göz ucuyla Katara’ya bakıyordu,Katara da kapıya. Sonunda dayanamadı: Dövüşüyorlar,değil mi? Diye sordu. -Pardon canım? -Ne? -Anlayamadım? Üç ayrı başarısız hayret taklidinden sonra Katara cevabını almıştı,sessizce başını yere eğdi. Jun ona yaklaşıp elini omzuna koyunca hüzünlü bir ifadeyle gülümsedi: -Bazı “konuşmalar” illa ki yapılmalıdır! Kaçınılmaz!

devam edicek
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:32 am

Yarım saat kadar sonra aşağıda,çay salonunda yarı karanlık içerisinde güçlükle iliştiği bir sandalyede on dakikadan beri hâlâ amcasının yukarıdan pansuman için biraz temiz su ve pamuk getirmesini bekliyordu. Aang’in öfkesini üzerine kusmasının onu rahatlatacağını,ne zamandır uykularını bölen suçluluk duygusunu hafifleteceğini sanmıştı ama hayır...tam tersi ruhuna müthiş bir ağırlık çöktüğünü üzülerek hissediyordu. Aang’e pek çok şeyi itiraf ederken...kendisine de uzun zamandır kabul etmekten kaçındığı bazı şeyleri itiraf etmiş olduğunu acıyla farketmişti. “-Çok sevdim...Çocuğumun annesinden...bile...çok sevdim!” Başını ellerinin arasına aldı,böyle birşeyi nasıl söyleyebilmişti? İşin kötüsü...bunun gerçek olmasıydı. Merdivenlerde ayak sesleri duydu ama bu amcasının ağırlığının çıkardığı ses olamazdı,daha hafif,daha ince biriydi aşağı inen. Jun,Suki ya da Jin’den biri olmasını diledi. Dileği kabul olmadı. Elinde bir tepsiyle inen Katara’ydı. ’nun halini görünce önce bir duraksadı. Yüzünü ekşitti,gözleri yaşardı. Yanına geldi,masaya,tam karşısına yerleşti. gelenin Katara olduğunu anlayınca önce başını başka bir tarafa çevirmişti. Fakat az sonra yüzünde serin,yumuşacık bir dokunuş hissedince dayanamadı,dönüp ona baktı. Gözleri nedense genç kadının ilk boynuna değdi. Kolye yoktu. Katara suyla kapladığı elini ’nun yüzünde dolaştırıyor,çürükleri morlukları suyla tedavi ediyordu. Büyük bir dikkatle işine dalmış gibiydi,sonra eli hafifçe ’nun yanık yarasına değdi. O andan gözgöze geldiler. yine Ba Sing Se’de Katara’nın kendisine ilk kez dokunuşunu hatırladı. O yara yüzüne yerlettikten sonra hiçkimsenin,hatta doktorların bile dokunmasına izin vermemişti. Ama şunun şurasında birkaç aydır tanıdığı,ilk kez o gün doğru düzgün karşılıklı iki kelime ettiği,üstelik düşmanı olan bu kız... Ona neden izin vermişti? Şimdi neden izin veriyordu?
Ani bir hareketle ayağa kalktı,öyle ki Katara’nın konsantrasyonu bozuldu,elini kaplayan bütün su masanın üzerine döküldü. tepsiden bir parça pamuk alıp,ağzının kenarında kuruyup kalmış kanları temizlerken: -Teşekkür ederim,diye mırıldandı. -,ben daha bitirmemiştim... -Ben bitirdim! Katara şaşkınlıkla ona baktı. merdivenlere yönelmiş,ona arkasını dönmüştü. -Ben... -Olanları duymuş olmalısın. Annem iyi,çabuk toparladı. Sora da çok iyi,merak etme. Azula yeni görevine çok sevindi,haber ulaştı,kuzey kutbuna varmışlar.(Sustu,iç geçirdikten sonra devam etti). Eşyalarını istediğin zaman söyle,toplayıp göndersinler... ve,HAYIR! Seni tekrardan kovmuyorum! Yalnızca doğru olanı yapıyoruz! -Yani...ayrılıyor muyuz? Diye çekine çekine sordu kocaman mavi gözlü genç kadın. yarım gülümsedi, “Biz hiç bir araya gelmedik ki..” demek istedi,bunun yerine sadece “İyi geceler” diyip yukarı,odasına çıktı. Aang büyük bir dalgınlık içerisinde terastan neredeyse tamamen karanlığa gömülmüş şehri izliyordu. Vakit gece yarısını geçmişti,şimdi sadece sokakları aydınlatan tek tük fenerler göze çarpıyordu,Ba Sing Se uyuyordu. Durmadan karısına kavuşacağı günü düşünmüştü. Elele tutuşup evlerine,güney hava tapınağına dönecekleri günü. Oğlunu kucaklayacağı,onunla tanışacağı günü. Geri döndüğünde...bulduklarına hala inanamıyordu!
Sonra başka bir hatıra üşüştü kafasına. Ona hüzünle,yorgunlukla gülümseyen bir yüz. Elini uzatıp ona dokunuyor. Onu kucaklıyor! Kendi gözyaşlarından ıslanmış yüzü bu kez de onun gözyaşlarının teması ile ıslanıyor.
Yanında acayip bir ses onu dalgınlıktan çıkardı. Önce karanlıkta bir kuş sandı ama bu bir...uçan yaban domuzuydu. Oturduğu yerden sarkan elini kokluyordu. Aang ister istemez irkilince o da korktu,dev kanatlarını açtı,geldiği gibi sessizce uçup gözden kayboldu. Uçan yaban domuzu mu??? -Demek ’yla öpüşüp öpüşmediğimi merak etmişsin! Arkasını döndü,Katara hemen yanında duruyordu,ne zamandır orada duruyordu? Kendi kendine gülümsedi: -Sokka hemen yetiştirdi mi? -Ağabeyim pek çok şey olabilir! Başta da bir geveze! Ama bu konuda asla! Hayır! Ben sizin konuşmanızı duydum! Aang’in kulakları kızardı. Katara konuşmanın ne kadarını duymuş olabilirdi? Yine de gülümsemekten kendisini alamadı: -Ben yokken kötü alışkanlıklar edinmişsin,Katara! -’yu dövdün. Rahatladın mı? -Hayır! -Seni rahatlatacak olan nedir? Benimle de mi dövüşmek istiyorsun? Katara’nın kendisiyle böylesine buz gibi bir sesle konuşuyor olduğuna hala inanamayan Aang bir kez daha güldü ama yavaş yavaş da sinirleniyordu:
-Hayır ama soruma bir cevap almak da fena olmazdı! -Gerçekten öğrenmek istediğin onunla öpüşüp öpüşmediğim mi yoksa başka bir şey mi? Aang dikkatle ona baktı. Mavi gözleri karanlık içerisinde laciverde yakın bir renk almıştı,kollarını göğsünde bağlamış,dimdik avatara bakıyordu. -Gerçekten öğrenmek istediğim şeyleri duymak istiyor musun? Dedi sertçe: Ama uyarayım,bunlar hoşuna gitmeyebilir! -İstiyorum,Aang. Devam et! Aang kaşlarını çattı,bir gün Katara’sıyla böyle bir konuşma yapmak zorunda olacağını söyleseler şaka sanıp kahkahalarla gülerdi! Üzerinde çokça emek sarfedilmiş bir eşşek şakası! -Asıl öğrenmek istediğim,beni nasıl bu kadar çabuk unutabilmiş olman! Nasıl en iyi arkadaşımla yeni bir hayata cesaret edebilmiş olman! Üstelik onun gencecik toprağa giren karısı da SENİN en iyi arkadaşınken! Katara’nın kolları iki yanına düştü,sinirlenmişti: -Seni çabucak unuttum,öyle mi? Bu,bana bir hakarettir! -Pardon ama EVLENİYORDUN! Ne düşünmemi bekliyorsun? -Ben o gün o gelinliği giymeden önce “unuttuğumu” söylediğin kocamın mezarı başında ağlamakta ve ondan özür dilemekteyim! Dedi Katara gözyaşlarını men edemeyerek! Unutmak mı? SENİ unutmak? Sen ki...benim umudum! Kurtuluşum! İlk heyecanım! Kocam! Doğamamış çocuğumun babası! Herşeyim! Seni unuttum öyle mi? Senin,arkandan benim ne kadar acı çektiğim konusunda herhangi bir fikrin var mı? Arkandan nasıl mahvolduğumu biliyor musun? Ölmek istedim! Beni durdurdu! O olmasaydı bugün ben de karşında olamayacaktım! -Öyleyse ona minettar olmalıyım,öyle mi? diye sinirle fısıldadı Aang:Sana çok iyi göz kulak olduğu ve sonunda kulağı aradan çıkarıp göz koyduğu için!
-Anlamıyorsun! İkimiz de çok büyük acılar çektik! Ben...bebeğimizi kaybettim(Sesi titriyordu,elini ağzına götürdü). Yapamadım! Yeterince güçlü olamadım! Bebeğimize sahip çıkamadım! Biricik yavrunun,sevdiğin adamdan geriye kalan son hatıra sandığın bebeğinin senin yüzünden ölmesinin ne demek olduğunu bilebilir misin sen? Nasıl acı içinde çırpındığımı! elini uzatmasaydı boğulacaktım! -Beni bekleyemedin! Yarana,ortak yaramıza ben merhem olabilirdim! Birbirimizi iyileştirebilirdik! Seni o acıdan ben çekip çıkarabilirdim! -Dönmeyeceğini sanıyordum! -Ama döndüm! -Döneceğine dair en ufak bir işaret...en ufak bir umudum olsa sonsuza dek beklerdim! -3 yıl bile bekleyemedin! Katara sonunda isyan etti: Göründüğünden de koca kafalısın! Ben seni ellerimle oğlumuzun mezarına gömmüştüm! -Çok mu seviyorsun onu? Bu ani konu değişikliği ve ani soru,bir an için afallamasına sebep oldu. Başını başka yöne çevirdi: -Hiçkimseyi sevmiyorum ben! Diye kestirip attı. -Az öncesine kadar beni ne kadar çok sevdiğini anlatıyordun,diye acımasızca alay etti Aang. Katara tekrar öfkeyle kocasına baktı: -Sen,benim bir zamanlar sevdiğim adam değilsin! Çok değişmişsin! Aang de misillemede gecikmedi: -Sen de benim bırakıp gittiğin kadın değilsin! Döndüğümde boynunda başka bir nişan kolyesi vardı! Katara’nın gözleri alevlendi,avatar devam etti: -Nerde o? Neden takmıyorsun? Geldiğinden beri göremedim boynunda! Katara hiçbir şey söylemiyor,sadece dudaklarını ısırıyordu. Aang gözlerinde acıyla ona baktı: -Sen bana ihanet ettin,Katara!
Katara’nın gözlerinden yaşlar boşandı: Asla anlamayacaksın! Aang onun karşısına geçti,kollarından sımsıkı yakaladı: -Bırak beni! Diye kendisini geri çekmek istedi Katara. -Belki de başka türlü anlatmalıyım! Aang uzanıp karısını öpmek istedi ama Katara bu kez onun kollarından kurtuldu,elleriye dudaklarını kapatıp birkça adım geri çekildi. Aang kollarını öfkeyle iki yanına açmıştı: -Gördün mü, bak! Beni,kendi kocanı öpemiyorsun! -Toph geri çekilmemişti ama,öyle değil mi? Aang olduğu yerde kalakaldı. “DUYMUŞ!” Katara gözyaşlarını sildi: -Evet sana bir özür borçluyum! Seni o kadar üzdüğüm için. Herşeye rağmen HALA benim için o kadar değerlisin ki! Ama şunu bil ki ben de SENDEN bir özür bekliyorum! Bunu hakettiğimi düşünüyorum. Arkasını döndü,son sözünü söyledi: Bana bir de ihanetten bahsediyordun! İhanetin tanımı ruhlar dünyasında buradakinden farklı olmalı! Aang’i ’dan daha beter bir dayak yemişlik hissiyle bırakıp,çekip gitti. Ben ona bu terasta evlenme teklif ettim! nerede teklif etti? Yoksa burada mı? Birkaç yıl öncesine dek benimle öpüştüğü yerde bu kez onunla mı...
Yarı uyku yarı uyanıklık halinden aşağıdan gelen hafif bir gürültüyle uyandı. Terastaki şezlongda uyuyakalmıştı,en son hatırladığı Sokka’nın karısı,oğlu ve kızkardeşini toparlayıp gidiyor olduğunu söylemesiydi,ona güle güle deyip demediğini bile hatırlamıyordu! Merakla ayağa kalktı,aşağı baktı,bir gölge sessizce çay salonunun dış kapısından süzülüp sokağa çıkmıştı. Dişlerinin arasından nefretle “” diye fısıldadı. Aşığıyla buluşmaya mı gidiyordu! Ay batıyordu,güneşin doğmasına bir saaten az bir süre kalmış olmalıydı. Az sonra salonun dış kapısından bu kez avatar dışarı çıktı,karanlık sokaklarda gözden kayboldu.

devamı gelcek
________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:32 am

birkaç sokak ötede arkasında birinin onu takip ettiğini anladı,bir sokak köşesine konmuş bir çöp kovasının ardına gizlendi,fenerin loş ışığı altında bile dikkatleri üzerine çeken sarılı turunculu kıyafeti farkedince rahatladı,saklandığı yerden çıktı. -Sen beni mi takip ediyorsun? Aang onu baştan aşağı süzdü,ateş lordu simsiyah giyinmişti,başında her an yüzüne indirip bir maske işlevi kazandırmaya hazır bir de siyah bere vardı. Arkasında çifte yatağanlarının kını asılıydı. Bir ninja görevine mi gidiyordu yoksa aşk gecesine mi? -Nereye? -Seni ilgilendirmez! Eve dön! -Katara’ya mı? öfkeli gözlerini avatara dikti: -Bu konuda anlamış olduğumuz sanıyordum! Onunla buluşmaya falan gitmiyorum,merak etme! Fırsatım varken bile onu görmekten kaçıyorum,bir de gecenin bir yarısı mı görmeye gideceğim? Aang başka zaman olsa,şüphelerinden dolayı utanırdı ama merak duygusu ağır bastı: -Öyleyse nerete gittiğini söyle! -Seninle ya da sevgili karınla alakalı değil! Salona dön! Arkasını döndü,bir iki adım attı ama Aang de hemen arkasından geliyordu,pes etti. -Pekala,gel! Ama asla yapacaklarıma engel olayım deme! Sesi son derece sert ve kararlıydı,dayağı yedikten sonra çabuk toparlanmış diye düşündü Aang ama az sonra bu düşüncesinden vazgeçmek zorunda kaldı. Şehrin yüksek gelirli ailelerinin kaldığı mahalleye gelmişlerdi,villa tipi bir evin bahçesinden gizlice içeri süzülmüşlerdi,şimdi ikinci katın balkonuna,aşağı sarkan sarmaşıklardan tırmanmak gerekiyordu. Normalde tırmanma işinde (Suki kadar iyi olmasa da) bir örümcek kedisini aratmayan ateş lordu bu kez son derece zorlandı,kaburgalarındaki ağrı dayanılmazdı. Öyleki Aang arkasından hava bükerek yardım etmek zorunda kaldı. Balkona çıktıklarında sonunda dayanamayıp sordu:
-Kapıyı çalıp girseydik,olmaz mıydı? -Sessiz ol! Dedi ,balkon kapısına eğildi,elinde maymuncuk benzeri bir şey vardı,bir iki dakika kilidi kurcaladıktan sonra sonunda kapıyı açabildi. İçeriye girdiler,karanlıkta mobilyalardan seçebildikleri kadarıyla burası bir tür oturma odasıydı,koridora yöneldiler. -Orduyu donatırken hazineyi mi boşalttın? Hırsızlığa mı geldik? -Kapa çeneni! Çocuk gibisin! Yatak odası olduğunu tahmin ettikleri bir kapının önünde durdular. kulağını dayayıp bir süre dinledi,sonra kapı kolunu yavaşça çevirdi,içeri girdi. Yatakta 50 yaşlarında bir adam uyumaktaydı. Yanına kadar gelip,ani bir hareketle yakasından tuttu,yataktan çekip çıkardı. Korkuyla uyanan adam,uyku sersemi,ne olduğunu anlayamamıştı,kapının ağzında durup ona şaşkınlıkla bakan kel genç adama garip garip baktı,neden sonra kulağında nefret dolu bir fısıltı farketti: -Uyan bakalım düzenbaz doktor! Gencecikken toprağa yolladığın bir kraliçenin hesabını sormaya geldim! Annesinden o gece Zhao’nun anlattığı Mai’yi zehirleyen doktor hakkında duydukları ’yu resmen şok etmişti. Ama vakit kaybetmeden rahmetli karısının hamileliği ve ölümü sırasında sarayda görev yapan bütün doktorların isimlerini listeletti,sicillerini bizzat kendisi inceledi. İçlerinde birinin kuzey kuşatmasında Zhao’nun özel doktorluğunu yapmış olduğunu öğrenince de aradığını bulmuş oldu! Üstelik adam,Ateş Ulusu Ulusal Üniversitesinde parapsikoloji alanında yüksek lisans yapmıştı,bilim dünyasında ruhlar dünyası hakkındaki uçuk kaçık makaleleri ile tanınıyordu. Doğumdan bir hafta evvel de emekliliğini isteyip,Ba Sing Se’ye yerleşmişti! Şehre o akşam üstü ilk geldiğinde onu aramış ama bulamamıştı. Ve şimdi adam,çaresizlik içerisinde ayakları dibinde yatıyordu. Kılıçlarına dokunmadı,bunun yerine kemerine takılı olan küçük bir bıçağı çıkardı,bu Mai’nin meşhur kollesiyonundan bir parçaydı! Bıçağı adamın boğazına dayadı.
-O kadın kızını sadece bir kez görebildi! İlk ve son kez! Büyüdüğüne şahit olamadı! Ona isim bile koyamadı! O kadar gençti ki! Benim karımdı o! İlk aşkımdı,çocukluk aşkımdı! Kızımın annesiydi! Sesini perde perde yükseltiyordu,doktor korkuyla ağlamaya başlamıştı,mavi oklarından avatar olduğunu anladığı adama yardım isteyen gözlerle bakıyordu. ’nun boğazına dayadığı bıçak,hafifçe değdiği yeri çizmişti,ince bir kan çizgisi adamın beyaz geceliğinin yakasını kirletiyordu. -Çok üzgünüm! Ben sadece bana verilen emirleri yerine getirdim! Affedin lordum! Canımı bağışlayın! -Senin sefil hayatının bağışlanacak ne değeri var ki? Sen mendebur bir katilden başkası değilsin! İlmini kötüye kullanıp gencecik bir kadını bu dünyadan,sevdiklerinden ayırdın! Bıçağı iyice boğazına dayadı,çizik bir kesiğe dönüşmüştü,adamın yüzü acıyla kasıldı,sesi titriyordu: Yalvarırım,efendim! Bana acıyın! -Sen karıma acıdın mı? Aang söz verdiği üzere müdahele etmiyordu. Ama gördükleri onun kanını dondurmuştu. İşin kötüsü,’nun yüz ifadesinde,hareketlerinde,kendisinin birkaç saat önce ’ya saldırırkenki aynı tavırları görüyor olmasıydı,sanki ateş lordunu değil de kendisini izliyordu. adamı yakasında tutup ayağı kaldırdı ama bıçağı bir köşeye fırlatıp,bütün kuvvetiyle adamın yüzüne tükürmekle yetindi. Ellerini,ayaklarını ve ağzını bağlayıp,sabaha polise teslim etmek üzere oracıkta bıraktı ve bu kez ön kapıdan çıkıp avatarla gözden kayboldu. -Mai’yi sevdim,evet. Çocukluk aşkımdı,ilk aşkımdı! Sürgüne gönderildiğimde beni yıllarca bekledi. Benim için Azula’ya ihanet edip hayatını tehlikeye attı! Ben ona da ihanet etmiş oldum,Katara’ya aşık olarak,bunu biliyorum! Ama bazen...olayların önüne geçemiyorsun! Herşey olup bitiveriyor,kader senin adına karar verip uyguluyor,sen sadece izliyorsun... Yanyana yıkık bir duvarın üstüne oturmuş,gün doğumunu seyrediyorlardı,birden aşağı atladı: -Katara seni seviyor,Aang! Bu hep böyleydi! Ben bunu bile bile ona evlenme teklif ettim.
-Ama o da kabul etti,dedi avatar dalgın dalgın. -Bilirsin...büyüsüne kapılmıştı! Sora’dan ayrılmak istemiyordu! Sonra saray,ihtişam,aile ortamı... Azula’nın,annemin arkadaşlığı! Benim ona karşı olan ilgim! Sahipken kaybettiği ve hiç sahip olamadığı herşey... hepsi bir çatı altındaydı. Oysa babasının yanında...ya da güney hava tapınağında onu yalnızlıktan ve acı hatıralardan başka birşey beklemiyordu. Benim yanımdaysa herşey vardı! Ama hayır. Onun asıl istediği bunlar değildi. Sendin! Ve artık geri döndüğüne göre... Herşey hallolmuş olmalı! Sessizce yürümeye başladı,Aang arkasından anlamayan gözlerle bakıyordu. Salona döndüklerinde herkesi aşağıda buldular: Sokka,Suki,Katara,Iroh,Jun,Jin. Kapı açılınca hepsi endişe ve merakla ’ya bakmışlardı. Derhal anladı,amcasına koştu: -Kötü bir haber mi var? Saraydan mı? Kızım...iyi mi? Iroh başını yere eğdi: -Saraydan değil,kuzeyden... Azula... nefesini tuttu,korkuyla Katara’ya baktı. Mavi gözlü kadın ağlıyordu.

18.bölümün sonu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:33 am

19. bölüm: Başlangıç (bu bölüm biraz uzun )

-Anlat bana,Azula! -Ne anlatayım? Birşey bilmiyorum! Canımı yakıyorsun,bırak kolumu! -Abine söylediklerini duydum! Bütün bildiklerini anlat! Derhal! -Canım acıyooor! -Ağlama! Beni gözyaşlarıyla kandırmazsın! Babanız ona ne yapacakmış? -Birşey değil! Şaka yapıyordum! -Anlat dedim! Bak,küçük hanım,seni pişman ederim! Duydun mu beni! -Anlatmayacağım! -Ağlaman sona erdi bakıyorum! Şu surat ifadesine bir bak! İnsan annesine böyle nefretle bakar mı? -Nefret ediyorsa bakar! -Azula! -Senden iğeniyorum! Beni hiç sevmedin,sevmeyeceksin! -Kızım neler söylüyorsun??? -Babam o aptalı öldürünce tek çocuğun ben kalacağım! Bakalım o zaman ne yapacaksın? -NE! Ne öldürmesi? -Tahtı istemenin cezası! Dedem onu Lu Ten’in yanına gönderecek. VE BEN BUNA HİÇ ÜZÜLMEYECEĞİM! ŞAK!!! Azula gözlerini açtı,annesinden hayatında ilk ve son kez yediği tokatın acısı hala sol yanağını sızlatıyordu ama sadece o değil...bütün vücudu sızlıyordu! Gözlerinin önünde çadır,tente tepesi gibi bir şey vardı ama biraz bulanıkçaydı,iyice görebilmek için gözlerini kırpıştırırken yüzüne bir gölge düştü,birisi üzerine eğiliyordu: -Azula? Uyandın mı? -Bu suratının hali ne senin? Azula abisini derhal tanımıştı ama (üzerinden iki hafta geçmiş olmasına rağmen hala geçmemiş olan)morlukları çürükleri görünce gülümseyeceğine suratı asılır gibi oldu. Yüzünün ifadelerini tam olarak kontrol edemiyordu,kendisini berbat hissediyordu. Buna rağmen sinirli denebilecek bir ses tonuyla:
-Kel benzetti seni,değil mi? dedi. Buradan bir kalkayım,ben onu yıldırımımla çarpmasını bilirim! gülümsedi: Sana engel olmayacağım! Absinin gülümsemesi iyiye işaretti,o da gülümsemek istedi ama canı yandı,sadece suratını ekşitebildi. -Şükürler olsun! Uyanmışsın! Tanıdık ve çok sevgili bir ses gelince kulağına Azula başını kaldırmak istedi,o sırada bir yatakta boylu boyunca uzanmış ve hemen hemen bütün vücudunun sargılar içinde olduğunu şaşkınlıkla farketti. -Katara! O kele söyle,ben buradan kurtulunca benimle agni kai yapacak! Katara gülümsedi,elinde bir tepsi dolusu ilaçla yanına yaklaştı: -Tamam söylerim ama önce pansuman zamanı! ,seni dışarı alabilir miyim? kardeşinin üzerine bir kez daha eğildi ve sağlam yanağından hafifçe öptü(sol yanağında derince bir kesik olduğunan bir bandaj vardı) Abisi arkasından çıkarken Azula hüzünle gülümsedi,iyi ki zamanında o tokadı yemişti! O gün derhal Appa’ya atlayıp birkaç gün içinde kuzey kutbuna ulaştıklarında Azula’yı neredeyse yarı ölü bir halde buldular. Kuzeyin becerikli meşhur şifacıları bile onun durumu karşısında çaresiz kalmıştı. İşin kötüsü ruhlar vahasına girip de oranın şifalı sularından yararlanamamaları idi! Ceset askerler oradan geçiş yapmakta oldukları için ruhlar vahası daha ilk günden düşmanın eline geçmişti! Küçük kutsal gölü ruhlar dünyasından bir çıkış haline getirmişlerdi,her gün yüzlercesi oradan dünyaya geçip savaşa katılıyordu! İlk gece hazırlıksız ve uykuda yakalanan kuzey su kabilesi,şehri neredeyse tamamen boşaltmak zorunda kalmış ve bu sırada ağır kayıp da vermişlerdi. Boş tundra bölgesine taşınan halk koruma altına alındıktan sonra gönüllülerden kurulu ordu,şehri ve özellikle ruhlar vahasını geri almak için saldırıya başlamıştı. İki hafta kadar sonra da ateş ulusu donanması yetişmiş,hemen ardından Bumi’nin yolladığı birkaç bin usta toprak bükücüden oluşmuş bir ordu,Azula’nın emrine girmişti. Karargah çadırları derhal kurulmuştu. Azula işe el koyuca durum biraz düzelmiş gibiydi,şehrin büyük bir çoğunluğu ele geçirilmişti sadece ruhlar vahasına girilemiyordu. Derken Zhao ortaya çıktı ve savaş meydanına gelip Azula’ya meydan okudu. Öldürdüğü sabık ateş lordu hakkında ileri geri konuşmasını başkomutan prenses daha fazla sindiremedi ve meydan okumayı kabul etti. Şehrin meydanında agni kai yaptılar. Azula “son” yaptığı agni kai’yı kaybetmiş olmasına rağmen bu kez kendisine güveniyordu,bilmediği Zhao’nun “ellerindeki” sürpriz kozdu. Yarım saat kadar sonra askerleri prensesi ölmek üzereyken keçe çadırına taşıdılar. Azula neyse ki Appa gelinceye dek dayanabilmişti. O günden itibaren tedavisini tamamen Katara üstlendi. Azula’yı kendisine getirmesi epey bir zamanını almıştı ama işte prenses,sevgili arkadaşının ellerinde tekrar dirilmişti! Bu sırada şehrin kuşatması başkomutanın ağır yaralanması ile kesintiye uğramış,hatta ordu ceset askerler karşısında geri çekilmek zorunda bile kalmıştı. Ancak bu kez de Aang,,Iroh ve Sokka duruma el koydular. Çok geçmeden Kiyoşi adası ve Ba Sing Se’den de destek kuvvetler geldi. Savaş başlamıştı,üstelik çok da hızlı başlamıştı! -Azula ne zaman konuşabilecek kıvama gelir? Diye sordu Aang,karargah çadırında,uzun dikdörtgen masanın üzerine serilmiş haritaları incelerken. Katara derhal cevapladı: -Çenesi neredeyse kırılacakmış. Biraz konuşturmaya çalıştım ama çok zorlanıyor. Birkaç gün daha dinlenmesini beklemeliyiz! -Yeterince bekledik! Savaş bir aydan fazla bir süredir devam ediyor! Azula’ya,biza yardımı dokunabilecek herkese ihtiyacımız var! Yeterince geç kaldık zaten! Aang’in sesi biraz fazla yükselmişti,Sokka dudağını büktü: -Sakin ol,Aang! Elimizden geleni yapıyoruz! Azula hızlı bile iyileşti,onu ne halde bulduğumuz hatırla!
-O lanet herifi en son Azula gördü! Bana,bize anlatması lazım! Tanrı aşkına,onu ne hale getirmiş! Dünyadaki en güçlü ateş bükücüyü! Aang çadırın içinde sinirle bir aşağı bir yukarı dolanıyordu,haritanın üzerine eğilmiş ,Sokka’nın sırıtarak kendisine baktığını fakedince Ne? dedi. -En güçlü ateş bükücü dedi Azula için. omuz silkti: Ne var ki bunda? Ben bunu kabul edeli yıllar oldu! -Azula onunla nasıl başa çıkamaz? Bu adam nasıl bu kadar güçlü hale gelebildi? Bunu Azuladan öğrenmemiz şart! Daha çabuk iyileştirmenin yolu yok mu onu? -Uğraşıyorum! Dedi Katara isyan kokan bir sesle. Aang’i bu kadar sinirli ve savaşın akıbeti hakkında endişeli görmek onu da hafiften sinirlendirmişti: -İnanın konuşturmayı denedim! Canı çok yanıyor! Birkaç gün daha! -Aang,otur yerine! Böyle bağırıp çağırmakla halledilecek bir iş değil ki bu! Beklemeliyiz,sabretmek lazım! Iroh amca bunları söyleyip fincanını dudaklarına götürüken Aang sonunda patladı: -Anlamıyorsunuz! Her gün onlarca asker ölüyor! Bizse burada strateji oyunu oynuyoruz! Yine benim yüzümden insanlar hayatlarını kaybediyolar! Sizin bu kadar rahat olabilmenize inanamıyorum! Yumruğunu haritanın üzerine sert bir biçimde indirince da kızdı: -Nasıl birşey yapmadığımızı söyleyebilirsin! Orduyu yönetiyoruz,askerleri yönlendiriyoruz,planlar kuruyoruz! Meydana çıkıp savaşmak ve Azula gibi olmak mı istiyorsun! Ordunun bir başa ihtiyacı var! -O kadar rahatsınız ki beni çıldırtıyorsunuz! -RAHAT MI??? Benim canımdan bir parça haftalardır orada canıyla uğraşıyor! Hergün onlarca askerimi donmuş tundraya gömüyorum! Çoğunun yüzü tanınmaz halde,adı sanı belli değil! Aang,ne dediğini bil de konuş! da sesini yükseltmişti,Aang’le birbirlerini pis pis süzdüler,Katara araya girdi:
-Neden insanlar senin yüzünden ölüyor olsun,Aang? Sen herkese umut aşılıyorsun! -Umut mu? UMUT MU??? Benim umut edilecek ne halim kalmış! Avatar halime geçemiyorum! Hiçbir işe yaramıyorum! Elim kolum bağlı!!! Burada böyle çaresizlik içinde beklemek,ölen askerleri seyretmekten başka ne yapıyorum??? Lanet olsun! Aang’in sinirden gözünden yaş gelmişti,çadırın çıkışına doğru yöneldi biraz temiz havaya ihtiyacı vardı. Katara hüzünle boynunu eğdi: -Biraz konuşturmayı denedim. Birşeyler söyledi aslında. Ama sanırım sayıklıyordu. Emin değilim... telaşlanmıştı,uzanıp Katara’nın masa üzerinde duran elini tuttu: -Katara,lütfen söyle? O adam kızkardeşime BAŞKA ne yapmış? Aang o sırada başını çevirmiş,’nun karısının elini tuttuğunu görmüştü. Suratını ekşitti. Başını kaldırmadan Aang’in bakışlrını üzerinde hisseden Katara hafif kızararak elini kucağına çekti. bozulmuştu,belli etmedi. -Dediğim gibi..sayıklıyor gibiydi. Böyle birşey olması imkansız ama...Zhao’nun kendisinin ateş bükme gücünü elinden aldığını söyledi. Odanın içindeki 4 erkek de korku ve şaşkınlıkla NE diye haykırdılar. Bir tek kuzey su kabilesinin reisi Kata birşey diyememişti,hiçbir şeyden haberi yoktu. Aang Katara’nın yanına geldi: -Saçmalık bu! İmkansız! Zhao böyle birşey yapamaz! -Böyle bir ihtimal var mı? diye korkuyla sordu Sokka. -İmkansız diyorum! -Eğer öyleyse... Bu,Zhao’nun aslan tosbağasına ulaşıp ondan bu beceriyi aldığı anlamına mı gelir? Dedi düşünceli düşünceli... -İmkansız dedim! Diye bağırdı Aang. Alnında ter damlaları
belirmiş,boynundaki damarlar şişmişti: Aslan tosbağası öyle pat diye her isteyenin bulabileceği bir yaratık değil! Kutsal bir varlık o! İstediğinin karşısına çıkar! Zhao onu BU-LA-MAZ! -Ama bulduğunu farzedelim. O zaman bu Azula’nın nasıl bu hale geldiğini açıklar! Yani kendisini savunması gerekirdi,böyle kötü yaralanmış olması imkansız gibi gözüküyor,onun sahip olduğu müthiş bükme gücünü hesaba katarsak! ve Iroh da Sokka’yı onaylayınca Aang kendisini daha fazla tutamadı: -Ya herşey bir oyunsa? -Ne??? Aang sırtını odadakilere dönmüş konuşuyordu,sesi buz gibiydi: -Yani sonuçta bahsettiğimiz kişi Azula. Zhao’nun bizzat yetiştirdiği insan. Belki de bütün bunlar bizi oyalamak için bir taktik... belki de.. sinirle ayağa fırladı: Aang,açık konuş,ne demeye çalışıyorsun? Aang hızla ’ya doğru döndü: -Belki de Azula hocasıyla iş birliği içerisinde! Belki onunla anlaştı ve şimdi yaralı ayaklarına yatıp bizi oyalamaya çalışıyor,belki de bizi ... -Arkamızdan mı vuracak? Diye avatarın sözünü tamamladı inanmayan bir sesle Sokka. Bu ’yu daha da çıldırttı: -SEN KIZKARDEŞİMİN İHANET İÇERİSİNDE Mİ OLDUĞUNU İMA EDİYORSUN! -İMA ETMİYORUM! DOĞRUDAN SÖYLÜYORUM! Karşı karşıya durmuşlar,birbirlerine öldürücü bakışlarla meydan okuyorlardı. öfke dolu bir sesle: O benim kızkardeşim! Diye haykırdı. -Evet,diye onayladı Aang,beni öldürmeye çalışan kızkardeşin,beni bırak SENİ öldürmeye çalışan kızkardeşin!!! -Aang,söylediklerini geri al,yoksa... -YOKSA??? - derhal dışarı çık! Diye Iroh iki gencin arasına girdi. Katara korkuyla yerine büzüşmüş,Sokka da sonunda dayanamayıp ayağa kalkmıştı,Kata ise
tırın tırın çıkışa yaklaşmış,havadaki elektriklenmeden korkup çoktan çadırdan sıvışmıştı. derin bir nefes aldı ve sinirle aldığı tüm nefesi burnunda dışarı verdi,öyle ki burnundan ateş çıktı! Avatara bir gazap bakışı fırlatıp kendisini dışarıya attı. Aang onun peşinden çıkmak için davrandı ama amca onu omuzlarından yakaladığı gibi sandalyesine oturttu: -Aang,Azula ile ilgili duygularını,düşüncelerini anlayabiliyoum. Ama küçük yeğenim çok değişti. Ona ben kefilim. ardı ardına pek çok kayıp yaşadı. Azula’yı da neredeyse kaybediyordu. Onu da anlamalısın. Kızkardeşinden bahsediyorsun sonuçta! Azulaya güvenebiliriz,sonuna dek hem de! Böyle diyip,onaylaması için Sokka’ya bakınca genç savaşçı da ileriye atıldı: -Güven bize Aang! Azula artık iyi biri. Böyle birşey yapmaz! Hele o adamın babasına yaptıklarından sonra! Bana da mı inanmıyorsun? Katara’ya sor! Aang başını kaldırıp karısına baktı ama Katara içinden “Bu çadırda sözüne inanabileceği son insan benimdir herhalde” diye düşünüyordu,yavaşça ayağa kalktı: -Benim onu iyileştirmek için bu kadar çaba harcamam,ona ne kadar güvendiğimin bir delili değil mi? Şimdi izninizle,sevgili hastamın pansuman saati geldi! Çadırdan dışarıya çıkınca ’nun biraz ileride tek başına ayakta durduğunu,dalgın gözlerle geniş hastane çadırına sedyeler içinde taşınan yaralı askerleri izlediğini farketti. Ona yaklaştı,yavaşça elini omzuna koydu teselli edici birşeyler söylemeye hazırlanıyordu ki ateş lordu hafifçe başını çevirip göz ucuyla ona şöyle bir baktı ve omzunu silkeleyip Katara’nın elini omzundan attı. Yürüyüp uzaklaştı. Katara arkasında bakakalmıştı. Katara da çıkınca Aang biraz daha rahatlamış gibiydi,sakinleştiğini hissettiren bir sesle:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:33 am

Asıl korkum Toph,dedi çadırda kalan Iroh ve Sokka’ya. Ruhlar vahasına giremiyoruz. Orası Toph’a ulaşabilmemizin tek yolu halbuki. Şimdiye kadar çoktan onu oradan kurtarmamız gerekiyordu! Sokka onun omuzunu pışpışladı: -Yapma,Aang. Toph’un güvende olduğundan eminim. Yue onu korur. Aang’in bakışları yerdeydi,gözlerinin dolu dolu olduğu görünmüyordu: -Daha dün kendi ellerimle bir askeri gömdüm. Sadece 13 yaşındaymış. Bu haksızlık! Daha önce de 100 yıl geç kalmıştım ama bu benim elimde olan birşey değildi. Ya şimdi? Iroh sakalını sıvazlıyordu: -Eğer Azula’nın söyledikerli doğruysa...Yani gerçekten bir sayıklama değilse...Durum ciddi demektir. -Bize saldıran şu ceset askerlere bakın! Bunlar Toph’la bana ruhlar dünyasından saldıranlar ya da geçen ay sarayı basanlar değil! Onlardan kat kat güçlü! Zhao onlara bu kadar güç verebildiyse kendisi ne hale gelmiştir? Ya da adı saklı nasıl büyük bir güce sahip ki Zhao’ya bunları yaptırabiliyor? Aang’in sesi az önceki kızgın avatar gibi değil de neredeyse Sokka’nın onu ilk buldukları küçük,dünyadan habersiz 12 yaşındaki çocuk gibi çıkıyordu. Sokka onu canlandırmak için: -Ruhlar vahasına girmenin bir yolunu bulmalıyız! Dedi: Ve bunu üçümüz yapmalıyız! -Ne? -Koca orduyu oraya sokmanın değeri yok! Bu bol bol can kaybı demek ve bizim buna daha fazla tahammülümüz yok! Biz üçümüz yeteriz! Küçük,elit bir takım gibi çalışıp oraya girebiliriz! Hem Toph’u alırız,böylelikle avatarımızın kafası rahat,dinç olur hem de belki Zhao oradadır! O orada olmasa bile gücünün kaynağının orada olduğunu biliyoruz! Başarabiliriz! Beklenen gün dönümüne 3 ay kadar bir zamanımız var! bizsiz idare edebilir,hem Azula da iyileşiyor! Bu işi bitirebiliriz! -Sen niye geliyormuşsun,pardon? Aang bu soruyu öyle bir ses tonuyla sordu ki Sokka hafiften terledi:
-Niye gelmeyecekmişim? Iroh amcadan yardım istemek benim fikrimdi! Ayrıca Toph’u merak ediyorum...hem size...ne bileyim..plan kurarım! Yardımcı olurum yani... Iroh da Aang de kendisine inanmayan gözlerle bakıyordu,sonunda dayanamadı: -Tamam ben de Yue’yi merak ediyorum,iyi olup olmadığından emin olmak istiyorum! -Bu Suki’yi daha da kızdırmaz mı? -Umrumda değil! Sokka birdenbire sinirlenmişti,Sukiyle o günden beri dargındılar,yataklarını ayırmışlardı ve yemek haricinde görüştükleri de yoktu. Sadece Yuka’nın hatrına yemekte yanyana oturup iki çift laf ediyorlardı! -Beni ölü bir kadından kıskanıyor! Düşünebiliyor musunuz? Çıldırtacak beni! Ne kadar kızarsa kızsın umursamıyorum! Zaten beni bugünlerde pek bbir görmezden gelmekte! Gözünün önünden tamamen kaybolursam onun için birşey değişmez! Sesinden ne kadar alındığının derecesi belli oluyordu,Aang “Sen bir aptalsın” diye mırıldandı, “Elindekilerin kıymetini bilmiyorsun!” -Sen de o ölü kadın için bak ta nerelere gitmeyi göze alıyorsun? Haksız değil demek ki kızcağız! Iroh amcadan böyle birşey duyunca Sokka’nın canı daha da sıkıldı: İlk aşk unutulmaz derler,diye itiraf etmekten kendisini alamadı ama sonra heyecanla devam etti: Ama şimdi Suki var,öyle değil mi? Mutlu bir evliliğimiz,taptığımız bir oğlumuz var! Bunu sorun yapan,en baştan beri...dur bakayım..hah! Sozin kuyruklu yıldızı gelmeden önce Köz adasında oynanan oyunu hatırlıyor musun? Bizim hakkımızda..ta o zamandan beri bunu kafama kakan o! Ben ona hiç yalan söylemedim ki...Aramızda geçen herşeyi anlattım! Anlattıklarıma inanmayan,arkasında hep daha fazlasını arayan,bulamayınca bile bu anlamsız kıskançlığı devam ettiren o! Bana ve geçmişime saygı duymayan biriyle..
Sustu,dudaklarını ısırdı.bütün kızgınlığına rağmen karısını bu cümlenin devamını getiremeyecek kadar çok seviyordu. “Benim sana da aşkına da saygım sonsuz,Aang. Ben bunu bile bile seni sevdim!” Aang bir rüyadan silkinir gibi ayağa kalktı: Tamam,dedi. Kabul! Üçümüz gideceğiz! Ama önce Azula ile konuşmamız lazım! Bakalım Zhao neler yapabiliyormuş,neler yapamıyormuş? -Bir daha dene! -Denedi ya,Aang,olmuyor? Zorlamamnın ne anlamı var? -İnanmıyor işte doktor hanım! Durun,biraz daha doğrulmama yardımcı olun önce..hah! Ay,acıdı biraz! Bir,iki... Gördün mü? In yo face! -Ne? -Yok bir şey! Üç gün sonra Azula kendisini daha iyi hissettiğini söyleyince Aang,Iroh,Sokka ve ,Kataranın gözetimi altında hasta için ayrılan çadıra doluşmuşlardı. Azula gerçekten de ateş bükemiyordu,defalarca deneme yapmış ama ellerinden,parmaklarından, yumruklarından,hiçbir yerinden ateş çıkaramamıştı! Ama avatar hala inanmayan gözlerle bu zar zor hareket eden mumya kadını süzüyor,her seferinde yeni bir deneme yapmasını istiyordu. Son denemeden hastasının canının fazlasıyla acıdığını yüz çizgilerinden okuyan Katara duruma el koydu. -Bu sondu! Gördünüz işte! Şimdi onu yerine yatırmama yardım edin! ve Sokka yardım ettiler,prensesin mumyası yerine yerleştirildi. -İtiraf et,kel! Beni böyle görmek hoşuna gidiyor,değil mi? Azula yattığı yerden hala kendisine laf yetiştirebiliyordu! Aang başını iki yana sallayıp buz gibi bir sesle: -Nasıl zevk alıyorum,bilemezsin Azula! Öyle böyle değil,deyince Sokka
hafifçe avatarın omzuna vurmak zorunda kaldı. -Bir kez de onlara anlat bana anlattıklarını,dedi kızkardeşinin arkasındaki yastıkları düzeltirken. Azula iç geçirdi,hezimetinden bahsetmek gururunu incitiyordu: -Çok...çok güçlüydü. Sanki yakınlardan bir yerden sizin meşhur Sozin geçiyormuş gibi çok güçlüydü. Yolladığı ateş toplarını güçlükle savuşturuyordum! Sonra nasıl oldu anlamadım. Bir ateş topu beni savurmuş,hızla yere çarpıp sersemlememe sebep olmuştu! Gözlerimi açtığımda başımdaydı,beni omzumdan yakalayıp dizlerimin üzerine kaldırdı. Sonra sol elini kalbimin,diğerini başımın tam üstüne koydu. Elini başının üstüne götürmüş,mesh yerini gösteriyordu. -Sonrasını hatırlamıyorum. Yalnızdık,yaverlerimden ve toprak bükücü komutanlarımdan habersiz gitmiştim yanına... Onlar birşeylerden şüphelenip...agni kai yaptığımız yere geldiklerinde Zhao’nun beni yerden yere savurduğunu,benimse yarı baygın olup hiçbir şekilde kendimi savunamadığımı gördüklerini anlattılar. (bu kısmını Aangler çoktan biliyordu!) Gerisi yok! Yüzü ekşimiş,babasına o korkunç şeyi yapanın karşısında kendisini bu kadar küçük duruma düşürdüğü için olanları anlatırken kendii kendisine sinirlenmişti. Ah,keşke annesini dinleseydi! -Pansuman saati geldi,sizi dışarı alayım beyler... Aang dışarı çıktığında derin bir nefes aldı,çadıra girerken hala Azula’nın yalanını yakalamayı umuyordu oysa şimdi..Zhao’nun artık bu çok gizli sanatı bildiğinden emindi! Ne kadar iyi bir yalancı olursa olsun,Azula bile ölüm döşeğinden son virajda dönmüş birisi olarak hele hele bu konuda bu kadar ustalıklı yalan söyleyemezdi. Üstelik Aang,insanın içindeki bükme enerjisinin nasıl bir teknikle büküldüğünü ayrıntılarıyla kimseye anlatmamıştı! Oysa mumya prenses,hangi elin nereye konduğuna kadar herşeyi dosdoğru söylemişti. Bir el omzuna dokununca karanlık düşüncelerinden dünyaya geçiş yaptı: -Umut kalmadı! Azula yalan söylemiyor! Anlattığı teknik bire bir doğru!
Bunu dünya üzerinde bir tek ben biliyordum! Artık Zhao da biliyor. Bu savaş baştan kaybedilmiş bizim için... Sesi ağlamaklıydı ama amca her zamanki gibi umut dolu bir sesle konuştu: -Sana kırmızı acı biber çayı içiririm! Ne demek umut yokmuş? Sen Ozai’yi yenmedin mi? Bütün dünyanın en manyak,en tehlikeli adamını dize getirmedin mi? -Ama ya avatar halim? -Tamam,Ozai’yi avatar halinde zayıflatabildin...Ama sen...tanıdığım en güçlü insansın Aang! Çocuk yaşta öyle büyük bir sorumluluk üstlendin ve bunu öyle büyük bir başarı ile yerine getirdin ki! Yine yapabilirsin! Bunun için diğer avatarlara ihtiyacın yok! Onları dinleseydin...Ozai’yi öldürürdün! Ama sen büyüklüğünü ispatladın! Yine yapabilirsin! Ve ben sana yardım etmek için gerekirse canımı ortaya koyacağım! Söz veriyorum! -Ben de! Diye atıldı Sokka. -Bensiz olmaz diye güldü hemen arkalarından. Tanıdık bir ses daha geldi kulağına...uzaklardan..çok sevilen ve çok özlenmiş bir ses: “Ben hep yanında olacağım! Seni bir daha hiç bırakmayacağım! Ağlama artık!”
Aang gözyaşlarını tuttu,ağlamadı...hüzünle gülümsedi. da dahil kimseyi kaybetmeye tahammülü yoktu! Hele hele o sesin sahibi... Onu oralara yar etmeyecekti! Bu işi kayıpsız bitirecekti! Ateş başında oturmuş,odunların çatır çatır yanışını seyrediyordu. Yanına biri yaklaştı: -Üşümüyor musun? Sana çay getirdim! Katara da Aang’in oturduğu kütüğün üzerine tünedi yavaşça. Aang nerdeyse donmuş parmaklarını sıcak fincanın üzerinde gezdirirken iç geçirdi: -Evliliğimiz boyunca beni bol bol bu soğuk iklimi alıştırmıştın,Katara! Üşümüyorum.. Katara şaşkınlıkla sordu: -Biz artık evli değil miyiz? Aang böyle birşey ima etmemişti,o da şaşırdı,karısına baktı: -Bilmem,öyle miyiz? -Aang! Aklıma bir fikir geldi! heyecanla yanlarına yaklaşmıştı,nefes nefeseydi: -Azula’yı güneş tapınağına götürebilirim! Aang az önceki sorunun etkisi altındaydı,iyice afalladı: -Nereden çıktı bu? keşfinin verdiği bir heyecanla bir ona bir Katara’ya bakıyordu,konuşmak için nefesinin düzelmesini bekledi. Kataraysa Aang’le başbaşa yakalandığı niçin hafifçe kızarmış,bariz bir biçimde rahatsız olmuştu ama güneş tapınağı lafını uzun zamandan beri ilk kez duyduğundan merak etmiş,kalkıp gidememişti. -Ben de size ilk katıldığımda ateş bükme gücümü kaybetmiştim,hatırlarsın! Ama orada tekrar kazandım. Ejderler Azula’ya da yardım edebilir! Bana yaptıkları gibi.. -Olur mu acaba.. Bilemiyorum ki? -Aang,denemekte yarar var! Ayrıca güneş savaşçılarından bu savaşta bize
yardım etmelerini de isteyebilirim! Tamam,altı yıldır onlarla,tıpkı onların istediği gibi hiç temas kurmadık ama dünyanın durumu sonuçta onları da ilgilendiriyor değil mi? Belki ejderleri bile bu savaşta kullanmanın bir yolunu bulabiliriz! -Neden bahsediyorsunuz,ne ejderi? Katara ikisine de şaşkın şaşkın bakmaktaydı, hayret etti: -Sen Katara’ya anlatmadın mı? Aang dudak büktü: Anlatmamamız söylenmişti,anlatmadım! Sen? -Mai’ye anlatmıştım,diye güldü . Ondan hiçbir şey gizlemek mümkün değildi ki? Ee,ne diyorsun? Katara nedense rahatsız olmuştu. sanki Mai hala yaşıyormuş ve...Katara hala Aang’le evliymiş de iki arkadaş birbirlerine birbirlerinin karılarından bahsediyorlarmış gibi konuşmuştu. Ya arada olanlar? -,işe yaramayabilir! Sonuçta sen saf değiştirdiğin,o güne kadar inandığın herşeye sırt çevirip bir tür..boşluğa düştüğün için öyle olmamış mıydı? Ama Azula’nın gücü,İKİNCİ BİRİ TARAFINDAN alındı. Aslında benim de 2. biri tarafından alınmıştı,dedi düşünceli bir tavırla: Kötü giderken iyi olmaya çalışan ’nun elinden bükme gücünü almıştı. -Güzel benzetme,diye güldü Aang. O da doğru ama... -Aang,denemekte fayda var diyorum! Üstelik babamın ilk zamanlar kütüphanede ejderlerle ilgili pek çok kitap incelediğini de biliyorum! Demek ki o da bu ihtimali biliyordu,belki başlarda kaçıp bir ejder bulmayı ve güçlerini geri almayı düşünüyordu. Olamaz mı? Aang bakışlarını sönmeye yüz tutan ateşe çevirdi. Sonra kaşlarını kararlılıkla çattı: -Tamam,kabul! Appayı da alıp yola çıkın! En kısa zamanda! En kısa zamanı öğrenmek için iki genç adamın da bakışları Katara’ya dönünce genç kadın kendi düşüncelerinden aceleyle silkinerek: -Uzun yodan bahsediyorsunuz! Dedi: Yorucu olacaktır. Bir hafta kadar bekleseniz. Daha yeni ayaklandı! -En kısa zamanda,diye üsteledi avatar.
_________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:33 am

Peki o zaman! Elimden geleni yapacağım. mutlulukla gülümseyip avatar ve değerli eşine iyi geceler diledi,çadırına yollandı. Kızıl renkli yumuşacık kürkü içerisinde bu dağınık saçlı,konuşurken ağzından buharlar saçan genç adamın eski nişanlısını bir başkasıyla başbaşa yakalamış olmasına rağmen o umursamaz ve rahatlamış gülümsemesi bütün gece Katara’nın gözünün önünden gitmedi. Dört gün sonra sabaha karşı uzun zanamdan beri savaş meydanında elinden yaralı taşımaktan başka bir iş gelmeyen Appa,uzun yol için hazırlanmış bir halde,çadırların ortasındaki açıklık alanda bekliyordu. Haru (savaş için çoktandır buradaydı,Ty lee ile beraber tabii ki!) toprak bükerek bir asansör gibi Azula’yı abisinin de yardımıyla dev bizonun eğerine bindirdi. Aang ve Katara da toprak asansörün üstündeydiler( normal topraktan çok donmuş tundra kayasıydı bu),Katara ’ya bir çanta dolusu ilaç ve bir yığın nasihat verdikten sonra Azula’yı iki yanağından öptü. ’nun da yüzüne bakamadan sadece elini sıkmakla yetindi. -Dikkatli olun! Hava kadar buz gibi bir ses: -Oluruz! dedi. Aklına çok çok uzun yıllar önce bir başka veda sahnesi geldi,yüreği acıyla burkuldu. “Kendine ve bebeğimize iyi bak sevgilim,seni seviyorum! -Çabuk dön!” Aang arkadaşının elini bütün kuvvetiyle sıktı: -Umarım dediğin olur ve bizim yaşlı şef sırrını açık ettik diye o kadar da kızmaz. göz kırptı: -Eh... İki kişinin bildiği sır değildir!
Appa çok uzun bir yola çıktı.
Güneş tapınağı sakinlerinin yuvası olan bu dağ içine oyulmuş labirent misali taş koridorların her birinde onlarca oda vardı,her biri birbiriyle bir noktada kesişiyor ve hepsi birden aynı yere,geniş avluya çıkıyorlardı. Bu geniş avlu,Aang ile yıllar önce buraya ilk geldiklerinde ejderlerin sınavında kabile sakinlerinin yerel çalgıları ile tören seramonisini gerçekleştirdikleri yerdi,iki dağ arasında kalan bu avlu ve avlunun yan duvarlarını oluşturan bu bahsedilen iki dağ,bütün bir şehri oluşturuyordu! Ve şimdi bütün bu şehir korkunç bir işgal altındaydı! Azula gencin de yardımıyla ’yu hemen o katta bulunan ve depo amacıyla kullanılan,avluya bakmadığı için de penceresiz ve karanlık olan küçük bir odaya yerleştirdi. Her odanın karşısında böyle küçük,yüklük nevinden bir oda bulunur ve karşısındaki geniş odanın sahibine ait olduğu da bilinirdi. Her bir yüklüğün,hırsızlık ve vahşi hırsız hayvanlara karşı bir önlem olarak,diğer odaların aksine kayadan,ağır bir kapısı bulunurdu. ’nun yarasına biryerlerden bulup buluşturdukları ıslak bir havlu bastırmışlardı,genç; lordun başını bir parça yan koymuş,ayaklarını da üstüste koyduğu iki çuvalın üzerine dikmişti(-Napıyorsun? –Bir,eğer kafasını böyle koymazsak dili boğazına kaçıp onu boğabilir,iki ayaklarını böyle dikersek kan kaybı daha az olur,üç bunun da tıbbi açıklamasını sorma,uzun sürer.-Benimle neden sayı sayarak konuşuyorsun,manyak mısın sen? – Senin gibi senin kadar!!! –Bana baaak!. Genç gerçekten de kafasını çevirip Azula’nın tam gözünün içine bakmıştı,Azula’nın tuttuğu meşalenın ışığıyla bu keskin bakışlı gözler kırmızı kırmızı parlıyordu,Azula hayatında ilk kez söyleyeceklerini yutmak zorunda kalmıştı). Dışarıya çıkıp yüklüğün kaya kapısını kapattılar,daha doğrusu genç tek başına kapattı,Azula bu kapının toprak bükücü olmayan biri tarafından yerinden oynatılamayacağını düşünürken bu ukala kabilelinin kayayı bir dakikadan kısa bir süre içerisinde yerine yerleştirdiğini görünce ağzı bir karış açık kaldı!
Sonra yanyana koşmaya başladılar,koridorlar zombi askerlerle doluydu,birkaç tane de kabileli cesedi ile karşılaşmışlar ama ortalıkta tek bir yaşayanını görememişlerdi. Gencin inanılmaz bir ateş bükme gücü vardı,koridorun başında durup üzerlerine gelen zombilere doğru tek bir ateş topu yolluyor,alevler korkunç bir ıslık çıkararak bütün bir koridoru süpürüyor,ortaya çıkan inanılmaz ışık geçtiğinde Azula koridorda hiçbir düşman askerinin kalmadığını ama taş zeminin bir diz boyu kül ve tozla kaplanmış olduğunu hayretle farkediyordu. Avatar tarafından bile yaşayan en güçlü ateş bükücü olarak kabul edildiğini bilen(Sokka ağzından kaçırmıştı) ateş ulusu prensesi,bu az konuşan ve çok iyi savaşan yarı çıplak güneş kabilesi sakini karşısında kıskançlıktan kuduruyordu! Azula geniş avluya çıkana kadar neredeyse hiç kılıcını oynatmadı,genç;karşılarına çıkan bütün düşman askerlerini tek başına küle döndürmüştü. Ama avluya çıktıklarında,etrafları birden zombi askerlerle çevrildi,yüzlercesi bu geniş avluyu ağzına dek doldurmuştu,Azula kılıçlarını dikmiş geri geri çekilmişti ki sırtı gencin sırtına dayandı,daracık bir çemberin içine sıkışıp kalmışlardı: -Eh prenses! Misafirperverlik edip size hiç iş yaptırmayayım dedim ama.. Sanırım şimdi yardımınıza ihtiyacım var! Avlu,iğne atsan yere düşmeyecek şekilde kaslı ama mosmor,çürümüş vücutlu ama sınırsız bükme gücüne sahip,üstelik de iğrenç kokan düşman askerleri ile doluyken bu çok bilmiş,alay eden bir ses tonuyla ve yüzünde yarım bir gülümseyişle misafirperverlikten sözediyordu! Buraya geleli üç gün kadar olmuştu,bu ukalayı Azula daha önce nasıl ve neden farkedememişti? Dişlerini sıktı: -Sizin kabilede anladığım kadarıyla kadınlara bu tür işler pek düşmüyor ama... napalım bu seferlik idare edin artık! Gencin güldüğünü sırtına değen sırtının bir an için sarsılışından anladı ve sanki bu işareti bekliyorlarmış gibi zombi askerler korkunç naralar atarak saldırıya başladı!
Azula kılçlarını büyük bir ustalıkla kullanıyordu,hastalığı sırasında amcasından abisinin mavi ruh maceralarını dinlemiş ve ikiz kılıçlara daha o zamandan heves etmişti. Eline kesici bir alet verilecek kadar iyileştiğine kanaat getirilince de ’ya aylarca dil dökmüş,bıktırıncaya kadar ona yalvarmış,sonunda ateş lordu da kızkardeşine bir çift kılıç tedarik edip ona birkaç ders vermeye razı olmuştu. Azula hevesi geçinceye dek kılıçlarıyla oynamış,epey de şey öğrenmişti,sonra bu merakı da geçmiş,o sıralarda saraya yeni gelen Katara’yla uğraşmaya başlamıştı. Şimdi yıllar önce ’dan aldığı dersler ne kadar da işine yaıyordu! ... Katara... Ah,abicim! Şu an burada olup bana Azutara şakaları yapman için nelerimi vermezdim? Nolursun dayan,bak kuzey kutbunda bizi Katara bekliyor!!! Sol elindeki kılıcını hemen önündeki zombinin tam karnına sapladı,zombi puf diye bir ses çıkararak toza dönüşürken hemen sağındakinin kafasını sağ kılıcını savurarak omzundan ayırdı,sonra bir diğeri,sonra bir diğeri daha! Bunlar adeta yerden bitiyormuş gibiydi,birini devirince Azula daha kendisini toplayamadan karşısına bir diğeri çıkıyordu,bir ara tozdan göz gözü görmez oldu,prensesin ağzı burnu toz ve külle dolmuş,yaşaran gözleri kısılmış,etrafını saran korkunç kokudan adeta nefes alamaz hale gelmişti! Üzerine doğru bükülen ateşlerden pijamaları kavrulmuş,kakülleri yanmıştı! Birdenbire ortalık mavi bir ışıkla aydınlandı,bir gökgürültüsü bütün avluyu doldurdu,iki güçlü kol Azula’yı kavradı,prenses birden kendini hızla koşmakta olan gencin kucağında buldu,saçları kucağa alınır alınmaz elektiriklenerek dikilmişti. O ışık,o gürültü,saçlarının bu hale gelmesi... Bu ukala az önce YILDIRIM mı bükmüştü??? Başını kaldırıp gencin omzunun üzerinden arkasına baktı: Bütün avlu bir toz bulutuyla kaplanmıştı,yer yer orda burda tüten birkaç alev parçası görüyordu ama bunun haricinde...avluda tek bir zombi askeri kalmamıştı: Aman Tanrım! diye mırıldandı Azula,gencin yüzüne baktı. Bu en fazla 25 yaşında olan genç adamın hissiz yüzünde sadece kırmızısı bol kaçmış ela gözlerinin şeytani denilebilecek pırıltısı vardı!!!
-Hani kimseye söylemeyecektik? -Katara “kimse” mi -Hani özellikle “ona” söylemeyecektik? Çok tutarsız gördüm avatarı.. Karargah çadırının biraz ilerisinde bir asker ile haber yolladıkları Katara ve Suki’nin gelmelerini bekliyorlardı,gün yavaş yavaş ışıyordu. Gitme kararını verip planlarını yaptıklarından beri Aang kendisini son derece rahat hissediyor,sevgiyle B planlarının başını okşuyordu: Lozu onların kurtarıcısı olmuştu. Hem kampın yönetimini hem de beyaz lotusun her biri ordularının başında olan yöneticileri ile bağlantı kurma işini bayanlara bırakacaklardı,hemen o gün,güneş doğar doğmaz yola çıkıyorlardı. Az sonra Suki ve Katara geldiler,yalnız Katara biraz solgun görünüyordu,yüzü ağlamaktan şişmişti. Aang çok merak ettiği halde birşey sormamayı tercih etti,kısaca planlarını anlattılar. Sonlara doğru,Aang ve Sokka’nın konuşması sırasınca pek bir ilgisiz görünen Katara canlanır gibi oldu,sözleri bitince ileri atıldı: -Aang! Bunu yapabileceğinden emin misin? Aang gözle görülür bir biçimde alınmıştı,somurttu: -Güçlerimin azaldığının farkındayım ama suyun altında dördümüzün nefes alabileceği bir hava balonu oluşturabilecek ve bunu birkaç saat kadar tutabilecek kadar da subükücülüğüm kaldı merak etme! -Aang,benim söylemeye çalıştığım... Yani Appa dev bir bizondu,sadece kafasını alacak kadar bir hava balonu yaptığımda vücudunun geri kalanı etkilenmiyordu ve rahat rahat yüzüyordu,hem içinde ben de nefes alabiliyordum,diye açıkladı Katara,kara güneş gününü hatırlatarak: Ama Lozu o kadar da büyük değil,üçünüz sırtına anca sığacaksınız zaten,hem kendinizi hem de onun kafasını içine alabilecek bir hava balonunu nasıl idare edeceksin! Yüzemez ki o zaman! -İki ayrı hava balonu yapar,biri Lozu’nun kafası için,diğeri bizim için dedi Sokka yan yan karısına bakarken. Suki kendisine hiç bakmıyordu. -Evet ikisini birden idare edebilirim,dedi umutla Aang. Katara tekrar somurttu:
-Aang,bu çok büyük bir konsantre işi,sakın unutma. İstersen şimdi beraber bir tane deneyelim,hem derslerimizi hatırlamış olursun! -Buna vakit yok! -Bence bu iyi bir fikir Aang! Hatta yola çıkışı erteleyip bir gün kadar bunlara çalışsanız beraber! Dedi konuşmanın başından beri hiç lafa karışmamış olan Iroh. Bu planda içine sinmeyen birşeyler vardı. Avatar isyan etti: -Toph orada çaresiz bizi beklerken! Burada hergün askerlerimiz ölürken! Zaten yeterince beklemişken siz daha hâlâ bekle diyorsunuz! BU GECE GİDİYORUZ VE KONU BURADA KAPANDI! Ben idare edebilirim,söz veriyorum. Canlarınızı gönül rahatlığıyla bana emanet edebilirsiniz. Hiçbirinizin ölmesine izin vermem! Amca omuz silkip Katara’ya yaklaşırken: Ölümden öte köy mü var? dedi. Ben yeterince yaşamadım mı zaten? Sana ve Sokka’ya üzülürüm,o kadar. (Kataraya elindeki planları uzattı) Bunlar her bir beyaz lotus komutanı için özel olarak hazırladığım planlar ve raporlar. Her biri cephede... Yarın bir kurul toplayacaktık ama biz yarın o saatlerde çok uzaklarda olacağız( kendi kendien güldü) bunları onlara elden ulaştırırsan sevinirim Katara! Onlar ve Azula dönünceye dek idare edeceklerdir. Size sadece kampı yönetme işi kalıyor! Bu konuda da ikinize güvenimiz tam! Keninize iyi bakın! Katara ve geldiklerinden beri bir köşede somurtan Suki sımsıkı amcalarının boynuna sarıldılar,Iroh kolları arasındaki bu iki ince bedeni sevgiyle sıktı: Her zaman kız evladım olmasını istemiştim! Hah! Ben birşey yapmadan tam 4 tane oldu! Suki avatara iyi şanslar diledikten sonra Sokka’ya bir zeytin dalı daha uzatmaya karar vererek yanına geldi: Kendine çok dikkat et! Çocuğum babasısın ve benim için hala..çok değerlisin! Sokka başını kaldırıp Suki’nin yüzüne bakmadı bile: Sen de dikkat et! Buralar size emanet! Böyle diyip arkasına döndü,yavaş yavaş su kenarında bekleyen Lozu’nun yanına gitti. Suki dudaklarını ısırdı: Git bakalım! Acele et! Yolun sonunda Yue’n var nasıl olsa!
Katara uzaklaşan abisini aceleyle kucakladıktan sonra Aang’in yanına geldi: -Kırılasın diye söylemedim! Sadece sana birşey olmasını istemiyorum. Genç avatar gülümsedi: Bu kez olmayacak. Söz veriyorum! “Sen seçimini yapmışsın,Katara!” Ursa’nın sesi kulaklarında çınlıyordu,gerçekten de yapmış mıydı? Uzanıp Aang’i tek yanağından yavaşça öptü. Üçü birden Lozu’nun üstüne bindiler,Aang en öne binmişti,Sokka’yı da ortaya almışlardı. Vahadan başlayıp şehrin içini bir uçtan diğerine saran ve sonunda hepsi denize dökülen çoğu açık ve çok az sayıda olanının üstü kapalı su kanallarından biri buraya,şehrin epey dışına ulaşıyordu. Ne yazık ki haritalardan anladıkları kadarıyla bu kanalın çok az bir kısmının üstü kapalı ve en önemlisi şehrin içinden geçen önemli bir kısmının üstü açıktı. Üstü kapalı yerlerinde en azından hava alabilecekleri kadar boşluk bulunacağını umuyorlardı ama üstü açık kısımda suyun üzerine katiyyen çıkmamaları gerekiyordu hatta mümkünse epey derinden gitmeliydiler ki suyun içinde birşeyin hareket ettiği belli olmasın. İşin asıl zor kısmı orasıydı,şehri dolduran düşman askerine farkettirmeden bütün kanalların kalbine,vahaya ulaşmak! Şimdilik suyun üzerinden gitmelerinde bir sorun yoktu,Lozu ağır gövdesini buzun üstünde kaydırarak suya daldı,kanalın üstünde şehre doğru yüzmeye başladı. Bir kez bile arkasını dönüp kendisine bakmayan Sokka’ya el sallarken Suki şöyle düşünmekten kendisini alamadı: -Tamam! Varsın Yue’yi sevsin! Onunla olsun! Ama yeter ki yaşasın! Ölmesin! Lütfen! -Beni kucağından indirecek misin artık? -Ben rahatın yerinde sanıyordum! -Misafirperverliğin bu kadar da fazla! Genç omuz silkti ve aniden prensesi kucağından bırakıverdi. Azula poposunun üstüne düşmüştü,suratını ekşitti: Ukala olduğumuz kadar kabayız da!

devamı var daha...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:34 am

İkimiz birden mi? dedi genç gülerek: Yok,ben sadece Shinji! Sizi Azula diye biliyordum ama isterseniz “Ukala Kaba” da diyebilirim Azula ayağa kalktı,ters ters Shinji’ye baktı. Sonunda adını lütfedebilmişti! Şehrin diğer yarısına,avlunun karşısına gelmiş,karanlık girişin ağzında duruyorlardı. Shinji avucunun içinde bir ateş yaktı. -İçeride gizli sığınağımız var. Avlunun altında gizli acil durum geçişleri vardır,bütün halk oradan gizli sığınağa geçti,siz ne yazık ki geç kaldınız! Siz uyandığınızda geçişler,zombi askerlerin farketmemesi için derhal kumla ve kayayla dolduruldu. Herkes güvenle geçtikten sonra doldurularak yokedilecek şekilde düzenlenmiştir o tüneller! Tabii sizin haberiniz yoktu! -Misafirperverlikten söz ediyordun sen bir ara,değil mi? diye acı acı güldü Azula. Karanlıkta yanyana ilerliyorlardı,bütün koridor bomboştu,etrafa bir ölüm sessizliği hakimdi! -Tekrar saldıracaklar diye fısıldadı Shinji,elini çenesine götürdü: pek fazla VIP () konuğumuz olmuyor. O yüzden kapınıza koruma dikmek,ya da acil çıkış tünellerinden bahsetmek aklımıza gelmedi. Siz buraya gelene dek burası dünyanın en güvenli yeriydi. -Yine de gizli bir sığınağınız var ama? Diye güldü Azula,bu arada Shinji’ye biraz daha yaklaşmaktan kendisini alamadı,burada tüyler ürpertici bir sessizlik kol geziyordu. -Sel ve heyelan tehdidine karşılık yapılmış sığınaklar. Bizim doğadan başka düşmanımız yoktur! Dedi soğuk bir sesle Shinji: Sizin başınızın dertte olduğunu anlayınca ben de yanınıza gelmeye karar verdim! -Ah! Minnettarız! Diye söylendi Azula. Fakat Shinji birden durunca biraz endişeyle yüzüne baktı,kırılmış mıydı? Kırılmamıştı,Shinji’nin Azula’nın ne dediğiyle ilgilendiği yoktu,boş duvarın önünde durup ilk bakışta farkedilmeyecek olan bir deliğin içine ateş büktü,duvar açlıdı,içeriden karanlıkta parlayan bir çift sarı göz göründü: Güzeeel, prensesi bulmuşsun,Shin! Başaracağını biliyordum! Hadi içeri gelin! Gün ışıyor! Az sonra saldırı tekrar başlayacaktır! Bu kabilenin makyajı ağır kaçmış şefiydi. Azula derin bir nefes alıp duvardan içeri girdi!
-Lord nerde? -Karşıda kaldı,yaralı,dedi Azula ama aynı anda da Shin “can çekişiyor” demişti,prenses öfkeyle dönüp ona ters ters baktı. Shin umursamaz bir tavırla omuz silkti. Şef Shin’e hitaben: -O kadar kötü mü gerçekten? Dedi -Kötü! Yanığı çok kötü ve çok hayati bir yerde. Gelmeden önce tansiyonunu ölçtüm. Nabzı da zayıflıyordu. Yaşaması çok küçük bir ihtimal. Belki şimdiye dek çoktan ölmüştür! Azula heyecanla ayağa fırladı,dudakları arasından öyle bir ses çıkarmıştı ki bu dar ve havasız sığınağa tıkışmış bine yakın kişi aynı anda şaşkınlıkla ona döndü: -Sen nasıl böyle konuşabilirsin yaa? Kimsin,kim oluyorsun da bu konuda ahkam kesebiliyorsun??? Shin kollarını kavuşturmuş,dik dik Azula’ya bakıyordu,şef prensesi sakinleştirmek için ellerini kaldırdı: -Shin kabilemizin doktorudur,dedi. Ailece şifacıydılar. Ailesini küçük yaşta kaybetti fakat onlardan miras kalan sanatla yetinmedi. Özel izinle ve kimlik değiştirerek dünyayı dolaştı,Ba Sing Se ve sizin başkentiniz başta olmak üzere dünyanın en iyi tıp fakültelerinde eğitim gördü. Son yüz yıldır dış dünyaya gönderdiğimiz tek kişi o oldu,mesleğinin piridir,ayrıca tanıyabileceğiniz en mükemmel ateş bükücüdür,ben sizi aratmak için adam ararken o kendisi gönüllü olup sizi kurtarmaya gitti. Ne yazık ki eğer lordun sağlığı hakkında bu kadar kesin konuşuyorsa (şef iç geçirdi) bunlar doğru demektir. Shin’in doktor olduğunu öğrenince Azula adeta yıkılmıştı,tekrar yerine oturdu,bacaklarını karnına çekip yüzünü dizlerinin arkasına sakladı. gerçekten ölecek miydi yani? O kadar gençti ki... Sora’ya nolacaktı? Ya Katara? Tahta kim geçecekti? Demek Shin doktormuş! Biliyormuş da konuşuyormuş! Yani durum ciddi. Tanrım! Ölecek! Bir hıçkırığı zaptedemedi ama hayır, bu yabancı insanların arasında ağlayamazdı,birden omzunda bir el hissetti,başını kaldırıp baktı: Shin’di omzuna dokunan:
-Gerçekten üzgünüm! Acını benden daha iyi hiçkimse anlayamaz ama... Onu kurtarmak için bir “mucize” lazım. Sesi yumuşacıktı ve gözleri bu kez o korkutucu kırmızı yerine güzelce bir kehribar rengini almıştı,hatta hafiften gülümsüyordu bile. Güzel bir gençti. Azula onunla tanıştığından beri ikinci kez gürültüyle burnunu çekti. Mucize... Mucize...MUCİZE??? -Biliyorum! Ben onu iyileştirecek mucizeyi tanıyorum! Bizim derhal kuzey kutbuna dönmemiz lazım! Azula tekrar ayağa fırlamıştı,bu kez şefle Shinji de ayağa kalktılar. -Dışarıya çıkamayız,dedi şef: Sakin olun prenses lütfen. Şimdilik buradan bir yere ayrılamayız, -Ama artık bir saldırı başlatmamız lazım. Burda sonsuza dek saklanamazsınız ki! Dışarıya çıkmalıyız. -Güneşin doğmasını bekliyoruz dedi tekrar buz gibi sesine dönerek Shin: Güneş bize saldırı için gerekli gücü verecek! -Ama güneşin doğmasına bir saatten fazla var! -Şimdi çıkmak ve saldırmak delilik olur -Sen çıktın ya az önce bizim için! -Ben deliyim,dedi Shin omuzlarını indirip kaldırarak. Azula onun gözlerinin en içine baktı. -Güzel... Ben DE deliyim! -Prenses,olmaz! Zaten lord ’nun durumunun kötü olduğunu söylemedi mi doktorumuz? En kötüsü için hazırlayın kendinizi,diye lafa karıştı şef. Azula şefin kocaman küt burnunun üzerine bir yumruk indirme aşkıyla tutuştu: -Benim abim dayanır! Bizim aile inatçdır,öyle kolay ölmez! -Öyle olmasa bile yolda ölecektir,dedi Shin bu kez. -Öyleyse kollarımda ölür! Ve ben en azından hayatımın geri kalanını acabalarla geçirmem! Denedim olmadı derim! Benimle geliyor musun gelmiyor musun? Azula yüzünü Shin’inkine yaklaştırmış meydan okuyarak ona bakıyordu.
Birden arkalarından bir ses geldi: Şef! Bu korkunç! Zombi askerler! Yüzlercesi! Ejder Yuvası’na gidiyorlar! Ejderlere saldıracaklar! Bu,yukarıdaki korunaklı bir gözetleme yerinden etrafı gözetlemekte olan yarı çıplak askerlerden biriydi,şef telaşlandı: Buraya asıl gelme sebepleri bu! Zhao ruhlar dünyasıyla ilgisi olan tüm diğer canlılar gibi ejderleri de yok etmek istiyor! (Sonra Azula’ya bakarak imalı bir sesle ekledi) Lord ’nun buraya gelmesi gerçek bir tedbirsizlik! Onun yüzünden Zhao ejderlerimizin yerini öğrendi! -Ve şimdi siz onu karanlık izbe bir odada ölüme terkederek cezalandırıyorsunuz öyle mi? diye isyan etti Azula. Nasıl isterseniz öyle olsun! Ben gidiyorum! Çıkışa yönelmişti ki birden hatırladı,döndü: -Appa nerede? Sakın ona da birşey olmuş olmasın? O bizim buradan çıkış biletimiz! Kimse uçan bizonu görmemişti,Azula dudaklarını ısırdı. İnşallah iyisindir tüy torbası! Sana ihtiyacım var! Lanet olsun! Karanlık çıkışa doğru ilerlerken arkasında bir nefes hissetti,korkuyla tekrar döndü: -Hey! Benim,korkma! -Shin! Hani gelmiyordun! -Öyle birşey demedim -Doktor olduğunu da söylememiştin,dedi Azula soğuk bir sesle: Gizem adam takılıyoruz yani -Yine çoğul konuştun! diye güldü Shinji. -Sen anladın onu -Mesleğimi sormamıştın ki söyleyeyim -İnsan nezaketen söyler -Sen de bana söylememiştin,mesleğinin şımarık ve ottan boktan şikayet eden prenseslik olduğunu... Azula iyice kudurdu: Gelme,istemiyorum,korumaya ihtiyacım yok! -Ama bu kapıyı açmak için,dedi Shin duvardaki gizli çıkışa geldiklerinde: Ateş bükebilen birine ihtiyacın var!
Azula dudaklarını ısırdı. Bu çocuk sinirlerine dokunuyordu. Hah! Efenim yazamadım gerisini...napayım yarın ya da Pazar kesin koyarım. Bu gece yazardım da yarın 9da bucada olmam lazım bu da altı buçukta kalkmam gerekiyor demektir Daha önce de sorulduğu üzre halilin azulaya yardım eden tim karakterini evirip çevirip böyle bir adam şekline soktum bizim yaşayan kanlı calı sevgili hemşehrim timle konuşmaları açısından benzerliği olacak azıcık yoksa tabii ki üçü de birbirinden bağımsız karakterler adım adı finale yaklaşırken...daha çok bekleyeceksiniz derim Koridora çıktıklarında,koridorun ağzına kadar zombi askerle dolu olduğunu şaşkınlıkla farkettiler. Shin kapıyı kapatmak için epey uğraşmak zorunda kaldı çünkü kabilelilerin içeride olduğunu anlayan zombi askerlerin hepsi gizli sığınağın girişine hücum etmişti. Bu kez becerilerini gösterme sırası Azula’daydı,kaya kapıyı yerine oturtmaya çalışan Shin’in önüne siper oldu ve kılıçlarıyla onu savunmaya başladı. Kılıçlarını bu kez çok daha ustalıkla kullanıyor,kendi kendine devamlı olarak “Şu an ateş bükemiyor olabilirim ama asla onun kasrşısında aciz,savunmasız bir prenses gibi görünmeyeceğim!” diye düşünüyordu. Üzerine doğru bükülen ateşleri elinden geldiğince kılıçlarını yüzüne siper ederek savuşturdu,üzerine doğru atlayan zombilerden birini kılıçlarını havaya dikerek havada şişledi,ölü beden kılıçlara asılı kalmıştı,Azula onun göründüğünden hafif olduğunu şaşkınlıkla farketti,sonuçta içi boş ceset bunlar diye düşünmekten kendisini alamadı ve kılıçlarının ucundaki bedeni kollarının bütün kuvveti ile üzerine ateş bükmeye hazırlanan birkaç askerin üzerine savurdu,kılıçlardan kurtulan beden,üzerine düştüğü üç askeri ateş bükemeden yere devirmeye yetti. Tam bu sırada Shin de kapıyı kapatabilmişti,Azula’nın elinden tuttuğu gibi koşmaya başladı. Prenses afallamıştı,doktorun hızlı adımlarına ayak uydurmakta zorlanıyordu,Shin şimdi hiç ateş bükmeden,zombi asker kalabalığını yararak müthiş bir hızla koşuyordu,askerler arkalarından ateş bükseler bile yetişemiyorlardı,önlerine çıkan birkaç tanesini de Shin,Azula’nın elinden kaptığı kılıçlardan biriyle tabiri caizse resmen ortadan ikiye bölmüştü
Avluya çıktıklarında buranın daha da beter olduğunu farkettiler,ortalık mahşer yeri gibi tıklım tıklımdı,Shin kılıcı sahibine teslim edip bu kez ateş ve yıldırım bükmeye başladı. Azula olduğu yerde adeta mıhlanıp kalmıştı,Shin’i ilk kez yıldırım bükerken görüyordu,hareketleri, nefes alıp verişi bu işte ne kadar usta olduğunun kanıtıydı,üstelik sanki bazı hareketleri biraz tanıdık gibiydi... Birkaç bükme hareketinden sonra etrafları askerlerden tamamen arınmıştı,Azula telaşla etrafına bakındı: -Appa nerede biliyor musun? -Nereye park etmiştiniz? Diye umrsamaz bir tavırla sordu Shin,zombi askerlerin kendilerinden hızla kaçtıklarını farketmişti. Ama bu bir kaçış mıydı yoksa...? -Ne bileyim ben? Geldiğimizden beri koca tüy yumağını görmüyorum! -Onunla pek anlaşamıyorsun değil mi? Dur,yanlış sordum,aslında KİMSEYLE pek anlaşamıyorsun değil mi? Azula ona ters ters baktı: -Bu akşama kadar anlaşabileceğim,benim kadar DELİ birini bulamamıştım,haklısın! Ama artık sen varsın. Shin yarım gülümsedi,sonra birden telaşla: -Bizden kaçmıyorlar! Dedi. Ejder yuvasına gidiyorlar! Hepsi oraya yöneldi! Ejderlere hep beraber saldıracaklar! Engel olmalıyız! Shin koşmaya başlamıştı,Azula da peşine düştü: -Dursana! Önce Appa’yı bulmamız lazım! -Şimdi önceliğim ejderler! Dedi Shin arkasını hiç dönmeden koşarken: Bilgin olsun diye söylüyorum,onlar türünün son örnekleri! Azula dudak büktü: Appa da öyle! -Sen de öylesin,diye ekledi Shin. Azula dudağını ısırdı: Sen de az antika sayılmazsın hani!!! Ejder yuvası diye tabir edilen,merdivenlerle çıkılan ve avlunun iki doğal duvarını birleştiren uzun ince köprünün üstü şimdi zombi askerlerle kaynıyordu. Köprünün birleştirdiği iki dev mağara girişinin önüne
yığılmış,içeriye girmeye çalışan,birbirinin üstüne çıkmış,oraya buraya ama en çok da mağaraların içine ateş büken binlerce ölü asker vardı! Köprüye çıkan merdivenler de doluydu. Azula korkuyla merdivenlere bakarken Shin’in hiç düşünmeden oraya atıldığını farketti. -Dur aptal! Napıyorsun! Shin merdivenlere tırmanmaya başlamıştı. Ateş bükerek durmadan önünü boşaltıyordu,önündeki askerler ya ateşi yiyice toza dönüşerek ya da iki yani boş olan merdivenlerden metrelerce aşağı düşerek doktorun yolundan çekiliyorlardı.
_________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:34 am

Shin basamakların daha üçte birini çıkmamıştı ki,yanında bir kılıç şıngırtısı işitti,Azula da yanındaydı,askerlerden birinin böğrüne iki kılıcı birden saplarken Shin’e gülümsedi: -Tamam,ejderler önceliğimiz olsun ama sonra Appa’yı bulacağız! -Yine çoğul konuştun diye güldü Shin ve suratından tuttuğu bir askere öyle güçlü ateş büktü ki askerin omuzlarının üstündeki saçsız başı yanıverdi,başsız kalan beden de hareketsiz yere yığıldı. -Çünkü şu an iki kişiyiz, “çoğuluz yani”dedi Azula düşünceli düşünceli. Merdivenlerdeki karmaşayı farkeden yukarıdaki askerler bu kez merdivenere doğru yönelmişlerdi,Azula ile Shin’in üstüne dev bir dalga gibi geldiler,Azula ne olduğunu anlamadan,kılıçlarından birini düşürdü,tek bir kılıçla kendini savunmaya çalışırken kılıcı tutan sol koluna bir ateş topu yedi,acıyla bulunduğu basamağa oturdu,başını eğmiş,gözlerini yummuştu,üzerine dev bir gölgenin düştüğünü farketti (zombi askerlerin devamlı olarak büktüğü ateşlerden gece olduğu halde ortalık ışıl ışıldı) yüzünü kaldırdı,daha önce hiç görmediği irilikte bir zombi asker başında duruyordu,avucunda mavi bir ateş topu ışıldıyordu,tam üzerine doğru savuracaktı ki Shin prensesin önüne geçti,bütün kuvveti ile askerin karnına ateş büktü ama asker bana mısın dememişti. Shin şaşkınlıkla başını kaldırıp askerin morumsu,ifadesiz suratına baktı,asker de boş gözbebeklerinde garip bir ışıltıyla ona bakıyordu,avucunda kaybetmediği mavi ateş topunu tam da Azula’nın daha önceden açmış olduğu kılıç yarasının üstüne doğru gönderdi Ateş topunu daha kapanmamış yarasının üstüne yiyince Shin ayakta şöyle bir sendeledi,geri geri bir iki adım attı ve Azula daha “Arkana bak!”
diyemeden,merdivenlerin boş olan kenarından aşağı düşüp gözden kayboldu. Azula öylece kalakalmıştı. “Shin... metrelerce aşağı düştü.. Öldü... beni kurtarmaya çalışırken!” Başını kaldırıp iri askere şöyle bir baktı,asker ona doğru adım adım yaklaşıyortdu,avucunda bu kez başka bir mavi ateş topu vardı. Azula bir ok gibi yerinden fırladı,başıyla askerin böğrüne bir tos vurdu,asker sendeledi ve tam da Shin’in düştüğü yerden o da yere düştü. Azula korka korka Shin’in nereye düştüğüne bakmak için merdivenlerin kenarına gelmişti ki, kenarda,boşlukta asılı bir gölge farketti,Shin düşmeden önce bir kaya oyuntusu bulup tutunmayı başarmıştı. Azula gözle görülür bir sevinçle haykırdı! -Düşmemişsin! Elini uzattı,Shin’in kaya oyuntusuna sıkı sıkı tutunduğu eli birkaç karış aşağıdaydı,prenses eliyle yetişebiliyordu. -Elimi tut! Doktor güçlükle Azula’nın elini yakaladı,birden yüzünü yalayan bir alev topuyla afalladı,Azula’nın acıyla haykıran sesi de kulağına gelmişti -Noluyor?? Askerler, Shin’e erişebilmek için yere yatmış olan prensesin başına toplanmışlardı,durmadan kızın üstüne ateş yağdırıyorlardı,Azula’nın saçları kavrulmuş,sırtındaki pijama paçavraya dönmüş,sırtında ağır yanıklar belirmişti. Ter içinde kalmış yüzü acıyla kasılmıştı,dudaklarını ısırmaktan kanatmıştı. Shin heyecanla haykırdı: -Bırak elimi! Kendini savun! Kaç! Birşey yap! Azula! -Bırakmam diye inledi Azula! Düşmene izin vermem! -Bırak dedim! Yakacaklar! Öldürecekler! Azula yine hayır anlamında başını salladı,acıdan gözünden yaş gelmişti,Shin elini Azula’nın elinden kurtarmaya çalışıyordu ama Azula’nın eli bileğine o kadar sıkı yapışmıştı ki beceremiyordu. Çaresizlikle aşağıya baktı,metrelerce yükseklik söz konusuydu.
“Ben yere çarpsam,o üstüme düşse! Böyle yanmaktan iyidir! Hayır,buna izin veremem.” Acısından kullanamayıp yanına sarkıttığı yaralı kolunu da kaldırıp Azula’nın bileğine yapıştı: -Öyleyse sen de benimle aşağı gelirsin prenses! Yine çoğul oluruz! diye gülümsedi ve bütün kuvvetiyle Azula’yı kendisine,boşluğa çekti. Azula birden kendini boşlukta,metrelerce yükseklikten aşağı düşerken buldu. Shin de onunla birlikte düşüyordu,onu havada yakaladı,sımsıkı sarıldı, “Başını koru!” diye fısıldadı. Havada yere paralel olarak süzülüyorlardı,Shin altta kalmıştı,Azula onun niyetini derhal anladı ama sırtındaki acı o kadar büyüktü ki sadece ona sımsıkı sarılmakla yetinebildi. Shin de gözlerini kapamış,yere çarpacağı anı bekliyordu ki birşey oldu. Beklenmedik bir şey... Shin bir “şeye” çarpmıştı ama bu sert bir zemin değildi daha çok...deri bir semere benziyordu. Appa yere ulaşmalarına birkaç metre kala onları havada yakalamış,sonra hızla yükselip hem kendisini hem de onları arkalarından bükülen ateşten korumuştu. Yaklaşık bir saat kadar su üstünde gittikten sonra kanalın kapalı olan kısmına gelmişlerdi. Kanal burada üzerini oval bir biçimde kapatan buzdan bir bloğun altına giriyor ve öyle devam ediyordu. Buz blokunun altında epey bir boşluk vardı,eğilmek zorunda bile kalmamışlardı,yine su üstünden rahatça ilerleyebilirlerdi. Yalnız akıntıya karşı yüzdüklerinden Lozu,tahmin ettiklerinden de yavaştı,Aang deri çizmelerinin topuklarıyla hayvanının karnına vuruyor,onu hızlandırmaya çalışıyordu ama nafileydi,Lozu zaten gidebileceği en yüksek hızdaydı,şanslarına o gün akıntı çok kuvvetliydi. Tünelin içindeki mavi loşluktan kurtulup tekrar açığa çıkınca bir an için gözleri kamaştı,güneş ufukta görünmüş parlıyordu,Sokka haritasına baktı: -Birkaç yüz metre sonra su altına girmek zorunda kalacağız,düşman askerlerine epey bir yaklaşmış olacağız çünkü,dedi.
Aang yerinde huzursuzca kıpırdandı,Katara içine kurt düşürmüştü,ya su altında iki hava topunu idare edemezse... Amca sanki avatarın içinden geçenleri hissetmiş gibi,sesinde gizli bir endişeyle fısıldadı: -Umarım hava balonların içindeki hava aşağıda kaldığımız sürece hepimize yeter. Eğer öyle olmazsa su yüzüne çıkmak zorunda kalır ve deşifre oluruz! Aang düşünceli düşünceli kafasını kaşımaya başlamıştı,Sokka da korkuyla yutkundu ama sonra ortamı biraz yumuşatmak için Aang’in sırtına bir şaplak indirdi: -Avatar takımı bunu da halledecektir! Hadi gidip Adı Saklı’nın kıçını tekmeleyelim! Bizden sıkı birer tekmeyi çoktandır hakediyor! Aang de güldü: Önce ben ama! Karışmam! -Tamam ama ben de istiyorum! Banane! İroh da gülüyordu ki,su altına girmeyi planladıkları noktayı uzaktan tanıdı,bu haritadan da farkettikleri sağa doğru olan hafif bir dönemeçti,ciddiyetle: Aang,hazırlan! Dedi. Aang derin bir nefes aldı,kollarını havaya kaldırdı,iki ayrı hava topu oluşturdu,dönemece iyice yaklaşmalarını bekledi,sonra kararlı bir sesle haykırdı: -Lozu! Suya dal!!! -Azula,uyan! Yapma hadii! O kadar da kötü bi yanık değil! Seni küçük,savunmasız prenses! Bu kadarcık bir yanıkla bayılacak mısın hakkaten??? Azula sonunda göz kapaklarını aralayınca Shin derin bir nefes aldı: Hah! Şöyle! Bak,Appa gelip bizi kurtardı! Ona bir teşekkür borçlusun! Hadi kalk! -Sonunda beni sevmeye başlamış mı! Aman ne saadet! Diye alay etmeye çalıştı Azula ama acısı o kadar şiddetliydi ki titrek bir sesle kesik kesik konuşabilmişti,gülümsemesi de birşeye benzememişti. -Senden çok beni sevmişe benziyor,diye güldü Shin -Ne alaka?
-Üç gündür onu besleyen benim de ondan! Hatta bugün beni sırtına alıp şu karşıki tepeleri bile dolşatırmıştı. Azula suratını buruşturdu: Aman ne iyi! Bu koca canavarın sevgisini bir ben kazanamamışım! Bunu öğrendiğim ne de iyi oldu! Yaşama daha bir hevesle tutunurum artık. Shin tekrar güldü,ağır yaralıyken bile prenses espiri yapabiliyordu. Appa Shin’in emri ile avlunun ortasına konmuştu,askerler onların peşini bırakmışa benziyordu,kimse üstlerine gelmemişti. Shin Azula’nın oturmasına yardım edip semerden aşağı atladı: -Ben oraya gidiyorum! Ejderlere yardım etmeliyim! Azula yalvaran bir ses tonuyla: Yalnız gitme! Dedi. Ben de geleyim! -Sen gerçekten delisin. Arkandaki o yanıkla nereye geliyorsun? -Demin o kadar da önemli değil diyordun? Hem sen kolun o haldeyken nereye gittiğini sanıyorsun? Shin cevap vermek için ağzını açmıştı ki ayağının altındaki zeminin hafif hafif sarsılmakta olduğunu farketti. Appa da huzursuz bir biçimde homurdanmıştı,sarsıntı iyice şiddetlenince Azula da farketti: -Deprem mi oluyor? Shin arkasına dönüp,ejder yuvasına baktı,köprü şimdi bir beşik gibi sallanıyordu,askerlerin bir kısmı patır patır köprüden aşağı dökülüyordu. -Ejderler,diye fısıldadı korkuyla Shin: Uyandılar!!! Sarsıntı birden kesildi ve iki mağaradan aynı anda iki ejder büyük bir hızla dışarıya fırladı! İkisi de metrelerce uzunluktaydı,biri parlak kırmızı,diğeri lacivert renkliydi,Azula hayatında ilk kez ejder görüyordu,heyecanla semerin kenarına tutunarak ayağa kalkmaya çalıştı: -Olağanüstü!!! Ejderler köprünün etrafında bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla birkaç tur attı,bu sırada ölü askerler çıldırmış gibi onların üstüne ateş büküyor,onları vurabilmek için köprünün üstünde birbirlerini eziyorlardı,gürültüleri ayyuka çıkmıştı. İki dev hayvan birbiriyle son derece uyumlu,mistik bir dansa
benzeyen dönüşlerini tamamladıktan sonra köprünün üzerinde yanyana durup köprüye,merdivenlere ve avluya şöyle bir baktılar. Shin’in beti benzi atmıştı,yüzünde ter damlaları belirmişti, korkuyla birkaç adım geriledi,Appa’nın yanına geldi. Ejderler ağızlarını açtılar. Shin hızla Appa’nın üstüne çıktı,semere tırmandı,Azula’ya sımsıkı sarıldı Azula daha noluyor diyemeden birden ortalığı mahşeri,dev bir ateş topu kapladı! Ejderler aynı anda ateş püskürüp ortalığı ateşe vermişlerdi. Dev ateş topu sadece köprüyü değil,bütün avluyu da içine almıştı,zombi askerler anında küle dönmüşlerdi,Appa şaşkınlıkla havalanmaya vakit bulamadan alevlerin arasında kalakalmıştı,Shin de Azula’ya siper olmaya çalışmıştı ama nafile.. Ateşin sıcaklığını vücudunun heryerinde hissediyordu, “Bitti!” diye geçirdi içinden,sessizce,adeta bir tevekkülle,korkunç bir yanık acısının ardından gelecek ölümü beklemeye başladı. Ama acı da ölüm de gelmedi. Shin başını kaldırıp etrafına bakındı,alevler hala etrafında idi ama onları yakmıyordu. Doktor da prenses de avatarın hayvan rehberi de ateşten etkilenmiyordu. Azula da kafasını kaldırıp daha önce hiç görmediği bu renkteki ateşe şaşkınlıkla baktı. İçinde garip bir enerjinin kıpırdandığını hissediyordu... Birkaç saniye sonra ejderler ateş püskürmeyi kestiler,geldikleri gibi bütün saltanatlarıyla,üstü dev bir toz bulutu ile kaplanmış köprünün üstünden uçup,mağaralarına geri döndüler. Shin Azula’yı bırakıp şaşkınlıkla yere atladı,ortalıkta tek bir asker dahi kalmamıştı. Sonra onu az önceden beri rahatsız eden birşeyin artık olmadığını hissetti,koluna baktı,kolundaki kılıç yarası da yanık izi de kaybolmuştu. Az sonra Azula da yanına atladı,doktorun omzuna dokundu: Shin! Sırtım! Prensesin çıplak sırtında tek bir yanık izi bile yoktu. Shin onu omuzlarından tuttu: -Ateş bük!
Azula afalladı: Ne?? -Hadi,dene! Ateş bük! Azula bir iki adım geriledi,derin bir nefes aldı,pozisyonunu aldı ve yumruğunu ileriye doğru savurdu. Yumruğundan eskisinden de kuvvetli mavi bir ateş topu çıktı. Azula bir sevinç çığlığı attı: Büküyorum! TEKRARDAN ATEŞ BÜKÜYORUM!!! Kendisine gülümseyen Shin’e baktı,dayanamayıp sımsıkı onun boynuna sarıldı: -Yeniden ateş büküyorum! Şükürler olsun! Ilık ılık ağlıyordu. Shin de ona sımsıkı sarıldı. Birgün içinde birbirlerine ne kadar da çok sarılmışlardı! Güneş tepelerin ardından yavaş yavaş yükseliyordu. İşgal sona ermişti.
Aang derin bir konsantrasyon halinde hiç konuşmadan,iki eli de havada öylece duruyordu. Su içinde kalan vücudunun yarısı müthiş,dondurucu bir soğuk içerisindeydi ama o hava toplarıyla o kadar meşguldü ki soğuğu katiyyen hissetmiyordu hatta alnında boncuk boncuk ter damlaları bile belirmişti! Dişlerini de sıkmaktan sonunda çenesini ağrıtmıştı,iki hava topunu suyun altında idare etmek hakkaten çok zordu. Bunlardan biri Lozu’nun iri bedenine göre epey küçük sayılabilecek kafası içindi,diğeri ise üçünün omuzlarından yukarısını içine alabilecek genişlikteydi. Suya daldıklarında inanılmaz bir soğukla karşılaşınca Sokka can havliyle Aang’e sarılmıştı,tir tir titriyordu,dişleri takır takır birbirine vuruyordu. Amca da çok üşümekle birlikte ateş bükücülere has,sıcak nefes tekniği denilen bir teknikle vücut ısısını elinden geldiğince kontrol etmeye çalışıyordu. O da sımsıkı Sokka’nın omzularından yakalamıştı,kendisini çok fazla sıkan su kabileli kılıç ustasını biraz rahatlatabilmek için sıcacık avuç içlerini Sokka’nın omuzlarına bastırıyordu. Sokka dişlerinin takırtısından pek de anlaşılamayacak bir biçimde: -Donuyorum,diye mırıldandı.
Aang cevap vermedi,büyük ihtimalle duymamıştı bile,keskin bakışlarını önündeki karanlık sulara dikmişti. Epey derinden gittiklerinden güneş ışığı şu an pek işlerine yaramıyordu. -Senin alışkın olman lazım Sokka! -Belden aşağısını hissetmiyorum,diye adeta inledi kılıç ustası. Iroh ağzından dumanlar çıkararak güldü: -Başka çocuk düşünmüyordunuz zaten,değil mi? -Ne çocuğu? Biz boşanıyoruz! -Belki ona bile gerek kalmaz! Burada donar gidersin,Sukicik de dul kalır,ne dersin? Sokka isyan etti: Ya amca inadına mı yapıyorsun??? İnadına yapıyordu. Amca Sokka’yı bilerek konuşturuyordu,böylelikle uyumasına engel olmaya çalışıyordu. Sıkı sıkı giyinmiş olmaları kar etmemişti,sonuçta vücutlarının yarısından fazlası dondurucu suyun içindeydi,kürkleri sırılsıklam olmuş,soğuk derilerine işlemişti. Sokka uyursa..herhangi biri uyursa...bir daha asla uyanamazlardı. -Belki talibi çıkar...Yeni bir evlilik,yeni bir macera...Yuka küçük ne de olsa.. Babasız büyümemeli... -Amcaaaa!!! -Daha fazla konuşmayın,diye daldıklarından beri ilk kez sert bir sesle konuştu avatar: Konuştukça daha fazla hava harcıyorsunuz. Daha uzun süre bu havayla idare etmek zorundayız. Sokka da Iroh da sustular. Yanıbaşlarından geçen türlü deniz canlısına dikkatlerini vererek uyanık kalmaya çalıştılar. Daha önlerinde uzun bir yol vardı. -Prenses Azula!!! Ejderlerin sınavından başarıyla geçtiniz! Şehrimizin işgalden kurtulmasına büyük ölçüde yardım ettiniz! Size minnettarız! Minnettarlığımızın bir göstergesi olarak sizi kabilemizin bir üyesi olarak ilan etmekten,bu kabilenin şefi olarak, onur duyarım!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:34 am

Şef,bir başka yarı çıplak kabilelinin tuttuğu tabak içerisine işaret parmağını banıp,kırmızı boyayla Azula’nın iki yanağına ikişer çizgi çekti ve ateş ulusu prensesini resmen güneş kabilesinin bir üyesi ilan etti. Bir alkış tufanı da aynı anda koptu,davullar çalınmaya başladı. İşgalin sona ermesinin üstünden sadece bir kaç saat geçmişti,ölüler gömülmüş,ortalık tozdan ve külden arındırılmış,hayat şimdiden normale dönmüştü. Azula da sonunda pijamalarından kurtulmuş ama bu kez de tıpkı diğer kabileliler gibi yarı çıplak giyinmek zorunda kalmıştı! Sabırsızlıkla etrafına bakındı,bir an önce törenin sona ermesini istiyordu,Shinji’nin yanına gitmeliydi! Şef uzun,tumturaklı bir kurtuluş konuşması başlattı,dakikalarca da susmadı. Sonunda sözlerini bitirip dalkavuklarından tebrikleri kabul etmeye başlayınca Azula onu kolundan dürtüp konuşabilmek için izin istedi. -Şef,sormak istediğim birşey var... -Yol hazırlıklarınızla ilgilenmeye gidiyordum,prenses! Sizinle beraber kuzeye 150 kişilik,gönüllülerden ve de en güçlü ateş bükücü gençlerimizden oluşan bir birlik de gönderiyorum. Kabilemizin bir üyesi olarak ona sizin komuta etmeniz beni ayrıca memnun edecektir! Geçen seferki gibi dünyada yaşanan gelişmelere sırtımızı dönemeyiz. Bu işgal bunu bize açıkça gösterdi. Birliklerimizi gemilerle alabileceğiniz Altın Körfez’e yollayacağım,oradan kuzeye varmaları birkaç haftalarını alır sadece... Bu sırada biz de.. -Şef! Konu bu değil,Azula biraz da sabırsızlıkla başıyla Ejder Yuvası’nı işaret etti: Ejderler abime de yardım edebilirler mi diye soracaktım. Benim de Shin’in de yaralarını iyileştirdiler. Abimi de iyileştirebilirler! Şef suratını astı: Abiniz size şeyden bahsetmedi mi? Azula korka korka sordu: Neyden? -Bir insanoğlu,ejderlerle sadece bir kez yüzleşebilir. Bu,kuraldır! Lord ve Avatar Aang,ejderlerle bir kez yüzleşip onların sınavından geçtiler. Onları bir kez daha göremezler. Aynı şey artık doktorla ikiniz için de geçerli,prenses! Ejderler abinizi iyileştiremez, onu bir daha huzurlarına kabul etmeyeceklerdir! Lord tek hakkını yıllar önce kullandı. Azula büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. Hırsından ağlamamak için kendisini güç tutuyordu. İki yüce ejderin ortalığı zombi askerlerden
temizlemesinin hemen ardından Shin’le beraber ’yu sakladıkları yüklüğe dönmüşler,onu bıraktıkları şekilde bulmuşlardı. Shin onun bunca saat dayanabilmesini bir mucize olarak nitelendirmişti,gerçi iyileşip iyileşmeyeceğine dair Azula’ya başka birşey söylememişti ama Azula onun hareketlerinden “umut olduğu” sonucunu çıkartmıştı. büyük bir itina ile bir sedye üzerinde kabilenin aynı zamanda kliniği olarak kullanılan Shin’in evine taşınmıştı,bir mumya gibi sarıp sarmalanmıştı,türlü ilaçlar verilmişti,şimdi kendini bilmeden sadece uyuyordu. Azula da abisinin başında biraz kestirirken aklına ejderlerin ’ya,tıpkı kendisine olduğu gibi yardım edebileceği fikri gelmiş,bunu şefe sormak için bu işe yaramaz törenin sonuna dek sabırla beklemişti ama nafile... Abisini çabucak iyileştirmenin tek yolu da kapanmıştı. Şimdi geriye tek seçenek olarak Katara kalıyordu. -Ama, dedi aklına gelmiş gibi: Büyükbüyükbabam avatar Roku’nun bir ejderi varmış. Diğer büyükbabam Sozin’in de öyle! O nasıl oluyordu o zaman? -O zamanlar ejderlerin soyu tehlikede değildi. Onlar da Appa gibi avatarın rehber hayvanı ya da sadece binek hayvanı olabiliyorlardı. Fakat atalarınız onların soyunu kurutma kararı alınca,geriye kalan son iki ejder,ruhlar dünyasındaki nüfuslarını da kullanarak kendi kendilerini lanetlediler. Onların sınavından ikinci kez geçmeyi imkansız hale getirdiler. Bunu biraz da hayatta kalabilmek için,kendi can güvenlikleri için yaptılar. Üzgünüm prenses! Azula düşünceli düşünceli tırnağını çenesine batırıyordu,sonunda dayanamadı: -Sınav sınav deyip duruyorsunuz. Ben sınavdan falan geçmedim ki... Abim bana o kadar hareket göstermişti. Şu ejder dansı! Onu bile yapmadım! Ejderlerin beni sınavdan geçirdiğini nerden çıkardınız? -Siz sınavı geçmeseydiniz o ateş sizi zombi askerler gibi yakardı,gücünüzü de geri kazanamazdınız. Ejderlerin sınav şekilleri farklıdır. Dans sadece bir sembol.. Abinizle avatarı davalarında gösterdikleri samimiyet ve
dostluklarıyla sınamışlardı. Sizi neyle sınadıklarını ben bilemiyorum,ne yazık ki o an orada değildim,bunu sanırım sadece siz ve doktor bilebilirsiniz. Şimdi,izninizle.. Şef,başıyla selam verip prensesi derin düşüncelerle başbaşa bırakarak dalkavuklarıyla beraber uzaklaştı. -Bunu ben de sana anlatmaya çalıştım ama sen illa şefin sarı dişli tükürük saçan ağzından duymak istedin. Şimdi surat asmayı kes de hazırlan! .... Azula! .... Kime diyorum? Azula düşünceli düşünceli ağabeyine bakıyordu,Shin sonunda öbür odadan konuşmayı bıraktı, lütfedip prensesin yanına gelebildi ama üstünde başında bir farklılık vardı. -Vaay! Dedi Azula doktoru baştan ayağa süzüp: Giyinmişsin! -Daha önce soyunuk değildim ki,diye dudak büktü Shin -Evet ama giyinik de sayılmazdın... -Hoşlanmadıysan tekrar soyunabilirm,diye göz kırptı doktor. Azula kızardı: -Ne münasebet! Böyle iyi! Keşke kabilenizdeki herkes böyle giyinse!... De... Neden bir ateş ulusu ferdi gibi giyindin? Shin kocaman bir çantanın içine birşeyler tıkıştırmakla meşguldü: -Bırak gevezeliği de çabuk hazırlan,hemen yola çıkıyoruz! Azula ayağa fırladı: Ne demek şimdi bu? Neden çoğul konuştun? Shin derin bir nefes aldı,Azula’nın karşısına geçip ellerini prensesin omuzlarına koydu: -Seninle en başından beri açık konuştum Azula. Şimdi de öyle yapacağım. Abin yolda ölecek (Azula’nın gözleri iri iri açıldı,birşey söylemek için ağzını açtı ama doktor onu tek bir hareketi ile susturup devam etti) tabii ki bir doktor asla kesin konuşmamalı. Ama ben yüzdelerle konuşmayı severim. Abinin kutuplara varmadan ölme olasılığı %85. Ve ben senin bununla tek başına yüzleşmeni istemiyorum. O yüzden seninle geliyorum. Kendini en kötüsü için hazırla. Ama merak etme,ben yanında olacağım. Azula Shin’in sözlerini bitirmesini bekledi,sonra en keskin,en dik bakışı ile doktorun gözünün içine baka baka,tane tane konuştu:
-Bir doktor kesin konuşamaz belki ama prenses konuşur! Abim kutuplara %100 sağ varacak. Ve onu orada Katara iyileştirecek! Ama yine de benim için,senin gelmende bir sakınca yok! Hatta daha iyi olur! Gelip Katara’dan gerçek bir doktor nasıl olurmuş,öğrenirsin! Arkasını dönüp hızla odadan çıktı. Öğlene doğru,şefle ve kabilenin ileri gelenleri ile uzun uzun bir vedalaşmadan sonra (prenses,bir şahin ile yakınlarda olduğunu bildiği toprak krallığı filosuna Altın Körfez’e gelip buradaki güneş kabilesi birliğini almalarını emretmişti) Azula ve Shinji,son derece dikkatle,yumuşacık kürkler içine yatırılıp yarasının üstüne dönmesin diye yattığı yere sabitlenmiş ateş lordu ile beraber Appa’nın üstüne binmiş, yol için hazırdılar. Appa bir süre yürüyerek kendisine rahat havalanabileceği açıklık bir alan bulmuştu ama şimdi ufak,minik,minnacık bir sorun vardı: -Evet koca,tüylü dostum! Uç da bu iş bitsin! Azula dev bizonun kafasına oturmuş,gemini çekiştiriyordu ama Appa sadece esnemekle yetindi -Heyyyy! Kime diyorum! Appa! Hadi ama! Uç! Appa en öndeki bacağını kaldırıp kulağını kaşıdı -Ya sağır mısın? Ejderlerin ateşi kulağını mı yaktı? Hadi uç,havalan,süzül,zıpla,birşey yap! Appa tekrar ağzından kötü kokular saçarak esnedi. Azula resmen çılgına dönmüştü,gemi hızla çekiştirmekten avuç içlerini acıtmıştı. -Ya koca budala! Neden sözümü dinlemiyorsun? Eğerin en gerisinde kollarını göğsüne bağlamış,ayaklarını uzatmış keyfine bakan Shin,bizon arkadaşı gibi uzun uzun esnedikten sonra: -Yıllarca Appa’yla aynı yerde yaşadın ve onu uçurmak için söylemen gereken sözleri bilmiyorsun,öyle mi? Etrafındakilere dikkatin takdire şayan doğrusu,prenses! -Çeneni kapa! Diye tısladı Azula: Dur bakayım! Sen de onunla uçmadın mı? Biliyor olman lazım!
-Ben ona herhangi birşey söylemedim! Dedi Shin omuz silkerek: Beni kendi isteği ile uçurdu. Dayanılmaz bir cazibem vardır,bilirsin Azula yanaklarını şişirdi: O lanet olsaıca kel ne diyordu? Yihaaa! Hop hop! Hip hop! Şalom! Şorolom! Uç uç! Buna benzer birşey.. Appa! UÇ UÇ!!! Shin omuzları sarsıla sarsıla gülmeye başladı,kendi kendine bir ezgi mırıldanıyordu: -Uç uç bizonum! Azula sana terlik pabuç alacak! Hem de sekizine birden! -NE??? -Annem bana böyle bir tekerleme öğretmişti,Shin gülmekten kırılıyordu. Azula sonunda bas bas bağırmaya başladı: -Bir prensesin karşısında olduğunu hatırlatmak isterim! -Hiç unutturmadın ki.. -Ayrıca ateş ulusu ordusu ile adı saklı illetine karşı kurulmuş 3 ulustan mürekkep ordunun da generaliyim ben!! -Tamam,biliyoruz... -Ne senin gibi ilkel bir kabilenin yarı çıplak,köylü doktoru ne de o çok bilmiş kelin kendi gibi çok bilmiş bizonu benimle dalga geçemez!!! -Anladık... -Ben Ozai ve Ursa’nın kızı,ateş lordu ’nun kızkardeşiyim!!!! -Yip! -Burada sadece kendim için değil bütün dünyanın hayrına birşey yapmaya uğraşıyorum!!!!! -Yip! -Ateş ulusu başsız kalırsa savaşın bundan nsaıl etkileneceğini senin o kocaman kafan alıyor mu acaba??? -Yip! Shin iyice sıkılmıştı,uzun uzun esnemekten kendisini alamadı. Azula sonunda sesinin en yüksek perdesiyle resmen bir çığlık attı: -Yip yip’ten başka birşey bilmez misin sen???Yip yip’i duyunca Appa hantal vücudundan beklenmeyecek bir çeviklikle birden havalanıverdi,şimdi bir kuş gibi bulutların üzerinde süzülüyorlardı. Azula’nın aklı başından gitmişti,geme sıkı sıkı tutunmuş bir çocuk gibi haykırıp kahkaha atıyordu: -Başardım! Başardım! Uçurdum onu! Süperrrr!!! -Öhöm... Azula kendisini toparladı: Haklısın çoğul konuşmalıyım,BİZ başardık. Yine ikimiz yaptık. Shin kafasını aşağı yukarı sallarken mutlulukla (ve yüzünden asla silinmeyen o çok bilmiş ifadesiyle) gülümsüyordu. -Merhaba doktor! -Efendim,siz misiniz? Hoşgeldiniz! -Rahatsız etmiyorum,umarım? -Hayır,ne münasebet,estafurullah! Efsanevi komutan kocaman neşeli göbeği önde, sallan sallan yürüdü,konuşurken etrafa yayılan nefesi odayı mis gibi yasemin çayı kokusuyla dolduruyordu. Bu adamın damarlarında kan yerine çay akıyor olmalı diye düşündü doktor kendi kendine. -Gidiyormuşsun! -Zamanı geldi efendim. 10 yıllık bir ayrılıktan sonra köyüme dönmenin zamanı geldi. İhtiyar dertli dertli iç geçirdi: Yiğenime yardımcı olabileceğini ummuştum oysa ki... -Ben de tam onun doktor raporlarını inceliyordum. Burada gerçekten iyi gözetim altında tutuluyor. Kendi doktorlarınıza güvenmelisiniz general! -Bütün ülkenin en gözde üniversitesinin en zor ve iki üç senede bir doğru dürüst mezun verebilen fakültesini birincilikle bitirdin! Senden daha iyisini bulabileceğimi sanmıyorum. Keşke Lord da burada olsaydı...Onun da tam Omashu’daki kaçık mevkidaşını ziyarete gidesi tuttu. Güneş kabilesinden bir konuğun burada,sarayında olduğunu duysa ne kadar da sevinirdi. Doktor sinirli sinirli güldü: Duymaması çok daha iyi olur general!

biraz daha var..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:35 am

Biliyorsunuz,size de şefin özel izniyle söyledim yoksa bunu başkalarının bilmesi katiyyen yasak. -Sizin o sarı dişliden kurtulmanız lazım! Diye güldü ihtiyar. Barış ilan edileli iki yıl oluyor. Hala dünyaya açılmamakta niye ısrar ediyor anlamış değilim. Doktor kibarca gülümsemekle yetindi. İhtiyarın gözleri tekrar bulutlandı: -Sence annesinin gelmiş olması bir işe yarayacak mı? -Yüzde vermemi ister misiniz? İhtiyar güldü: Eğer elliden fazlaysa... -Anne-kız arasındaki ilişkinin öncesini bilmemekle birlikte...%65 veriyorum. -Buna sevindim. Onu tedavi etmeni gerçekten çok isterdim Shinji. -Efendim,Shin de bu kez hüzünlenmişti: dün onu bahçede gördüğümden beri unutamıyorum. Hakkında çok şey duymuştum. Efsanevi bir adı var..bizim kabilemize kadar bile ulaşmış bir ad... Üstelik o kadar genç.. Ve de güzel ki... İhtiyar sinsi sinsi gülümsedi: Güzel mi? Shin de gülümsedi ellerini havaya kaldırdı: Yanlış anlamayın. Benim bir nişanlım var. Çocukluk aşkım. Abisiyle beraber büyüdük. Ve yıllardır düğün için benim dönmemi bekliyor. Kabileye döner dönmez nikah kıyacağız. Shin nişanlısından bahsederken gözlerinin içi parlıyodu,ihtiyar da onun mutluluğuna dahil oldu: Öyleyse sana derhal bir düğün hediyesi almalıyım. -Siz bana hediyenizi verdiniz: Sizden aldığım yıldırım bükme dersleri çok işime yarayacak. Tekniğiniz olağanüstü. Sizin gibi bir usta,bu konuda beni eğitmeyi kabul ettiği için çok şanslıyım. -Sen bugüne kadar yıldırım bükme konusunda benim eğittiğim en iyi öğrencisin,Shin! Ve bugüne kadar derken buna avatar ile lord da dahil! Shin kızarmaktan kendini alamadı ama hemen sonra anlatacaklarının hevesi ile yüzü eski rengini aldı: -Ben sadece savaş alanında değil..tıp alanında da bu tekniği kullanmak istiyorum. Nasıl? İhtiyar düşünceli düşünceli sakalını sıvazlıyordu.
-Sizin “ölümcül” dediğiniz o etkiyi tam tersi amaçla kullanmak da mümkün. Babamın da buna benzer bir tekniği kullandığını biliyorum. Ama bunun için bazı deneyler ve hazırlıklar yapmam gerekiyor. O yüzden şimdi size ayrıntılardan bahsetmeyeceğim. -Sen tabii ki en iyisini bilirsin,Shin,diyerek ihtiyar elini gencin omzuna koydu: Ama sakın unutma! Yıldırımla oyun olmaz... Ne zaman yola çıkıyorsun? -Hemen bu sabah.. -Birkaç saat sonra yani...(Gencin elini sıktı) Yolun açık olsun,şimdiden müstakbel eşinle sana mutluluklar dilerim. -Teşekkür ederim! Ben de prensesinize acil şifalar dilerim! İhtiyar komutan,Ba Sing Se’yin yüce fatihi ve en meşhur çaycısı general Iroh’u son kez,o gün görmüştü Shin. Ve şimdi aradan yaklaşık 5 yıl geçtikten sonra,o gün acil şifalar dilediği prensesin “kullandığı” dev uçan bir bizon üstünde kutuplara,onu;yıldırım bükme hocasını tekrar görmeye gidiyordu. Shin’in 5 yıl önceki dileği kabul olmuş,bir tımarhanenin bahçesinde iki hemşire ve sayısız korumanın eşliğinde gezdirilirken saçı başı dağılmış,bedbaht halde gördüğü Azula iyileşmişti. Peki ya Iroh’un dileği??? Shin hatıraların acılığı ile yüzünü buruşturdu. Akşam çökmek üzereydi,saatlerdir yoldaydılar. ’nun ilaç saatinin geldiğini hatta bir on beş dakika kadar geçtiğini güneşi ufuk çizgisinin üzerinde görünce,o zaman anladı. Lordun yanına yaklaştığında birden onda bir değişiklik farketti,kötüye doğru bir değişiklik... Azula’ya seslendi: -Azula,geceyi geçirmek için bir kamp yeri bulmalıyız -Geceyi uçarak geçirmeye ne dersin,diye somurttu prenses. Appa çok iyi durumda,bütün gece sorunsuz uçabilir. Böylelikle daha çabuk varmış oluruz. -Appa’nın dinlenmeye ihtiyacı olmayabilir... Ama abinin var! Hem de acilen! Azula arkasına döndü. Shin’in suratı biraz fazla ciddiydi,gözleri yine kırmızı kırmızı parlıyordu. -Nasıl istersen! Appa,kendine yer beğen,hayatım! Aşağı iniyoruz! Yip yip!
-Vahaya bir iki kilometreden az kaldı. Bu son yüzeye çıkışımız! Derin nefes alın! Bir daha yok! Aang dişleri takırdaya takırday,öksüre tıksıra ve linden geldiğince sessiz bir biçimde konuşuyordu. Saatlerce bu soğuk sularda nasıl yolculuk edebildiklerine şimdi şaşırıyordu. Ama işte yolun sonuna gelmişlerdi. Yarım saat kadar sonra vahada olacaklardı. Korunaklı bir köprüaltı bulup su yüzüne son kez çıkmışlardı. Daha önce de birkaç kez mola vermişler,hatta güvenli bir alanda biraz ateş bile yakıp kurumaya çalışmışlardı,yoksa bu soğukta ölmek işten değildi. Ama herşey dünya içindi...sevdikleri için... İnsanın sevdikleri insanın dünyası değil midir zaten?... Akşam bastırmıştı. Şehrin içindeydiler. Yukarıda pek fazla hareketlilik yoktu. Bu onların şansı mıydı,yoksa tam tersi mi??? Son kez havayı doya doya ciğerlerine çektiler. Az sonra su altında iki ayrı hava topunu idare etmeye iyice alışmış olan avatar ve ihtiyar dostu ile kayınçosu,son kez buz gibi sulara daldılar.
-Bir kilometreden az kaldığına inanamıyorum! Sokka dişlerini mutlulukla takırdattı. Iroh da gülümseyerek genç beyaz lotusçu arkadaşının omuzlarını sıktı: Özellikle sen,uyumadan bunu başarabildin ya Sokka,artık dünyada herşeyin olabileceğine inanırım -Sahi,amca sen bize hala ruhlar dünyasına nasıl geçeceğimizi anlatmadın? -Anlatmak istemedim,diye iç geçirdi emekli general,çünkü onu anlatmanın yolu öncesinde çok acı bazı hatıraları da anlatmaktan geçiyor. Sokka daha fazla ısrar etmeyecekti,üstelikAang’in daha önceki uyarısı da aklındaydı,çok az yolları kalmış olsa bile hava balonlarının içindeki havayı boşuna kullanmak istemezdi. Nolur nolmaz,diey geçirdi içinden ama avatar hiç beklemediği bir biçimde konuşmaya başladı: -Seni üzdüğünü biliyoruz amca ama bize bu konuda bilgi vermene çok seviniriz dedi Aang,onun da sesi soğuktan kısılmıştı,konuştukça ağzından buhar çıkıyor,hava balonunun içinden dağılıyordu. Yine de derin bir konsantrasyon hali içerisinde vücudunu son derece iyi kullanabildiği için içlerinden en az üşüyen oydu... Avatar olmanın yararları...
Iroh iç geçirdi bunları anlatmanın kaçınılmaz olduğunu biliyordu. -Oğlumun gizli bir göreve çıkacağını biliyordum. Onu bizzat kendi ellerimle geçirmiştim. Orada esir düştüğünü duyduğumda her ne pahasına olursa olsun oradan sağ salim yanıma döneceğinden de adım kadar emindim. (Uzak bir hatıraya hüzünlü hüzünlü gülümsedi) Sonuçta o BENİM oğlumdu ve gelecekteki ateş lorduydu. Yaralı da olsa karargahımıza döndüğünü duyduğumda bunun o kadar da önemli birşey olmadığını sanmıştım. Doktorlar da bana iyileşeceğine dair teminat vermişlerdi. Onu son bir kez ziyaret edip iyi olduğundan emin oldum ve ordularımın Ba Sing Se’nin surlarında bir gedik açmayı başardıkları güney cephesine geri döndüm. Tabii bunun onu son görüşüm olduğunu bilmiyordum. Güney cephesine bana yardıma geleceğine dair söz vermişti. Üstelik benimle konuşmak istediği önemli bazı şeylerin olduğunu da söylemişti. Yanımızda doktorlar olduğu için rahat,açık açık konuşamamıştı ama bunun onun esir alınışı ile ilgili olduğunu anlamıştım. Cepheye geri dönüşümün ertesi günü,o zamanlar emrimdeki komutanlardan biri olan Jeong Jeong getirdi bana...oğlumun ölüm haberini...İnanamadım. Kim inanabilir ki? Daha dün bana en kısa zamanda iyiileşeceğine dair söz veriyordu...Oğlumdu...(Sustu,sıcacık gözyaşları buz kesmiş yanaklarından aşağıya doğru yavaşça süzüldüler,Sokka ölüye ve bir babanın acısına karşı olan saygısından ses çıkarmamak için neredeyse nefes bile almayacaktı,Aang ise kendi oğlunun ölüm haberini aldığı günü hatırlayıp hüzünlenmişti.) Apar topar bir cenaze töreni düzenlendi. Veliaht prens bile olsa savaşta vatanı uğruna ölen bir asker fazla bekletilmez...Öldüğü yere gömülür... Onu uğurladıktan sonra bütün yetkilerimi Jeong Jeong’a bırakıp soluğu kuzey kutbunda aldım! Ben de gençliğimde bol bol kitap karıştıran bir insandım! Özellikle babam beni son iki ejderi öldürmem için güneş kabilesine yolladığından ama ben onları öldürmek yerine onlardan ateş bükmenin gerçek kaynağı hakkında bilgi edindiğimden beri ruhlar dünyasıyla daha da bir ilgilenir olmuştum. Ejderler bana sadece sil baştan ateş bükmeyi
değil...başka bir şey daha öğrettiler. Bunu öğrendiğimi ben oğlumun ölümüne kadar bilemedim. Arada yirmi yıl gibi bir süre vardı! Ben ejderlerle yüzleştiğimde daha yeni evlenmiştim,oğlum da doğmamıştı. Ama ejderler beni sınava çektikten hemen sonra o gece bir rüya gördüm: Başında bir ateş ulusu tacı olan çok yakışıklı bir delikanlı tahtta oturuyordu,bir elinde üzerinde barış yazan bir kitabe tutuyordu,dört millet de etrafında kenetlenmiş bir halde duruyordu. Bu çocuk savaşı bitirmişti...bu çocuk benim oğlum olacaktı. Bunu onu daha ilk gördüğüm anda anlamıştım. Mutlulukla ona doğru yürümüştüm ki birden sarayın duvarları tepeme çöktü,yer yarıldı,yerin altından tazyikli bir su kaynağı peyda oldu,her tarafı buz gibi sular kapladı,insanlar çığlık çığlığa bağırışıyorlardı,suda batıp çıkıyorlardı,ben can havliyle ateş lorduna doğru yüzüyordum,birden onun gözden kaybolduğunu farkettim,derken sular da yavaş yavaş çekilmeye başladı,insanlar ortadan kayboldu,korku dolu bağırışlar sustu,mekan,ışık herşey değişmişti,burası artık az önce olduğu gibi ateş ulusu sarayı değildi,kuzey kutbundaki ruhlar vahasının ta kendisiydi! Ben şaşkınlıkla küçük kutsal gölün üzerine eğildim ve suyun üzerinde kendi yansımamı değil,elini uzatmış benden yardım dileyen o genç ateş lordunun aksini gördüm... Ve kan ter içinde uyandım! Bu rüyayı oğlum doğmadan tam altı yıl önce görmüştüm. Ve onun ölüm haberini almadan bir gece önce de gördüm. Ejderler bana yirmi yıl önce vermiş oldukları bir mesajı yinelemişlerdi. Kuzey kutbuna gittim. Ne yapabileceğimi,nasıl davranacağımı bilmiyordum. Yıkılmıştım,umutsuz bir haldeydim,bütün beklentilerimi,geleceğe dair bütün ümitlerimi,inancımı kaybetmiştim. Vahada gölün başına diz çöküp meditasyon yapmaya çalıştım ama ağlamaktan konsantre bile olamıyordum. Tıpkı rüyamda gördüğüm gibi suya bakmak için ayağa kalktım ve suya doğru eğildiğimde...su beni içine çekti! Gözlerimi açtığımda kendimi ruhlar dünyasında buldum! Ne yapacağımı nereye gideceğimi bilmiyordum. Bana orada okyanus ruhu yardım etti. -Okyanus ruhu mu? Yue’nin arkadaşı olan okyanus ruhu mu??? Diye sordu merakla Sokka.
Amca gülümsedi: Evet,ay ruhunun siyah balık arkadaşı olan okyanus ruhu.. O da tıpkı eski kız arkadaşın gibi dünya ile sıkı ilişki içinde olan,üstelik iyi kalpli bir ruhtu. Beni görür görmez ejderlerin bana ruhlar dünyası ile ilgili milyonlarca yıllık,avatarlarda bile olmayan bir sanatı öğretmiş olduğunu,bir ölümlü olarak ruhlarla iletişim kurup ruhlar dünyasına istediği zaman geçebilecek biri olduğumu,özel bir insan olduğumu söyledi ve bana yardım etmeyi kabul etti. Oğlumu onunla birlikte aradık ama bulamadık. Sonra beni orada çok önemli biriyle tanıştırdı. -Torpil mi ayarladı,diye titremeyle kıkırdama arası bir ses çıkardı Sokka. Amca ise gayet ciddiydi: Beni avatar Roku ile tanıştırdı. Sokka gözlerini faltaşı gibi açtı,Aang bile o kadar çok şaşırmıştı ki neredeyse Lozu’nun hava balonunu suyun içerisinde kaybedivericekti. Hiç bozuntuya vermeden: Peki,Roku oğlunu bulabildi mi? diye sordu. -Bana oğlumu bir gün elbet göreceğimi söyledi,diye iç geçirdi Iroh: Ama Avatar Roku’nun derdi başkaydı,o savaşın bir an önce bitmesini arzuluyordu. Savaşın başlangıcı ile ilgili gerçekleri bana o anlattı. Benim yıllar sonra hapisteyken ’ya anlattığım şeyleri... Yazılı olmayan ateş ulusu tarihini... Dedem Sozin’in kendisine nasıl ihanet ettiğini... Çok yakında öldü sanılan yeni avatarın,yani senin küçük dostum,geleceğini müjdeledi bana... Ve benim gibi özel bir güce sahip bir insanın savaşın bitmesine hizmet etmesi gerektiğini de söyledi. Haklıydı... Savaş benim oğlumu benden almıştı ve bitmeliydi. Oradan çıktığımda oğlumun ölümünün üzerinden altı aydan fazla bir zaman geçmişti. Zavallı eşim tek evladımızın ölümüne ve benim ortadan kayboluşuma dayanamayıp iki ay içerisinde vefat etmişti,babam da ölmüş,Ursa sürülmüş,Ozai tahta geçmişti. Jeong Jeong benim emrim üzerine kuşatmayı çoktan kaldırmıştı. Ben artık herkesin gözünde herşeyini kaybetmiş,üstelik yenik düşmüş emekli,işe yaramaz bir generalden başkası değildim. Özellikle de Ozai’nin gözünde...Ama ben onların bilmediği pek çok şey biliyordum! Senin yerin başta olmak üzere Aang! ’nun yıllarca kutuplarda dolaşması bir tesadüf değildi. Seni bulabilmek için onu oraya bilinçli olarak ben yönlendirmiştim! Seni bulunca ve dedesi hakkındaki
_________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:36 am

gerçekleri anlatınca onun da bizim tarafımıza geçeceğinden adım kadar emindim. Biz derken.. Ruhlar dünyasından döner dönmez kurduğum Beyaz Lotus’tan bahsediyorum. İlk teklif götürdüğüm kişi Jeong Jeong olmuştu o da hiç düşünmeden kabul etmişti. Dünya çapında bir örgütlenme kurulmuştu. Savaşın bitmesi için herşey hazırdı... Sadece senin gelmeni bekliyorduk Aang... -Yani senin ruhlar dünyasına olan yolculuğun oğlunu bulmak adına pek bir işe yaramadı ama senin en baştan beri sevmediğin bu savaşa dair bir tavır takınmanda ve savaşı bitirmede önemli bir rol oynayan beyaz lotus teşkilatını kurmanda etkili oldu,öyle mi,dedi Sokka bilgiç bilgiç. -Doğru tespit,yeğenim! Şimdi de sevgili kör yeğenimi kurtarmamızda ve bu adı saklı illetinden sonsuza dek kurtulmamızda işimize yarayacak! -Peki bir daha hiç ruhlar dünyasına gitmeyi denemedin mi amca? -Roku bana oğluma kavuşacağımı söylemişti,diye iç geçirdi Iroh. Daha fazla kurcalamak istemedim,Aang. Bazen insan bazı şeyleri kabullenebilmeli.. Aang kendi kendine “Bunu benden daha iyi kimse bilemez” diye düşünmekten kendini alamadı. -Okyans ruhunun bize tekrar yardım edebileceğini düşünüyorsun,öyle değil mi? diyerek Sokka amcayı acı bazı hatıraların elinden kurtardı,Iroh gülümsedi. -Okyanus ruhunun şimdiye dek Aang’e çoktan yardım etmiş olması lazımdı,Sokka. Bu olaya hiç müdahele etmediğine göre o da yakalanmış olmalı. -Ama ya siyah balık? -O sadece bir sembol genç dostum! Onun ve senin büyülü kızarkadaşının “oralarda” bir yerlerde iyi olduklarına dair bir işaret. -Yani balıklar hala sağ olduğuna göre ikisi de sağ! -Onlar ölümsüz,diye düzeltti amca -Hah! Ölümsüzlerse Yuecik kendini niçin feda etti? Sokka ağlamaklı bir sesle konuşmuştu. Bu kez Aang de söze karıştı: Ay ruhu öldü çünkü ölümsüzlük özelliğini kaybetmek pahasına bebekken Yue’ye yardım etmiş,canının bir parçasını ona vermişti. Yue de ona edilen yardımın
karşılığını ona canını geri vererek ödedi. Bu dünyadaki canını kaybetmiş olsa bile ay ruhunun ona hediye ettiği ölümsüzlüğü kaybetmedi. Artık yeni ay ruhu,yani Yue ölümsüz. Okyanus ruhu ise en baştan beri ölümsüzdü,bu yüzden Zhao ona değil de zayıf yönünü bildiği ay ruhuna saldırdı. Onun yakalanmadığını ve yakalanmamak için asla ortaya çıkmadığını Yue’den duymuştum. Orada başımızın çaresine kendimiz bakmak zorunda kalacağız. Orada bizi bugüne dek hiç karşılaşmadığımız güçte düşmanlar bekliyor,dedi sesini iyice ciddileştirip gözlerini kısarak. Sokka kendi kendine saymaya başladı: Zhao,Koh ve... Aang “Adı Saklı” demek için ağzını açtı ama birdenbire suyun içine,tam önlerine dev bir buz kütlesi düştü,suyun içinde yarattığı basınç ile Lozu’nun dev bedeni sarsıldı,koca hayvan dengesini kaybetti,Sokka korkuyla sımsıkı Aang’e sarılmıştı,Aang bir anlık bir heyecnla ellerini hava bükme pozisyonundan salıverdi,farkettiğinde ise Lozu’nun kafasını saran hava baloncuğunun aniden ortadan kaybolduğunu dehşetle farketti ama artık Lozu’nun hava balonu için çok geçti,kendi etraflarındakini de soğuk su içinde dağılmaktan son anda kurtarmıştı ama balonun iyice küçülmesine engel olamamıştı. Buz kütleleri aralıksız suyun içine düşmeye devam ediyor ama Lozu her biriniden son derece kıvrak dönüşlerle kurtulmasını da biliyordu. O dev vücudunu aniden hareket ettirdikçe üstündekiler de bir sağa bir sola savruluyorlardı. Sokka korkuyla bağırdı: Burada olduğumuzu anladılar,bizi suyun içinde ezmeye çalışıyorlar! -Lozu’nun hava balonu gitti,diye bağırdı Aang de. Amca da son derece heyecanlanmıştı,sımsıkı Sokka’nın belinden kavramıştı: Merak etme,Aang! Deniz aslanları suyun altında nefeslerini uzun süre tutabilirler. Vahaya ne kadar kaldı? -Az sonra üstü kapalı kanala gireceğiz. Bu son dönemeçte! Aang nefes nefese konuşuyor olduğunu farketti,iyice küçülen balonlarının içinde hava çok azalmıştı,hatta Sokka’nın yüzü hafiften terlemeye bile başlamıştı! Genç avatar haritayı adeta zihnine kazımıştı,çok iyi hatırlıyordu ki şehrin içinde üstü açık devam eden takip ettikleri kanal,vahaya birkaç yüz metre
kala buzun altına giriyor ve buzun altından devam ederk vahaya ulaşıyordu. Üstü kapalı olan kısma gelmek demek en azından vahaya ulaşıncaya kadar onları idare edebilecek havayı alabilmek demekti. Endişe ile Lozu’ya baktı,iri havyan yanaklarını şişirmiş,büyük bir dikkatle yüzüyor,hiç de zorluk çekiyormuş gibi görünmüyordu. O idare edebilecekti,ya diğerleri? Sokka’nın başı Aang’in omzuna düştü,hafif bir baygınlık geçiriyordu,Iroh onu sarsmaya çalıştı ama onun da başı dönüyordu. Hava balonunun içindeki oksijen bitmek üzereydi ve kendi çıkardıkları karbondioksiti solumaktan üçü de fenalık geçirmek üzereydiler,Aang’in şakakları zonkluyordu,gözleri kararıyordu,suyun soğukluğunu ilk kez bütün şiddeti ile duyumsuyordu,birden suyun içine birşey daha düştü,ama bu bir buz kütlesi değildi,daha hafif bir şey olduğu suyu daha hafif dalgalandırmış olmasından belliydi,zorlukla gözlerini açtı ve bunun bir kadın cesedi olduğunun dehşetle farkına vardı! Şimdi suyun üstünden aşağıya onlarca ceset atılıyordu,bunlar işgal sırasında öldürülen çoğu erkek kuzey su kabilesi sakinlerinin zavallı ölüleriydi,Aang dehşetle kasılmıştı,zangır zangır titriyordu,amcanın kulağına biraz bozuk gelen sözlerini duydu(Iroh doğru düzgün konuşamıyordu,sözcükler ağzında yuvarlanıyordu!) -Zhao seni su yüzüne çıkartmak için şehrin her tarafındaki cesetleri suya atıyor olmalı! Elbette senin bunları görüp dayanamayacağını biliyor! Aang gerçekten de başını kaldırmış,yukarıya bakıyordu. Su yüzüne çıkmalı ve o Allah’ın belası herife günün göstermeliydi! İnsanları ölüyken bile rahat bırakmadığına inanamıyordu! Bu zavallı ölü bedenleri nasıl böyle birşey için kullanabilirdi? Birden bedenlerden biri tam önüne düştü,suyun içinde süzülen incecik bir bedendi bu,sırtı kendilerine dönüktü ve tam da kuyruk sokumunun üzerinde başlayıp neredeyse bütün sırtını kaplayan dev bir yanık izi vardı,bellli ki aynı zamanda bu onun ölüm nedeniydi. Lozu’nun dev vücudunun yarattığı akıntının kuvveti ile ters döndü ve Aang o sırada bu zavallı ölünün yüzünü görebildi. Bu genç bir kadındı,yüzü bembeyazdı,ağzı hafifçe çarpılmış bir halde açık kalmıştı,gözleri de son anının dehşetini hisettirir biçimde sonuna dek açıktı
ve bu gözler...bir ormanın derinlikleri kadar yeşildi... Aang o anda kendini kaybetti,hava balonu suyun içinde garip bir ses çıkararak dağıldı;küçük,milyonlarca baloncuk halinde su yüzüne çıkıp kayboldu,üçünün de yüzüne buz gibi su çarptı. Aang hala sımsıkı Lozu’nun sırtına sarılmış haldeydi ama ciğerlerindeki hava gitgide azalıyordu,bayılmak üzereydi,Lozu’nun yükselmeye başladığını hayal meyal farkedebildi. Su yüzüne çıkacak..ve öleceklerdi! Gözlerini hafifçe araladı ortalık birdenbire kararmıştı,oysa az öncesine kadar kuzey su kabilesinin artık düşman toprağı olmuş olan sokaklarını aydınlatan dev meşalelerinin kanala vuran kuvvetli ışığı onların da önünü aydınlatıyordu. Hemen mi bitti herşey diye düşünüyordu ki,birdenbire yüzünü kaplayan sulardan kurtulduğunu hissetti,ciğerlerine temiz,taze hava doluşuverdi. Tünelin kapalı kısmına gelmişlerdi ve Lozu onları hemen buz blokun hemen altındaki iki karış kadar olan hava boşluğuna çıkarmıştı. Aang nefes nefeseydi,kendine gelmiş,diğerlerini arıyordu,şükür ki Sokka da Iroh da hemen yanındaydılar,Sokka can havliyle amcasının boynuna sarılmıştı,öksüre tıksıra nefes alıyordu. -Lozu hayatımızı kurtardın,diyerek Aang sevgiyle kollarını suyun içinden çıkardı ve Lozu’nun karbeyaz renkteki boynuna doladı. Lozu da uzun sıcacık diliyle avatarın yanağını yaladı. -Güzel,şimdi burdan devam edebiliriz,dedi Iroh da iki öksürük arasında,hemen yeni birer hava balonu yarat Aang,hemen bitirelim şu işi! Aang, “haklısın” anlamında kafasını sallıyordu ki o sırada garip birşey oldu,tepelerindeki buz büyük bir gürültüyle çatırdadı,kanalın üstünü kapatan buz duvar, parçalar halinde suya düşüyordu,yukarıdan aynı anda garip sesler gelmekteydi. -Buzdan kapağı eritiyorlar! Dedi Aang korkuyla... Bizi rahat bırakmayacaklar. Hemen dalmalıyız!
Alelacele bir kamp yeri kurdular,’yu uyku tulumunun içinde,son derece dikkatli bir biçimde çimenlerin üstüne yerleştirdiler,yine alelacele
yakalanmış bir sincap tavşanını afiyetle mideye indirdiler. Yalnız bütün bu işlemler süresince Shin o kadar sessiz ve suratı o kadar asıktı ki Azula fena şekilde işkillendi,durup durup abisine bakıyor ama onda da herhangi bir değişiklik göremiyordu,hasta bu akşam da günlerdir uyuduğu aynı uykuyu uyuyormuş gibi duruyordu. Peki doktorun bu ciddiyeti neden kaynaklanıyordu? Sonunda Azula pes etti ve suratsız doktora iyi geceler dileyerek uyku tulumunun içine büzüşüp derin bir uykuya daldı. Shinji ise ’nun yanına,ateşin karşısına oturmuş sessizce içine özel aromalı bir çeşit tütün yerleştirdiği uzun ince çubuğunu tüttürüyor,gözlerini bir an olsun hastasından ayırmıyordu. Bu gece içinde kötü şeyler olacağına dair kötü bir his vardı. Vakit,gece yarısını yeni geçmişti ki Azula bir hışırtı ile uyandı,yerinden doğrulmak istedi ama Shin’in son derece kararlı ve de sert çıkan sesi ona engel oldu: Sakın kıpırdama! -Neler oluyor? -Etrafımız sarıldı! -Kim? Azula kafasını yavaş yavaş doktordan tarafa çevirmişti,Shin’in hala bıraktığı pozisyonda,bağdaş kurmuş bir biçimde ağzında çubuğu ile durmakta olduğunu farketti. -Vahşi hayvanlar,sanırım bir kılıç dişli geyik domuzu sürüsüne çattık! -Ne? Hayatımda öyle hayvan adı duymadım! -Şimdi duydun işte! Daha sessiz ol! Pusuya yatmışlar,en ufak ani bir hareketimizde saldıracaklar! Boynuz darbeleri ölümcüldür ve dişleri senin yatağanlarından daha keskindir. Shin son derece sakin ve sinir bozuculuğu perde perde artan bir ses tonuyla konuşuyordu. Azula ise hala uyku tulumunun içindeydi,kıpırdamamak için sarfettiği gayretten bütün uzuvları şimdiden tutulmuştu: -Sen neden engel olmadın? Diye tısladı doktora,doktor çubuğunu dudaklarından ayırmadan konuştu: -Bir,ben de insanım,birkaç dakikalığına içim geçmiş olabilir. İki,ben
kendime geldiğimde çoktan etrafımızı sarmışlardı ve üç,buna bağlı olarak şu an onların saldırıya geçmesini beklemekten başka yapacak hiçbir şeyimiz yok! -Bak gene sayı sayıyor! Azula yattığı yerde iyice sinirlenmişti,huzursuz huzursuz kıpırdanıyordu. -Başka türlü anlamıyorsun çünkü diye dudağının kenarıyla hafifçe gülümsedi Shin,ama Azula daha fazla dayanamadı, “Sana şimdi neyden anladığımı göstereceğim!” diyerek ani bir hareketle sıcacık uyku tulumunun içinden dışarıya fırladı. Shin de öfkeyle ayağa fırlamıştı: Sen naaptığını sanıyorsun,gerizekalı??? Ama herşey için çok geçti,dört bir yanlarından aniden kamp yerinin ortasına dev gibi birer gölge atlayıverdi. Beş veya altı taneydiler, sönmeye yüz tutmuş kamp ateşinden ve bulutların arkasına gizlenmiş aydan dolayı ışıkları epey bir azalmıştı, Azula ve Shin net göremiyorlardı ama çatallı ve kendilerine doğru yöneltilmiş boynuzları da görmemek imkansızdı. Hepsi de en az 200-250 kilo ağırlığında görünüyorlardı,burunlarından garip bir sesle beraber durmadan buhar çıkarıyorlardı,bazıları kızgın bir boğa gibi ayaklarını yere sürtüyordu. Azula ellerini kaldırmış önce hangisinin saldıracağını kestirmeye çalışıyordu,üçü önünde ikisi arkasında biri de sağındaydı galiba,Shin de ’nun hemen yanında pozisyonunu almıştı bir yandan da prensesi azarlıyordu:

biraz daha var..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:36 am

-Yaptığını beğendin mi? -Birşeyler yapmak zorundaydım! -Ama BUNU değil! -Ne yani? İki usta ateş bükücü birkaç vahşi hayvana karşı kendilerini savunamayacak mı? -Yanlarında yaralı ve çok değerli bir kimse varsa ve aynı anda hem onu koruyup hem de kendilerini savunabilirler mi anlamında soruyorsan cevabım HAYIR! Azula’nın aklına bu ihtimal hiç gelmemişti,yüzünü buruşturmuş bir halde Shin’e doğru dönmüştü ki domuzlardan birinin-ki muhtemelen sürünün lideriydi-Shin’e doğru çevik bir hareketle saldırıya geçtiğini farketti ve daha
Shin ne olduğunu anlamadan hayvanı havada yıldırımıyla vurdu. Tam da karnına yıldırım yiyen dev yaratık baygın bir biçimde ’nun yanına düşüverdi! Shin kızgınlıkla haykırdı: Ne yaptığını sanıyorsun? Ya abinin üstüne düşseydi? Ben kendimi koruyamaz mıyım? (Sonra birden ses tonu değişti,korkuyla) Arkana bak! Diye haykırdı ama Azula daha arkasına dönemeden,sırtına yediği bir boynuz darbesiyle savruldu,birkaç metre ilerisindeki bir ağaç gövdesine çarptı,sersemlemişti. Boynuz darbesini vuran domuzla hemen yanındaki bir başkası,homurdanarak ağaç gövdesine yaslanmış halde güçlükle ayakta duran prensese koşuyorlardı ki öndekinin ayakları dibine mavi bir ateş topu düştü,kuru çimenler alev alıp yanmaya başlayınca iki yaratık daha fazla ileri gidemediler ve bakışlarını ateş topunu yollayan Shin’e çevirdiler. Shin de en kırmızı bakışlarıyla onları süzüyordu ki arkasından bir ses geldi,dört numara ona doğru bir hamle yapmıştı,Shin bu kez oldukça büyük,kırmızı bir ateş topu ile onu ’dan ve kendisinden uzaklara savurdu. Şimdi hepsi Shin’in etrafını sarmıştı,içlerinden biri de yerde baygın yatan sürünün liderinin başına gitmiş,onu kokluyor,ölüp ölmediğini kontrol ediyordu. Shin oldukça güç bir durumda kalmıştı ama hiç telaş yapmadı,sessizce bekledi,bir yandan da derin derin nefes alıyordu ve ... hayvanlar saldırıya geçti! Biri hemen sağından Shin’e tos vurmak istedi ama Shin bir ateş topuyla onu yanından savurdu,hemen arkasında yanyana duran ikisinin etrafındaki otları ateşe vererek onları bir ateş çemberine aldı ve hareket etmelerine engel oldu,derken solunda bir toynak sesi işitti,bir tanesi üstüne geliyordu üstelik hastayı ezme ihtimali vardı,sağ elinin birleştirdiği işaret ve orta parmaklarından çıkardığı bir yıldırımla hayvanı tam da kafasından vurdu,yaratık cansız yere düştü,yanmış olan ensesinden gelen yanık kokusu ve yıldırımın çıkardığı gümbürtü bir an için bütün diğerlerini durdurmuştu ama Shin birden Azula’nın önceden vurup hafif yaraladığı sürü liderinin ayaklandığını ve garip bir homurtu çıkararak diğerlerini Shin’in üstüne yönlendirdiğini farketti,kendisi de Azula’nın
üstüne doğru tabiri caizse dört nala koşuyordu: -Azula, sana geliyor! Azula hala ellerini ağacın gövdesinden ayırmamıştı,kaburgalarına sinsi bir acı yerleşmişti üstelik başını da çarptığından bütün dünya etrafında dönüyordu,kendisine doğru gelen domuzu iki tane olarak gördü,bir an için bir kararsızlık yaşadı ve daha sağda olana bir ateş topu yolladı ama yanılmıştı. Sağda olan baş dönmesinin prensese oynadığı br oyundu,diğeri gerçekti! Ama Azula’nın yolladığı ateş topu hemen yanına düşüp hayvanı ürkütmüş ve birkaç saniyeliğine durup geri çekilmesini sağlamıştı. Şaşkınlığı geçer geçmez tekrar saldırıya geçti ama bu kez Shin de tam zamanında haykırdı: -Soldakini vur! Azula doktoru dinledi ve ateş topunu bu kez soldakine yolladı,aralarında bir metreden az bir uzaklık kalmıştı ki bu kez ateş topunu iri kafasına yiyince dev yaratık bir daha ayılmamak üzere yere yığıldı. Shin dikkatini prensese o kadar çok vermişti ki arkasındaki toynak seslerini duymadı ve sırtına ani bir tos yedi. Yüzüstü yere düşmüştü,arkasını döndü ve içlerinden iri bir tanesinin kendisine bakıp bakıp ayağını yere vurduğunu farketti,ayağa kalkmaya fırsat bulamadan hayvan harekete geçmişti tam doktorun üstüne atlayacaktı ki birden havada, domuzu arka bacağından birşey yakaladı. Bu, yakınlarda kendine üzerinde uyuyacak bir yaprak yığını bulduğu için kamp yerinden başka bir yerde konaklayan Appa’dan başkası değildi. Dişlerinin arasında tuttuğu bu bacağı ve sahibini,Appa kafasının tek bir savuruşu ile metrelerce uzağa fırlatıı ve Shin’in etrafını almış olan diğerlerini de yine dişlerinin arasından çıkardığı bir homurtu ile korkutup durdurdu. -Appa,koçum benim! En büyük sensin! Diye heyecanla bağırdı Shin. -Koç değil bizon o! Yani onlar! Bir değil iki taneler! Aman Tanrım! Azula iki eliyle kafasını tutuyordu, hala herşeyi çift görüyordu. Domuzlar şimdi alanda dört tane kalmışlardı,üstelik liderleri olan da, hâlâ kendine gelememiş olan prensesin ayakları dibinde cansız yatıyordu. İçlerinden en iri ve görünüşe göre en genç olanları komutayı eline aldı ve
Shin’in üstüne atıldı,Shin onu bir ateş topuyla uzaklaştırmaya çalıştı ama havyan ateşten kolay kolay etkilenmiyor,bana mısın demiyordu. Tekrar tos vurmak için Shin’in üstüne koşmaya başlamıştı ki Appa Shin’in önüne geçti ve onu durdurmak istedi ama korkusuz canavar,Appa’yı görünce durmak yerine hızını arttırdı ve boynuzlarını Appa’nın sol gözüne sapladı. Gözüne gelen sivri darbeyle Appa can havliyle havaya zıplamıştı,ağaçlardan birine dev gövdesiyle bindirdi,ağaç büyük bir çatırtı ile kökünden söküldü,Appa ile beraber yere devrildi. Dev bizon sadece boynuzu yiyen gözünü değil korku ve acıdan diğerini de kısmış,eliyle yüzünü ovuşturuyordu. Azula kendine gelmiş,şaşkın şaşkın dev arkadaşına bakıyordu: -Hay aksi şeytan! Buncağız da kör olursa kel canıma okuyacak... Aslında o körleri sever ama.. Artık hiçbirinin kendisine saldırmadığını ama hepsinin durmadan Shin’e doğru hamle yaptıklarını ve Shin’in de artık bu hamleleri güçlükle savuşturmakta olduğunu farketti. -Seni çok sevmiş olmalılar Shin! Diye bağırdı bir yandan da ona ateş toplarıyla yardım etmeye çalışıyordu. -Beni değil abini sevdiler! Bunlar leşle beslenen, bu yüzden kan kokusuna karşı çok duyarlı olan hayvanlardır. Abinin kapanmamış olan o yanık yaralarının kokusunu almış olmalılar. Hatırlarsan yolda da yaralarından birini yanlışlıkla hafifçe açtırmıştık,üstüne başına kan kokusu sinmiş olmalı! Shin bir yandan konuşuyor,bir yandan da dört bir tarafından gelen saldırılardan kendisini ve hastayı korumaya uğraşıyordu. Azula’nın aklına bir fikir geldi,eşyalarını yığdıkları köşeye koşup yatağanlarını buldu,bir tanesini alıp,sivri tarafını hiç düşünmeden sol kolunun üzerine sürdü,damara yakın açılan kesikten birden kan boşalmaya başladı,Azula bu kez kılıcını bırakıp sağ elini kanın üstüne sürdü ve “Geh bili bili!” diye gülerek elini domuzların o tarafa doğru savurdu. Çimenlerin üstüne düşen bir kaç damla kanın kokusu,üç domuzun ilgisini çekmeye yetmişti,arkalarını dönüp Azula’yı gördüler ve ona doğru koşmaya başladılar. -Seni salak! Ne yaptın koluna!
Shin domuzların arkasından koşup Azulaya yardım etmek istedi ama arkasından sırtına bu kez gerçekten sert bir tos yedi,bu Appa’nın gözünü yaralayan genç domuzdu ve havyan Shin’in üstüne koşmaya başladı,Shin de aynı anda ona bir yıldırım yolladı. Ama hayvan Shin’in tahmin ettiğinden daha hızlıydı,yıldırım ona ulaşamadan o Shin’in üstünden atladı,öyle ki sivri toynağı Shin’in neredeyse burnuna değecekti ve domuz asıl hedefi olan ’nun yanına gelip boynuzlarının bütün kuvvetiyle hastaya bir tos vurdu! uyku tulumunun içinden dışarıya fırladı ve birkaç metre ileriye savrulup yüzüstü yere düştü. Shin de,domuzları elinden geldiğince Shin’den uzaklaştırmak için kamp alanının öbür ucuna koşup gitmiş Azula da oldukları yerde donup kalmışlardı. Shin çabuk toparlandı,bir ok gibi yerinden fırladı,’nun üstüne doğru koşmakta olan domuzun sırtına atladı,boynuzlarından tuttu,hayvan koşmayı bırakmış,üstüne çıkan davetsiz misafirden kurtulabilmek için olduğu yerde zıplayıp duruyordu ama Shin,belindeki kuşağa sokuşturduğu tütün çubuğunu çıkardı ve ve içerken ağzına soktuğu sivri kısımını hiç düşünmeden bütün kuvvetiyle hayvanıun başının üstüne sapladı. Kafatasını delip beyne ulaşan çubuğu iyice derine sokup ani bir hareketle çıkardı,çubuk yerinden çıkar çıkmaz delikten fışkıran kanlar Shin’in yüzünü kırmızıya sıvadı. Hayvan garip, acınası sesler çıkararak olduğu yerden debeleniyordu,gözleri yerinden uğramıştı,ağzından köpükler çıkarıyordu,hareketleri iyice yavaşladı,sonunda cansız yere yığıldı. Aynı anda da diğer taraftan gelen bir yıldırım gümbürtüsü alanı ve bütün ormanı doldurdu,Azula adeta bir kriz anında üstüne gelen üç domuzu birden küle çevirmişti,saçları elektiriklenmiş,bir ağaca yaslanmış nefes nefese duruyor,faltaşı gibi açtığı gözleriyle yerde yüzü koyun yatan abisine bakıyordu. Shin elinin tersiyle yüzündeki kanları sile sile ’nun yanına koştu,tutup hastayı çevirdi,avucunun içini burnuna tuttu,yok,boynundaki damarı kontrol etti,hayır,kulağını göğsüne dayayıp kalbini dinlemeye
çalıştı,olamaz... Lütfen... Ateş lordu burnundan dışarıya nefes vermiyordu,atar damarı atmıyordu...kalbi çalışmıyordu. Yüzünde huzurlu bir uyku ifadesi vardı,yüzü biraz çamura bulanmıştı,kaç yıllık o meşhur yara izi yüzünü her zamankinden yakışıklı gösteriyordu,dudakları hafifçe aralıktı. Shin lorda kalp masajı yapmaya başladı,bir yandan da titriyordu. Korkusuz savaşçı,soğukkanlı usta doktor Shin en büyük kabusuyla karşılaşmış bir çocuk gibi tir tir titriyordu. Shin birşey yap,abimi kurtar! “Shin! Sana yalvarıyorum! Shin,kurtar onu! Shin,o benim abim! O ölürse ben... yaşayamam!!!” Kafasını kaldırıp soluna baktı. Hayır, yanında ağlamaklı,yalvaran bir sesle konuşan Azula değildi. Azula hâlâ olduğu yerde insanlıktan çıkmış bir surat ifadesiyle ona bakıyordu. “NE” olduğunu anlamıştı,ama anlamış olduğu şey o kadar korkunçtu ki yerinden kıpırdayamıyor,adeta nefes almaya bile cesaret edemiyordu. Konuşan..şimdi çok uzaklarda olan bir başka kadındı. Shin’in gözlerinden yaş geldi. Bunu bir daha yapmayacağına o çok sevdiği ölünün başında yemin etmişti. Tam beş yıl önceydi! YEMİN ETMİŞTİ!!! Ama hayır! Bir daha olmasına nasıl izin verebilirim! Hem de dünyanın kaderi buna bağlıyken! Bu benim sorumluluğum! Bu belki de lanet olasıca benim varlığımın sebebi! Ama yemin ettim! Bunu yaptığım için beş yıl önce BİRİ öldü! O bir hataydı! Kalp masajına cevap vermiyor! Biraz daha beklersem çok geç olabilir! Ya aynı hata tekrarlanırsa??? İkinci defa olmasına izin vermeyeceğim,hayır! HAYIR!
Ellerini havaya kaldırdı,parmakları arasındaki o gücü bütün damarlarında hissetti,derin bir nefesle ciğerlerini doldurdu. Az sonra karanlık ormanda önce bir yıldırımın ışığı,ardından karanlık kuytuluklarda yankılanan gürültüsü duyuldu...
Aang derhal bir hava balonu oluşturdu ve oluşturduğu balonu daha Lozu dalmadan suyun altına sokmak istedi ama garip birşey oldu. Suyun içinde hava balonu durmuyor,baloncuklar halinde dağılıp tekrar suyun üzerine çıkıyordu. Aang şaşkınlıkla aynı hareketi birkaç defa daha tekrarladı,bu sırada da sesler gitgide yükseliyor,üzerlerinde buzdan blok irili ufaklı parçalar halinde tepelerine yıkılıyordu. Sokka kafasına gelen iri bir taş büyüklüğündeki buzun yarattığı morluğu ovalarken ağzından dumanlar çıkarak sordu: -Hadi Aang? Neyi bekliyorsun? Dalalım artık! -Yapamıyorum! Dedi Aang endişeli bir ses tonu ile... Hava balonunu suyun altında sabit tutmayı beceremiyorum! -Bana bak? Yoksa hava bükme yeteneğini de mi yitirdin? Aang kızgın bir surat ifadesi ile Sokka’nın yüzüne tokat gbi bir hava akımı çarptı! -Gördüğün gibi daha kaybetmedim..ama... -Suyu dene Aang,dedi amca korkarak. Aang elini sudan çıkardı ve basit bir bükme hareketi yaptı. Yolculuğa çıkmadan önce de su bükmeyi denemiş ve çok zorlandığını farkederek telaşlanmıştı ama bu kez hiç bükemiyordu,akışkan element avatarın varlığına hiçbir tepki vermiyordu. -Su bükemiyorum,dedi Aang umutsuzlukla. Sokka’nın jeton daha düşmemişti: Sen hava balonunu hava bükerek oluşturmuyor muydun? Suyun ne alakası var? -İkisini birden bükmeden olamazdı..Hatta Aang asıl suyu büküyordu...Bu şimdi dalamayacağımız anlamına mı geliyor,diye sordu Iroh ve hemen yanı başına düşen itice bir buz parçasının yüzüne sıçrattığı suları elinin tersiyle sildi.
_________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:37 am

-Bir saniye bir saniye bir saniye! Yoksa gene mi Yue’ye birşey oldu? Sokka işin aslını anlamış,ne kadar üşümüş,ıslanmış olduğunu derhal unutarak merakla avatarın ceketinden çekiştirmeye başlamıştı,Aang de bu en kötü ihtimali düşünmüştü fakat kafasını sağa sola hızlı hızlı sallayarak bütün kötü düşünceleri uzaklaştırdı. -Nefesinizi ne kadar tutrabilirsiniz? Vahaya en az beş dakikalık yolumuz var,dedi ve tünelin ilerisinde hava boşluğunun sona erdiği,tünelin yeraltından devam ettiği kısmı işaret etti. Sokka ve amca birbirlerine baktılar. -Lozu ne kadar hızlı yüzebilir,diye sordu Iroh? -Sen benim sorumu cevaplamadın,Aang! Sokka’nın sitemli sesi kanalın içinde yankılanmasını daha tamamlayamadan aniden tepelerindeki buz blok tamamen yıkıldı,üç arkadaş kafalarına gelecek buz parçalarından korunmak için kollarını kendilerine siper etmişler,Lozu da korkuyla suya dalmıştı,kafalarını kaldırıp baktıklarında gökyüzünde parlayan dolunayı farkettiler. -Al sana cevap! dedi Aang ama birdenbire omzuna yediği bir ateş topuyla acı içinde haykırdı. Buz blokun yıkılmasıyla kanalın üzerinde oluşan dev deliğin etrafını şimdi zombi ateş ulusu askerleri doldurmuşlardı,üç yoldaşın üzerine doğru acımasızca ateş büküyorlardı! -Derin bir nefes alın,derhal batıyoruz! Dedi Aang ve Lozu’nun sırtına bindi,Sokka da arkaya atladı. Amca ise üzerlerine gelen iki ateş topunu engelledikten sonra dev bir tanesini rastgele deliğin etrafını saran düşmana yollayıp Sokka’nın beline sarıldı. Üçünün de derin birer nefes aldıları duyuldu. Dev beyaz deniz aslanı son kez dibe daldı. -Bayan Katara! Beklenen yaralıyı getirdiler! Katara heyecanla pansumanını yaptığı hastanın başından kalktı,elindeki alet edevatı hemşirelerden birinin eline tutuşturdu,çadırdan dışarıya fırladı. Suki ile bir ateş ulusu askeri ona doğru geliyorlardı. Önce asker konuştu:
-Hasta, lord çadırında efendim! Sizi bekliyoruz! Asker gerisingeri geldiği yere dönerken bu kez Suki konuşmaya başladı: -Onu böyle göreceğimi hiç ummazdm,Katara! Durumu çok ağır. Lütfen birşeyler yap yoksa bütün orduda büyük moral bozukluğuna sebep olacak! Bencilce olduğunu düşünebilirsin,sonuçta ben de çok üzgünüm ama ... tabii ki o benim de dostumdu.. Ama şimdi duygularımızı işimize karıştırmamalıyız değil mi? Suki bunları söylüyordu ama dokunsalar ağlayacak haldeydi. Katara ise beklediğinden daha kuvvetli görünüyordu,keskin bakışlarını gelinine dikti: Merak etme,Suki elimden geleni yapacağım! Bencil değilsin! Doğru olanı yapıyorsun! Karlara bata çıka kızıl,kapısında ateş ulusu hükümdarlık tuğunun dikili olduğu çadıra yöneldi. Suki burnunu çekti,Katara yavaş yavaş eski haline dönüyordu,kararını vermiş diye düşündü. “Yanlış da olsa doğru da olsa karar karardır,o da bunu algıladı.” Kafasını kaldırıp dolunaya baktı ama tek rakibesine bakar gibi değil de ondan yardım umar gibi... Ama bir saniye... Dolunayın ve kutup yıldızının ortaklaşa aydınlattığı gökyüzünde garip bir karaltı vardı. Kaç dakikadır su altındaydılar? Lozu son hızla ilerlemeye çalışıyordu,yer altına girdiklerinden beri üzerlerindeki beton kalınlığında ve ağırlığındaki buz tünelin tepelerine yıkılma tehlikesi sona ermişti,şimdi bariz toprak altındandan ilerliyorlardı,bu,donmuş tundra toprağı değil,Toph’un yıllar önce bükme suretiyle vahaya çıkan gizli tüneli açabildiği yumuşak topraktı,vahaya geldiklerinin en büyük alametiydi,düşman yukarıda,yani çok uzaklarda kalmıştı. Aang gözlerini kısmış,bütün vücudunu sıkmış,yanaklarını patlayıncaya dek doldurmuş,kısık gözleriyle ileriye bakıyordu,tünelin ucunda belli belirsiz bir ışık görünüyordu. Vaha onları bekliyordu.
Kulağının dibinde bir ıslık duydu,şaşkınlıkla yanından hızlı gelip geçen ve ışığa doğru ilerleyip gözden yiten sivri,ince uzun şeyi farketti. Ondan bir tane daha,bir tane ve bir tane daha geçit yanlarından. Güçlükle dönüp arkasına baktı. Arkalarında birkaç metre gerilerinde Aang’in daha önce hiç görmediği balık türü irice birer hayvanın sırtına binmiş,tek elleriyle hayvanlarının yüzgeçlerine tutunan,diğerleriyle ise suyun içinde buzdan sivri,küçük ,ölümcül torpidolar yaratıp suyu bükerek müthiş bir hızla üzerlerine yollayan askerler gördü. Bu askerlerin beraber yüzdükleri hayvanlar,evcilleştirilemeyen cinsten vahşi birer kutup yunusuydu,suyun altında çok hızlı yüzer ve uzun süre nefeslerini tutabilirlerdi. Eğer Sokka o an ağzını açıp konuşabilseydi yunuslara aptal aptal bakan avatara bunları söyleyecekti. Buzdan torpidolar için yapılacak birşey yoktu,Aang hem arkasına bakıp hem de üzerlerine gelmekte olan keskin buz parçalarından kaçabilmek için Lozu’yu idare edemezdi,Lozu kulağına gelen seslerden elinden geldiğince buz parçalarının geldikleri yeri tahmin edip ona göre suyun içinde sağa sola hareket ettiyse de iki tanesinden kaçamadı. Bunlardan biri en arkada oturan Iroh amcanın sol omzuna saplanmıştı,amca derin bir acı ile sanki bir kurtarıcıymış gibi Sokka’ya sımsıkı sarıldı,öyle de kaldı. Diğeri ise Lozu’nun kalçasına saplanmıştı, hayvan acı bir ses çıkararak yalpaladı ama yolundan dönmedi,hızla gitgide yaklaştıkları ışığa doğru üzmeye devam etti. Şimdi tünel yukarıya doğru hafif bir eğimle çıkıyordu,Aang Lozu’nun sarsılışından vurulduğunu anlamış,arkalarındaki zebanilerin ne kadar yaklaştıklarını görebilmek çin tekrar arkasına dönüp bakmıştı. Arkalarında kalan suyun kana bulanmış olduğunu farketti. Bu kadar kan Lozu’nun yarasından çıkıyor olabilir miydi? Amcanın da vurulduğunu o an anladı,dişlerini sıktı. Hiçbir şey yapamadığı için kendisinden nefret ediyordu.
Sokka da amcanın kendisine sımsıkı sarılışından anlamıştı,ne yapacağını şaşırmış halde kaskatı kalakalmıştı,gözlerini yaklaştıkları kuvvetli ışığa alıştırabilmek için kıstığı anda,Iroh’un omuzlarını sımsıkı saran kolların gevşediğini farketti,arkasını dönmüştü ki amcanın kendinden geçmek üzere olduğunu anladı,bir eliyle Aang’e tutundu,diğer koluyla yaşlı adamı sımsıkı tuttu. Iroh ağzını açtı,ciğerlerindeki hava boşalıp köpükler halinde suya karıştı. Aang Lozu’nun hızlanması için iki ayağını birden hayvanın böğrüne vurdu. Yaralı hayvan son bir gayretle yerinden fırladı ve... Suyun yüzüne çıktı. Yukarıda onları bir tuzağın bekleyebileceği ihtimali ne yazık ki avatarın aklına son anda gelmişti,Lozu’nun hızla fırlayışı ile kutsal gölün içinden çıkıp havada birkaç metre yükselmişlerdi ki gölcüğün etrafını sarmış olan onlarca asker aynı anda üzerlerine ateş büktü. Aang havadayken bütün kuvveti ile kendi elementini büktü,üçünün etrafında rüzgardan bir çember-bariyer oluşturdu,ateşin gelmesini önledi. Ama rüzgar çemberinin içine Lozu’yu almayı unutmuştu,acı bir çığlık duydu. Az sonra ateş kesildi,Aang Sokka ve hala Sokka’nın kolları arasında baygın olan Iroh suya düştüler. Aang suyun üzerinde ters dönmüş birşey farketti,bu dev bir vücuttu,bir zamanlar beyaz olan yumuşak karnının üzerinde şimdi sevimsiz yanık izleri,kan ve kavrulmuş tüyler olan bir hayvan,bir dost... Bu Lozu’ydu. Aang gözlerini iri iri açmış,Lozu’ya dehşet içinde bakıyordu,sonunda o melun sesi duydu. -Hala bir element bükebiliyor olduğunu görmek ne güzel,avatar! Seninle ilk karşılaştığımızda da sadece hava bükebiliyordun,öyle değil mi? Zhao,üzerinde bir lordun ya da başkomutanınkinden daha şatafatlı görünen üniforması ile,yıllar önce Aang’in meditasyon yaptığı noktada duruyor,çamurlu deri çizmeleri ile çimenleri,varlığı ile vahayı kirletiyordu. Ellerini beline koymuş,kahkaha atıyordu:
-Neden su bükemediğini merak ediyor olmalısın...Sevgili okyanus ruhu arkadaşın,kaçmaktan yorulup Koh’a teslim oldu da ondan! Sadece suretini değil,sadık yardımcım Koh,onun güçlerini de devraldı! Artık siz,su bükemeyeceksiniz! Üzgünüm! Ama biz artık herşeyi bükebiliyoruz! Ve dalga geçer gibi,elinin bir hareketi ile havaya kaldırdı bir su kırbacını avatarın yüzünde şaklattı. Aang daha önce hayatında hiç bu kadar ağır bir hakarete uğramadığını düşünüyor,soğuktan değil sinirden tir tir titriyordu. Sokka dayanamadı,hala ayılmamış olan ama nefes alışının düzelmesiyle kendisini rahatlatan yaşlı dostunu güç bela suyun üstünde tutmaya çalışırken buz gibi bir sesle: -Biz senin,düşmanlarının karşına daha çok çıplak çıktığını duymuştuk,Zhao! Seni böyle giyinik görünce hayallerimiz yıkıldı. Zhao sinir bozucu bir kahkaha daha attı: Sevgili Koh,bana eski sevgilini getirince,onun karşısına belki öyle çıkabilirim,ne dersin? Koh onları yakalamasının an meselesi olduğunu söylemişti. Sokka nefretle dişlerini sıktı,Aang ise heyecanla suyun içinde ileriye doğru atılmıştı ki bir el onu kolundan yakaladı. Bu Iroh’tu. Ayılmış,bir eliyle Sokka’yı bir eliyle de sımsıkı Aang’i tutmuş,korkulacak bakışlarla Zhao’u süzüyordu. -Demek uyandınız general Iroh! Görüşmeyeli nasılsınız? Hala oğlunuza kavuşamadınız mı? General cevap vermedi. Aang şaşkınlıkla Iroh’un elinden,kendi bedenine garip bir sıcaklığın yayıldığını farketti,kafasını kaldırıp baktığında Sokka’nın da yüzünde aynı şaşkın ifadeyle macaya baktığğını gördü,sular garip bir hareketlilikle fokurdamaya başlamıştı. Zhao anladı,heyecanla bir yumruklarını suyun içindeki davetsiz misafirlerine doğru nişan almış halde duran askerlerine ateş emri verdi. Aynı anda Iroh yorgun,yaşlı bedeninin bütün kuvvetiyle suya daldı,Sokka ve Aang’i de peşinden suya çekti.
Dört bir yandan gelen alev topları dev bir buhar kütlesi çıkararak suya çarptı,buharlar dağıldığında suyun üstünde zavallı deniz aslanının leşinden başka birşey yoktu. Zhao sinirle suya girdi,zaten küçük gölcükte su seviyesi en fazla omuzlarına geliyordu,suyun içinde az önceki esirleri ölü ya da diri boşuna arayıp durdu... Yoktular. Nefretle haykırdı: Lanet olsun! Sesi vahayı çevreleyen buzdan duvarlar arasında çaresizce yankılandı.
Katara’nın çadıra koşup hastaya müdahele etmesinin ardından sadece yarım saat geçmiş ve herşey... bitmişti. Katara inanamıyordu,hasta, kollarının arasındason nefesini vermişti ama o hala inanamıyordu. Suki ile beraber paylaştıkları çadıra gözyaşları içinde koştu,yorgun bedenini bir köşeye fırlatıp hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Yarım saat öncesine kadar Suki’nin gıpta ettiği güçlü su bükücüden eser kalmamıştı... Çadırdan içeri birinin girdiğini işitti,arkasına döndü, gelen üstan Piandao idi... -Öldüğüne inanamıyorum,diye hıçkırdı Katara,bir yandan da saçını başını düzeltmeye uğraşıyordu. Az sonra içeriye Jeong Jeong da girdi,sağ kolu dirseğine kadar sarılı ve boynuna asılıydı. Piandao üzüntüyle başını salladı: -Sen elinden geleni yaptın,Katara -Hayır! Yapamadım! Su bükemedim! Yanıklarına anında müdahele edemedim! Kan kaybını durduramadım! Katara elleriyle yüzünü kapadı,hıçkırıkları tekrar artmıştı. Piandao yanına gelip en iyi öğrencisinin kızkardeşinin omzunu okşadı : -Yapma,Katara! Belli ki diğer tarafta bir sorun var! Şu an hiçbir su bükücü su bükemiyor. Sadece sana özel bir şey değil. Sakin ol! Eminim Aang herşeyi düzeltecektir. -Ama Aang herşeyi düzeltse bile onu geri döndüremez,değil mi? Üstelik madem bütün dünya su bükme gücünü yitirdi,öyleyse belki Aang’ten bile
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
ED
avatar
avatar
ED


Erkek Mesaj Sayısı : 155
Yaş : 43
Lakap : avatar
Rep :
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Left_bar_bleue100 / 100100 / 1004.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 05/09/08

Kişi sayfası
yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme

4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır   4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır - Sayfa 3 Icon_minitimeÇarş. Ağus. 26, 2009 2:38 am

ümidimizi kesmeliyiz,belki onun da başına kötü bir şey geldi,öyle olamaz mı? Kadınlarla araları pek iyi olmayan kılıç ustası ile usta savaşçı sıkıntıyla birbirlerine baktılar. Onların da acıları büyüktü fakat bir bayanı teselli etmek zorunda kalmış olmak bu acıya katlanmaktan daha büyük bir sorundu onlar için. İkisi de iç geçirmekle yetindiler,Katara ise nefretle ellerine bakarak söylendi: -Eğer su bükmeyeceklerse o halde bu eller niye var? Sevdiklerimi iyileştiremeyeceksem ben niye varım? Jeong jeong sağlam olan eliyle Katara’nın ellerinden yakaladı: Yapma,Katara! Zaten kurtulması küçük bir ihtimaldi. Bunu sen de biliyorsun. -Peki şimdi ne olacak? Diye sordu kılıç ustası -Onun şanına layık bir cenaze töreni düzenleyeceğiz. Hemen,bugün! Dedi Jeong Jeong kararlı bir sesle. Katara bir rüyadaymış gibi mırıldandı: -Vatanından,gömülmek istediği topraklardan böyle kilometrelerce ötede,bu buz yığınlarının arasına mı? Soğuktan nefret ederdi halbuki. Piandao da karşı çıktı: Ordu da büyük motivasyon eksikliğine sebep olacak! Belki de bu ölümü bir süre gizlemeliyiz. Askerler komutanlarının ölümünü kaldıramayabilir. -Ne kadar gizleyebiliriz? Zaten ağır yaralı olduğu biliniyordu,ateş büken lanet olasıca zombilerce nasıl pusuya düşürüldüğü cephede dilden dile dolaşmıyor mu? Belirsizlikten iyidir bu durum. Cenazede askere güçlü olduğumuzun ve onun intikamını almakta kararlı olduğumuzun mesajını verirsek korktuğumuzun tam tersi bir etki de yaratabiliriz. (İç geçirdi) Böyle bir durumda böyle düşündüğüm için beni ayıplıyor olabilirsiniz ama benim yerimde o olsaydı da şu an bunu yapıyor olurdu. Çadırdakiler Jeong Jeong’u kesinlikle ayıplamıyorlardı,ikisi de kendi alemlerine dalmış gibiydiler. Neden sonra Katara,ölüm sessizliğini titreyen sesiyle bozdu: En azından Aang burada olsaydı! Sevgili dostunun cenazseinde olmayı eminim çok isterdi. Piandao da : General Iroh’un da olması harika olurdu,diye eklemekten
kendisini alamadı. Jeong Jeong çadırın çıkışına yöneldi: Kabile resisi Kata ile konuşmamız lazım! Madem su bükücülük an itibariyle tarihe karıştı,öyleyse su bükücülerin mevzileri değiştirilmeli,kuvvetler kaydırılmalı. Kuzey su kabilesi mültecilerinin bulunduğu yerleşim yerinde de büyük panik havası hakimmiş. Kolay değil,adamlar sabah okyanusları bükerken şimdi tükürüklerini yerinden oynatamıyorlar. Piandao Katara’nın yanından kalkarken sinirli sinirli gülümsedi, -Jeong’un kusuruna bakma. Asker adam işte,biraz kaba konuşuyor! Ve hızlı adımlarla peşi sıra çadırı terketti. Katara boş gözlerle küçük sehpanın üzerindeki muma bakıyor,şimdi çok uzaklarda olan birini düşünüyordu. Aslında bir değil iki kişiyi düşünüyordu. Jeong Jeong’un kabalığıyla da ilgilendiği yoktu. Kararını vermişti,bu savaşta payına düşen görevi canı pahasına yerine getirecek ve sonra verdiği kararı uygulayacaktı,ondan sonra da dünya umrunda olmayacaktı. Ama şimdi tekrar herşey değişmişti,işte en büyük silahını,bükücülüğünü kaybetmişti. Ya bugünkü gibi başka kurtaramayacağı hastalar olursa? Ya Katara daha büyük acılarla yüzleşmek zorunda kalırsa...Omuzlarında bir ürperme hissetti,gözyaşları yanaklarından süzülürken kendisine sarılan sıcacık kollar hayal etmekten kendisini alıkoyamadı. Her nerdeysen..her nerdeyseniz...iyi olun,diye mırıldandı.
Aynı anda Suki büyük bir gürültüyle çadıra daldı,Katara da heyecanla ayağa fırlayıp genç annenin boynuna sarıldı,ihtiyacı olan tam da kendisiydi! -Suki! Onu kurtaramadım! Öldü,kollarımda öldü! Zavallı Bumi! Canım,yaşlı dostum! Elimden hiçbir şey gelmedi! Kendimden nefret ediyorum! Suki Katara’nın boynuna dolanan kollarından aceleyle kurtuldu,çok telaşlı bir hali vardı: -Katara,önce sakin ol,tamam mı? Dışardan bir haykırış işitildi,bu tarafa bu tarafa diyen sesler geliyor,birileri heyecanla koşuşturuyor,tanıdık ama boğuk bir homurtu kamp yerini dolduruyordu. Katara ters birşeyler olduğunu anladı: -Neler oluyor? -Katara...Appa... Appa ismini duyar duymaz Katara kendisini çadırdan dışarı attı,kamp yerinin ortasında dev bizon dostunu gördü ama hayvancağız perişan haldeydi,bir gözü bir korsanmışcasına band ile kapatılmıştı,yorgun ve bitmiş görünüyordu,Azula hemen Appa’nın kocaman kafasının yanında duruyor,şaşkınlıkla etrafta koşunan askerlere bakıyor, “Bir toprak bükücü,yalvarırım bir toprak bükücü!” diye sayıklıyordu. Hali Appa’nınkinden beterdi,üstünde paçavraya dönmüş kürkü,tutam tutam kavrulmuş,rengi dönmüş saçları,yüzünde yanık ve morluk izleri vardı. Eğerinde üzerinde açık kumral bir baş görünüyor,yabancı yabancı etrafa bakınıyordu. Peki neredeydi? Katara karlara bata çıka Azula’nın yanına seğirtti,Azula onu görünce önce tanıyamadı,sanki hayatında ilk defa görüyormuş gibi Katar’nın yüzüne uzun uzun baktı,neden sonra Katara’nın ellerine sarılıp ağlamaya başladı: -Katara! Sensin! Yardım et! Nolursun! Katara hayatta herkesin ama HERKESİN çaresizlikten ağlayabileceğini düşünürdü de ateş ulusu ordularının başkomutanı,prenses Azula’yı bu halde göreceğine katiyyen inanmazdı. Yüreği ağzında,tane tane sordu: nerede?
Azula bitkin bir halde zorla kaldırdığı eli ile eğerin üstünü gösterdi. Katara Appa’nın tüylerine tutunarak eğere çıkmıştı ki gördüğü şey onu olduğu yerde dondurdu: Bu değildi,olamazdı,bir mumya gibi sarılıp sarmalanmış,hareketsiz,soluk,acayip beden ateş ulusu lorduna ait olamazdı! Katara inanmayan gözlerini ’nun harap bedeninden kaldırıp onun başında duran kumral başlı yabancıya çevirdi. Hayatında ilk defa bu kadar kar ve buzu bir arada gören,kürkünün içinde dahi tir tir titreyen Shin; Sen,dedi,su bükerek yanık tedavisi yapıyor ve başarılı oluyormuşsun! Öyleyse eski nişanlını kurtar çünkü ölmek üzere! Katara o an ölmüş olmayı diledi. Bütün yüreği ile o an Bumi’nin üzerinde beyaz bir örtü ile cansız uzandığı sedyede yaşlı,kaçık dostunun yerine uzanıyor olmayı diledi. Su bükemiyordu! Daha yarım saat önce bu yeteneğini-kimbilir belki de sonsuza dek-kaybetmişti. Bu demektir ki... da ölecekti. Ve o zaman Katara gerçekten ölecekti.
Shin ile Azula sıcacık bir çadıra tıkılmışlar,ısınmaya çalışıyorlardı. Özellikle güneş kabileli Shinji inanılmaz derecede üşümüştü,sıcacık bir ayı postunun altına büzüşmüş,dişlerinin bir türlü engel olmadığı takırtısının geçmesini bekliyordu. Azula’nın, çadırın bir köşesinde eline tutuşturulmuş bir kase çorbayı içmek yerine dalgın gözlerle izledğini farkedince güçlükle ayağa kalktı,yanına yürüdü,üzerinden bir gocuk gibi ayırmadığı ayı postuyla beraber büyük bir gürültüyle Azula’nın yanına çöktü: -Hey,prenses! Üzülme artık! ’nun o su kabilesi köylüsünün ellerinde iyileşeceğine eminim. Sonra bana anlattığın şu aşk üçgenlerine hep beraber kaldıkları yerden devam ederler! Azula susuyordu,yüzü son derece solgundu,birkaç gün içinde biraz zayıflamış,elmacık kemikleri belirginleşmişti,gözleri de sanki iyice büyümüş gibiydi. Shin onu böyle görmeye alışkın değildi,elini ayı postunun altından çıkarıp Azula’yı şaka yollu dürttü: Hadi prenses! Kalk da kavga edelim! Bak sonra cenazemiz de varmış! Senin başkomutanlık görevine geri dönmen
gerekmiyor mu hem? Azula sonunda konuştu: Tek umudum Katara’ydı. O abimi daha önce iyileştirmişti. Yine böyle yaralandığında.. Tekrar yapabilir diye düşünmüştüm.. Ama boşunaymış... Herşey bitti... Zavallı Bumi’nin cesedini gördüm.. Onu kurtaramadıysa,abime hiçbir şey yapamaz... -Onu ben de gördüm. Herif 118 yaşında! Tanrı aşkına,Azula! Senin abin kaç yaşında? Buraya kadar dayanmış olması bile umut olduğunu göstermez mi? -Artık Katara su bükemiyor,hiç kimse su bükemiyor diyorum,Shin! Azula kafasını kaldırmış,dolu dolu gözlerini doktora dikmişti,Shin omuz silkti: -Burada abini soyup karların içine yatırsak bile iyileşme ihtimali var! Üstelik artık su bükücülük tarih olduysa bile başka şifacılar var,ben varım! Sen şu sıralar umutsuzluğu moda edindin! -Beni suçlayacaklar,Shin,anlamıyorsun! Azula’nın sesi çatlamıştı,ağlamak istemiyordu ama belli ki kendisine engel olamayacaktı,ayağa kalkıp doktorun yanından uzaklaştı,Shin şaşırmıştı: -Neden böyle birşey yapsınlar? Azula,saçmalıyorsun! -Geçen sefer Katara onu iyileştirdiğinde...onu ben vurmuştum...Yani Katara’nın iyileştirdiği o ölümcül yarayı ben açmıştım! -Ama o zamanlar...başka biriydin,dedi Shin dalgın dalgın: Sonra çok şey değişti. -İnsanların güvenini hala kazanamadım,Shin! Annem bile bana ne kadar temkinli yaklaşıyor. Ama bunda haklılar! Ben berbat şeyler yaptım ve şimdi cezamı çekiyorum! -Azula,annenin az önce sana nasıl sarıldığını gördüm! (Shin,Ursa’nın kendilerini karşılamaya geldiği ânı hatırladı,daha yarım saat önceydi,Ursa kızını iyi görünce ona büyük bir mutlulukla sarılmış,sonra da ’nun iyileşeceğine dair, umutsuz görünen prensesi cesaretlendirecek şeyler söylemişti. Kızına yaklaşımı oldukça sevecendi,onların bir zamanlar son derece sorunlu bir anne-kız olduklarına inanmak neredeyse imkansızdı)
Böyle düşünme,lütfen,annen seni çok seviyor ve iyileştiğin için de çok mutlu oldu. Böyle düşünüğünü bilseydi,emin ol.. -Anlamıyorsun,Shin! Belki de benim hâlâ gözümün tahtta olduğunu düşünüyorlar! Onu benim yaraladığımı ya da yaralamamış olsam bile bilerek,durumu iyice kötülşesin diye onu buraya getirmekte geciktiğimi düşününeceklerdir! Bunun benim için ne demek olduğunu anlamıyorsun! 7 yıl önceki Azula olsaydı bunu hiç şüphesiz yapardı! Azula ellerini yüzüne kapatmış,artık çekinmeden hıçkıra hıçkıra ağlıyordu,Shin gocuğu üstünden atıp Azula’nın yanına koştu,ellerini tutup yüzünden çekti: Ama 7 yıl sonraki Azula bunu asla yapmaz! -Onlar bunu bilmiyorlar,onları 7 yıl boyunca buna bir gram dahi inandırmamaışım! -Azula,inanıyorlar! Annen,Katara,amcan,abinin kendisi..ve ben! Ben de inanıyorum. Azula yüzünü kaldırıp Shin’e baktı ama gözlerine değil,çenesinin sol yanağındaki hafif morluğa. Bu morluk ilk bakışta göze çarpmıyordu,görebilmek için aydınlık bir ortam ya da dikkatli bir inceleme gerekiyordu. Azula’nın yüzü hafifçe kızardı,ellerini doktorun ellerinden kurtardı: Sana vurduğum için özür dilerim. Shin önce ne diyecek oldu sonra gülümsedi,çenesindeki morluğu unutmuştu bile: Önemli değil! Acımıyor hiç.. -Senin öyle abimi yıldırımla vurduğunu görünce..yani vurmuyordun tabii de ...yine bir bakıma vuruyordun..yani...ooff,batırdım Azula gürültüyle burnunu çekiştirdi,bulduğu bir havluyla yüzünü kuruladı,o geceyi hatırladı. Abisinin kalbi durduğunda Shin ona yıldırım şoku uygulamıştı,üst üste 5 kez ona göğsünden yıldırım vermişti,tabii ki bu Azula’nın 7 yıl önce ’ya yolladığı yıldırımla karşılaştırılabilecek bir şey değildi,çok daha hafifti,kalbi çalıştırmaya yönelikti ama Azula bunu bilmiyordu. Domuzlardan kurtulur kurtulmaz Shin’in yanına koşmuş,önce onu durdurmaya çalışmış ama Shin onu başından savmaya kalkınca üzerine atlamıştı! Aralarında bir boğuşma geçmiş,Azula zavallı çocukçağızın kolunu tırmalamış,kulağını ısırmış,sonunda da çenesine bir yumruk çakmıştı ama
Shin ona ısrarla hiç karşılık vermemişti,sonunda Azula’dan kurtulmuş ve ’nun başına geri dönmüştü. Domuzlarla boğuşmaktan zaten yorgun düşmüş, zaten bayılmaz üzere olan Azula da bir ağacın dibine çöküp ağlamaya başlamış,sonunda Shin’e Katil,katil! diye gitgide hafifleyen bir sesle bir süre bağırdıktan sonra sızıp kalmıştı. Uyandığında kendisini uyku tulumunun içinde bulmuştu,yanında yatıyordu...ve yaşıyordu! Durumu eskiye dönmüş gibiydi,yine derin,sağlıksız bir uyku içinde yüzüyordu. Azula ayağa fırlamış,etrafına bakınmış ama Shin’i görememişti,hatta Appa’yı da göremeyince onun Appa’yı alıp kaçmış olabileceği ihtimali aklına gelmiş,böyle ısssız,vahşi bir ormanda ağır yaralı abisiyle yalnız kalakalmış her genç kızın yapabileceği tek şey yapmış;ağlamaya başlamıştı Fakat on on beş dakika kadar sonra Appa homurdanarak kamp yerine konmuştu,domuzun boynuzuyla tos vurduğu gözü siyah bir bantla kapatılmıştı,bir avatardan çok bir korsanın uçan bizonuna benzemişti. Azula büyük bir mutlulukla dev arkadaşına sarılmıştı ki Appa’nın eğerinden Shin aşağı atlamıştı,yanında ’ya iyi geleceğini umduğu bitki kökleri,meyveler,yapraklar vardı,bunlardan bir merhem hazırlayıp ’nun yaralarına sürecekti. Azula Appa’ya yaptığı gibi onun da boynuna sarılmamak için kendini zor tutmuştu,Shin’in kendisine soğuk davranacağını zannetmiş ama yanılmıştı. Doktor yolculuklarının geri kalanı boyunca (yaklaşık 20 saat) o gecenin konusunu bir daha hiç açmamıştı. Shin yorgun adımlarla gocuğunun yanına döndü,tekrar onun altına girdi: Kim olsa aynı şey yapardı,Azula...Bilemezdin. -Senin abime zarar verebileceğini nasıl düşündüm! Bazen gerçekten çok salak olabiliyorum,hatta bu konuda abimi bile geçebiliyorum. Azula bunu gülümseyen bir yüzle,hafif bir neşe katmaya çalıştığı ses tonuyla söylemişti ama bu kez Shin derin düşüncelere dalmış görünüyor,somurtuyordu. Onu kırdığını düşünüp pişmanlıkla yanına geldi,karşısına oturdu: Gerçekten üzgünüm,Shin. Belki de bu konuyu hiç açmamalıydım. -İnsan bazen sevdikerine istemeden çok büyük zararlar verebiliyor,Azula! Hem de çok,ÇOK büyük zararlar! Sana daha önce seni benden daha iyi hiç
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://pc-online.yetkin-forum.com
 
4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır
Sayfa başına dön 
3 sayfadaki 4 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
oyunlar ve çizgiler :: Avatar: The Last Airbender :: 4. sezon hikayeleri-
Buraya geçin: