Mesaj Sayısı : 155 Yaş : 43 Lakap : avatar Rep : Kayıt tarihi : 05/09/08
Kişi sayfası yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme
Konu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır Çarş. Ağus. 26, 2009 2:38 am
kimse anlayamaz demiştim hatırlıyor musun? Ben senin hikayeni zaten biliyordum! Bütün çıkmazlarını,yaptıklarını,hastalığını..ve şu an neler hissettiğini de biliyorum..pişmanlığını! Bana katil dedin,Azula! Bugüne kadar hiç kimsenin cesaret edemeyeceği bir şey yaptın! Bana karşı koydun,bana katil dedin...O kadar dalgın bir ses tonuyla ve gözleri yerde konuşuyordu ki prensesin içi burkudu,eğer Shin’in elleri gocuğun altına saklanmış olmasaydı bu kez Azula onun ellerini tutacaktı:-Shin,ben ne dediğimi bilmiyordum! Özür diledim ya! Kaç defa daha istersen daha o kadar dilerim!-Hayır,Azula dileme, lütfen... Çünkü sen haklıydın! Ben bir katilim!Bu kez Shin gülümseyerek konuşmuştu ama Azula doktorun söylediklerinin gerçek olduğunu derhal anladı,damarlarında akan kanın durduğunu hissetti,dudaklarını kıpırdattıysa da hiçbir şey söyleyemedi,Shin devam etti:-Ben hayatta en çok sevdiğim iki kişinin hayatını mahvettim,Azula! Geri dönüşsüz bir hataya imza attım. Ben bir katilim,hem de katillerin en aşağılık,en yüzüne tükürmelik olanı!..........................................................................................................................................Babam kabilenin doktoruydu. Onun babası ve hatta beş kuşak dedesi kabile reisliği yapmışlar ama babam kendisine teklif edildiğinde bunu reddedip her zaman hayalini kurduğu mesleği icra etmeye başlamış. Annem de kabilenin ebesi... Ailemiz,biraz da dedelerden kaynaklanan bir saygı görmüştü hep kabile içinde. Onların tek çocuğuydum..ve on yaşında onlar kaybettim: Aile dostumuz,Bifu amcamın hamile olan eşinin yanına doğum için gitmişler,doğum gerçekleşmeyince geceyi geçirmek için orada kalmışlardı. Kabile yerleşiminin biraz dışında müstakil iki katlı bir evde otururdu Bifu amcam ve ailesi... O gece bir yangın çıkmış,Bifu amcam iki küçük çocuğunu güçlükle dışarı çıkardıktan sonra hamile kadıncağızı yalnız bırakmamak için onun yanında,ikinci katta kalan annemle babama yardıma koşmaya çalışmış ama bina büyük bir gürültüyle çökmüş,üçü de alvlerin arasında can vermişler. Geriye Bifu amcam,iki öksüz çocuğu ve ben kalakalmıştık. Bifu bana da sahip çıktı. Zaten çocuklarının ikisi de yakın arkadaşımdı,bir oğlan ve biz kız. (Shin’in yüzüne hüzünlü bir gülümseme yayıldı) Erkek olanı benimle yaşıttı,adı Teru idi,doğuştan kalp hastası,çelimsiz,zayıf,daima hastalıklı görünümlü bir çocuktu. Ama hiçbir oyundan,yaramazlıktan eksik kalmazdı,birlikte kabilenin altını üstüne getirirdik. Dünyalar tatlısı bir veletti,en iyi dostumdu,yıllarca da bu dostluk hiç bozulmadan,daha da ilerleyerek devam etti. Kız olan ise bizden bir yaş küçük olan Şimi’ydi. Abisinin aksine son derece sağlıklı,güzel,uslu,sakin,oyuncak bebek gibi bir kızdı. Abisiyle oynadığımız tehlikeli oyunlara katılmak ister,daima peşimizde dolanırdı,onu azarlayıp başımızdan savmak isteyince de boncuk boncuk gözyaşları dökerdi,o zaman da kıyamaz,onunla oturup evcilik oynamaya başlardık. Hayatta başka kimsem kalmadığı için Bifu beni yanlarına almıştı,yeni evimizde artık hep beraber yaşıyorduk. Bifu gerçekten iyi bir babaydı,beni çocuklarından hiç ayırmadı,eğitimime önem verdi. Birgün beni elimden tutup annemle babamın ölümünden sonra bir daha hiç uğramadığım evimize götürmüştü,orada beni babamın kütüphanesine soktu,kitaplarını,tıp üzerine yaptğı çalışmaları gösterdi. Daha önce babam, kütüphanesine ve laboratuvarına girmeme pek izin vermezdi,inanımaz heyecanlanmıştım! Doktor olmaya o gün karar verdim,o anlamadığım yazılarla dolu kitapların sayfalarını çevirirken,binbir türlü ilacın kokusunu içime çekerken... O koku bana anne ve babamın kokusunu hatırlatmıştı çünkü,sanki onların izinden gidersem,onları hiç kaybetmemiş gibi olacaktım,öyle hissediyordum. Bifu daTeru ile Şimi de bana sonuna dek destek verdiler. Bifu,kabile reisimizi ,biraz da ailemin forsunu kullanarak ikna etmeyi başardı,14 yaşındaydım,özel izinle kabileden çıkıp sırasıyla Omashu,Ba Sing Se ve ateş ulusu başkentinde tıp eğitimimi alacaktım. Ben yola çıkmadan iki ay önce zavallı Bifu öldü,daha ellisinde bile değildi! Teru ve Şimi ile şimdi gerçekten yapayalnız kalmıştık! Teru da iyi değildi,yüzü daima solgundu,hiç kilo almıyor,en ufak bir hastalık ona haftalarca yatağa hapsediyordu,koşmayı bırak yürürken bile çabucak yorulmaya,nefes nefese kalmaya başlamıştı. Şimi ise... (iç geçirdi),Azula,Şimi hayatında görebileceğin en güzel genç kıza dönüşmüştü (Azula nedenini bilmeden,yerinde rahatsızca kıpırdandı,dudağını sarkıttı). Tabii ki bütün diğer kabile kızları gibi hafif yanık tenliydi ama o kızıl saçları,o yeşil gözleri.. O hali,tavrı,yumuşacık sesi..(Azula “inadıma mı yapıyor acaba” diye düşündü ama sonra banane dedi kendi kendine...Bana noluyor ki zaten? Fakat sonra Shin’in gözlerinin dolduğunu farketti,içi tekrar cızladı, hâtırası bile bu kadar etkileyen bu kadın şimdi nerede olabilirdi?) 4 yıldır aynı çatı altında yaşıyorduk,birbirimizden etkilenmememiz imkansızdı. Özellikle o son sene ona resmen,deliler gibi aşık olmuştum ama Bifu amcama ve Teru’ya çaktırmak istemiyordum,utanıyordum,sanki bana çok ayıp bir şey yapıyormuşum gibi geliyordu,zavallı Şimi’den bu yüzden bucak bucak kaçmaya başlamıştım! Babasının ölümüyle o da çok yıkılmıştı,üzerine bir de benim gidecek ve yıllarca dönmeyecek olmam eklenince iyice harap olmuştu. Gitmeden önce ona olan aşkımı ilan etme cesaretini gösterebildim,o da beni sevdiğini ve beni, tıp eğitimim ne kadar uzun sürerse sürsün bekleyeceğini söyledi. Teru’dan böyle bir şeyi saklamayamazdım,onunla da konuştum,tahminimin aksine bana kızmadı,çok sevindi,o gün ayak üstü,Teru’nun şahitliğinde nişanlandık. Ve benim tam on yıl süren yolculuğum başladı.İrtibatı hiç koparmıyorduk,özel eğitimli, Teru’yla beraber yetiştirdiğimiz bir şahinimiz vardı,onun aracılığıyla devamlı haberleşiyorduk. Ben,beni bekleyen nişanlımın hayaliyle canla başla çalışıyordum,okuduğum okulları birincilikle bitiriyor,yanında stajyer olarak çalıştığım usta hekimleri kendime hayran bırakıyordum. Ama benim başka bir hayalim daha vardı. Doktor olmaya karar verdikten sonra tamamen bana tahsis edilen babamın kütüphanesinde bir gün bir şeye rastlamıştım. Babamın notları arasında onun uzun süre üzerinde çalıştığı bir teknikle ilgili bir yazıydı bu. Etrafı biraz daha karıştırınca daha başka şeyler de buldum,deney raporları,ayrıntılı çizimler... Babam,durmuş bir kalbi yıldırım bükerek çalıştırmanın yolunu bulmuş,üstelik bazı hayvanlar üzerinde deneyler bile yapmıştı! Bu benim kafamı çok kurcalamıştı,bu tekniği kullanmak için her şeyden önce yıldırım bükmekte gerçek bir usta olmak ve yıldırımın kuvvetini elbette bir insan bedeninin kaldırabileceği ama aynı zamanda kalbe olumlu etki edecek şekilde ayarlamak gerekiyordu. Bundan ne Bifu amcama ne de Teru’ya bahsetmemiştim,tıp eğitimime çıkarken bu notları da yanıma almıştım. Önce bir ateş bükücü olarak ateş bükücülüğümü ve hemen sonrasında yıldırım bükücülüğümü geliştirmem,sonra bu konunun üstüne gitmem gerekiyordu. Bu yüzden gittiğim her yerde bükücülüğümü de geliştirmeye çalıştım,dünyanın en iyi ateş bükme hocalarından ders aldım. Tabii ilk yıllar savaş dönemiydi,ben de o sırada toprak ulusu ülkesindeydim,ortalıkta pek dost canlısı ateş bükücü yoktu! Ama barış sağlandıktan sonra herşey düzeldi,her iki eğitimimde de kısa sürede epey ilerledim. Yıldırım bükmedeki ustalığı dillere destan olan general Iroh’la yani amcanla da son sene tanışmayı başardım. Ondan da ders aldım. Sadece ona yıldırım bükmekle ilgili asıl planımdan bahsettim. Beni ilgiyle dinledi ama sonunda yıldırım bükmenin çok hassas bir konu olduğunu,özellikle benim gibi bu büyük gücü insan sağlığı için kullanmak siteyen birinin çok dikkatli olması gerektiğini söyledi,ben uyardı. Bense bu on sene zarfında kendime inanılmaz bir güven kazanmıştım,onun tavsiyelerini biraz zoraki dinledim,yaşına verdim ve beni sabırsızlıkla bekleyen köyüme döndüm. Teru bıraktığımdan daha iyiydi,Şimi ona iyi bakmıştı,her zamanki gamsız, tasasız, sevgili dostumdu,çok yakında da gerçekten kardeş olacaktık. Ve Şimi on yılda daha da güzelleşmiş,tam bir hanımefendi olmuştu. Biribirimize olan aşkımız hiç tükenmemiş,tam tersine artmıştı. Düğün hazırlıkları derhal başladı. Bu sırada ben de Teru’ya yıldırım şoku tekniğinden bahsettim,o da inanılmaz heyecanlamıştı. Birlikte avlara çıkıyor,ölümcül denebilecek derecede yaraladığımız hayvanlar üzerinde deneyler yapıyorduk,çoğu kez de başarılı oluyordum. Dönüşümden bir ay sonra düğünümüz başladı,tam üç gün üç gece sürecekti. Düğünlerin üçüncü gecesi kabile erkekleri ile bayanları ayrı ayrı sofralarda yemek yerler,ayrı yerlerde dans edip eğlenirler,gece yarısından sonra iki grup birleşir ve son bir törenle ki bu nikah törenidir,düğün sona ererdi. Bizim düğünümüzün de üçüncü gecesi,gece yarısına doğru biz erkekler deliler gibi içip hep beraber şarkılar söylerken,hemen sağımda oturan,kolumu omzuma atmış söylediğim şarkılara eşlik eden Teru,birdenbire oturduğu sandalyeden yere düşüverdi. Herkes,ben bile onun sarhoşluktan dengesini kaybedip düştüğüne hükmetmiştik,ben onun başına eğilmiş,kahkahalarla kolundan çekiştirmeye,ayağa kaldırmaya çalışıyordum. Fakat dostumun yüzüne bakınca,yüzünün nasıl çarpımış olduğunu,bembeyaz kesildiğini görünce zannettiğimiz gibi olmadığını anladım. Dostum kalp krizi geçiriyordu. Yıllardır biraz da Şimi’nin zoruyla devam ettiği diyetini benim gelişimle bozmuştu,o geceki heyecan ve mutluluk da zaten hasta olan kalbine iyice ağır gelmişti ve sonunda kalp teklemişti. Hemen etrafını açtım,önce başka,daha önemsiz bir şey olduğunu umarak müdahele ettim ama hayır,kalp kriziydi,emindim. Kalp masajı yapmaya başladım. Bu arada kabilenin bayanları da gelmişti,üzerinde gelinliğiyle Şimi yanımdaydı,elleri boynuna yapışmış,gözyaşları içinde bana abisini kurtarmam için yalvarıyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. O telaş,o korku,o heyecanla asla yapmamam gereken şeyi yapmaya sonunda karar verdim. Daha önce bir insan üzerinde hiç denemediğim yıldırım şoku tekniğini Teru’nun üzerinde denedim! Defalarca kez onun göğsüne yıldırım verdim! Ama yapamadım... başaramadım...kabilenin yaşlı doktorları gelip beni zorla onun başından kaldırdılar,biri onun kalbini dinledi...ve onun ölmüş olduğunu söyledi. O geceyle ilgili son hatırladığım şey,Şimi’min –üzerinde gelinliğiyle- Teru’nun üzerine kapanıp hıçkıra hıçkıra ağladığıdır. Gerisini hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde yaşlı meslektaşlarım münasip bir dille bana Teru’nun o sırada geçirdiği krizin hafif bir kriz olduğunu,aslında daha normal,klasik bir müdahele ile kurtulabileceğini ama benim uyguladığım şokun ona çok ağır geldiğini...yani kısaca benim en iyi arkadaşımın ölümüne sebep oldumu söylediler. Yıkılmıştım,dünya başıma geçmişti. Şimi’nin ne halde olduğunu bilmek istiyor,merakımdan çıkdırıyordum ama onun yanına gitmeyi bırak,onunla ilgili birilerine bir şeyler sormaya bile cesaret edemiyordum. Benimle karşılaşan insanların üzerime saldıracaklarını ya da beni cinayetle suçlayacaklarını sanıyor,kötü muamele bekliyordum ama insanlar bana her zamanki gibi normal davranıyordu. Anlayamıyordum,ben hayatta en çok sevdiğim bir insanın ölümüne sebep olmuştum ama hapse atılmıyor,cezalandırılmıyordum. Aynada kendi yüzüme bakmaktan tiksinirken insanlar bana gene gülümseyebiliyorlardı! Delirmek üzereydim! Sonunda bütün cesaretimi toplayıp Şimi’nin yanına gittim. Bana kızacağını,bağırıp çağıracağını ummuştum,bunu gerçekten bütün yüreğimle istemiştim ama o bana çok iyi davrandı. O kadar zayıflamış,solgun düşmüştü ki bütün güzelliği bir hafta içerisinde uçup gitmiş gibiydi. Benimle artık asla evlenemeyeceğini ağlayarak söyledi ama buna rağmen beni sonsuza dek seveceğini de ekledi sözlerine... Ben karşısında dudaklarımı ısırıyor,yumruklarımı sıkıyor,tir tir titriyordum,oysa son derece sakindi,uzanıp beni son kez öptü. Bu onu son görüşüm oldu. Ertesi gün şef bana, Şimi’nin yanına gelip kendisinden “kutsanması”’nı istediğini söyledi. Bunu duyunca tüylerim diken diken oldu,onu vazgeçirmek için çok uğraştım,ne kadar tanıdık varsa araya soktum,günlerce kapısında yattım ama ne bir daha yüzünü bana gösterdi ne de bu kararından vazgeçti. Bir kabile kadınının şeften kutsanma istemesi demek,kabileden atılmasını istemek demekti. Kabileden atılan bir kadın,ateş ulusunda ıssız bir adadaki bir manastıra yollanır ve hayatının geri kalanı boyunca ana karaya bir daha çıkamazdı. Ama bununla kalmıyordu tabii,kutsanma töreni kabileden ayrılan bir kadının bir daha kabile hakkında hiç konuşmaması,kabilenin varlığını ve nerede olduğunu hiç kimseye söyleyememesi için yapılan vahşice bir törendi,bir tür hayattan vazgeçişti,bu törende kutsanmak isteyen kadının dili kesilir...ve gözleri dağlanırdı. (Azula içinden gelen bir ürpermeye titredi,Shin’in yüzü nefretle kararmış,gözleri kan kırmızısına dönmüştü). İşte Şimi’nin istediği buydu,hayatının geri kalanını kör ve dilsiz zavallı bir rahibe olarak geçirmek! Çılgına dönmüştüm,ortalığı birbirine kattım,bu töreni gerçekleştirecekleri takdirde bütün o rahipleri,şefi öldürmeke tehdit ettim ve hatta bir kavga sırasında genç bir rahibi hafifçe yaraladım! Sonuda beni hapse attılar,hapisten bir ay sonra çıktığımda öğrendim ki kutsanma töreni gerçekleşmiş,Şimi’nin o güzel gözleri kör edilmiş,her zaman inci gibi sözler söyleyen dili hunharca kesilmiş ve manastıra gönderilmiş! Birkaç ay sonra da manastırdan intihar ettiğine dair bir haber geldi. Shin sustu,başını yere eğdi,gözyaşlarının Azula’ya görünmeden yavaşça yanaklarından süzülüp gocuğa damlamasını bekledi. Azula dalgın gözlerle onu izliyordu,böyle bir acının altından nasıl kalkabildiğine şaşırıyor,sanki karşısında gerçek,vücut bulmuş bir mucize varmış gibi heyecanla onu inceliyordu. Sonunda Shin başını kaldırdı:-Hayat devam etti,Azula,dedi kırık bir sesle: Kimse beni cezalandırma yolunu seçmeyince ben de kendi kendimi cezalandırdım;insanlardan,hayattan olabildiğince kaçarak,hayatımı hastalarıma adayarak... Geleceğe dair bütün beklentilerimden,hayallerimden vazgeçerek... Senin bir tarafınla daima biraz deli kalmayı seçmen gibi ben de bir seçim yaptım. Yine de hep bir gün bana gerçekten suç işlediğimi hatırlatacak,geçmişte iki insanın ölümüne sebep olduğumu görmezden gelmeyecek birinin çıkıp gelmesini hep bekledim. O senmişsin işte Azula. Güçlü savaşçı,dâhi doktor,soylu Kami ailesinin yaşayan son ferdi, Debu oğlu Shinji’nin aslında bir katilden başka bir şey olmadığını çekinmeden,sonunda söyleyebilmiş tek kişi sensin. Özür dilemene gerek yok,ben sana o gece için teşekkür etmeliyim.
az kaldı..
ED avatar
Mesaj Sayısı : 155 Yaş : 43 Lakap : avatar Rep : Kayıt tarihi : 05/09/08
Kişi sayfası yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme
Konu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır Çarş. Ağus. 26, 2009 2:39 am
Gocuğun altından çıkıp ayağa kalktı,çadırın ortasına ilerledi. Azula şimdi ağlamamak için kendisini güç tutuyordu,Shin başını hafifçe ondan tarafa çevirerek ama ona bakmadan konuştu:-Sen yaptığın bütün kötülükleri bir şekilde telafi edebildin,Azula. Benimse asla böyle bir şansım olmayacak.Bir köşedeki paltosunu aldığı gibi dışarı çıktı. Kendilerini ılık suyun içinde bulduklarında bir saniye öncesine kadar derilerini yakan bir soğukluğun içerisinde olduklarından ister istemez şoka girdiler,tabii bu sadece psikolojik anlamda değil,fiziksel anlamda da bir şoktu... Sokka bir süre amaçsızca suyun üzerinde çırpındı,yüzüne sülükler yapışıyor,ayaklarına su üzerinde yüzen nilüferlerin suyun altındaki kökleriyle yosunlar dolanıyordu. Aang ise can havliyle; gücünün son kırıntısını kullanarak onları SONUNDA ruhlar dünyasına getirmeyi başarmış yaşlı generali tutmuştu,onun başını su yüzünde tutmaya çalışıyor,bir yandan da şaşkın gözlerle etrafına bakınıyordu.Ani soğuktan ani sıcağa geçen bedeni bir sıtma nöbetine yakalanmıştı,kaslarını kontrol edemiyor,zangır zangır titremesine engel olamıyordu. Yüreğinde büyük bir korkuyla hâlâ etrafında Zhao ya da onun lanetli ölü askerlerini arıyor,her an üzerlerine ateş bükülebilirmiş gibi etrafı kolluyordu. Neden sonra artık kurtulduklarına ikna oldu ve yanıbaşında çırpınmasına bir türlü nihayet verememiş Sokka’yı kürkünün şapkasından yakaladı.-Sokka kendine gel,bana yardımcı ol,amcayı kıyıya taşımalıyız. Sokka! Sana diyorum! SOKKA!Sokka, ağzı da gözleri de sonuna dek açılmış suyun üzerinde garip hareketlerle yüzmeye çalışıyordu,anne karnından beri bildiği şeyi,bir su kabilesi üyesi olarak yüzmeyi unutmuş gibi bir hali vardı. Aang dayanamadı,Sokka’nın suratına elinin tersiyle hızlı bir şaplak çaktı:-Kendine gel!Sokka durdu,nefes nefese bir süre tanımadan,nerede,niçin olduğunu hatırlayamadan salak salak Aang’in suratına baktı,o da titremekteydi,güçlükle Iroh’un koluna yapıştı,beraber yavaş yavaş kıyıya yüzdüler.Suyun kaldırma kuvveti yardımcı olunca amcayı taşımak kolaydı ama kıyıya çıkarmak pek bir zahmetli oldu. Hâlâ hareketlerini kontrol etmekten aciz olan Sokka bilinçsizce baygın adamcağızı tam da omzu yaralı olan kolundan çekiştiriyordu,Aang ise kıyıya çıkar çıkmaz dikkat kesilmiş,gözlerini uzaklara dikmişti,belli ki bir şey duymuştu,dahasını duyabilmek için sessizce dinlemeye çalışıyordu.-Aang,bana yardım et! Aang,taşıyamıyorum,bana yardım et!Ruhlar dünyasında “indikleri” yer, sığ küçük bir gölün ortasıydı,belli ki bu göl de sık,tropik ağaçlardan oluşmuş bir ormanın ortasındaydı,Sokka hayatında daha önce hiç duymadığı mahlukatın seslerini duyuyordu,hepsi de ormanın derinliklerinden geliyordu.Aang dimdik ayakta durmuş,sanki bakışlarıyla yakıp kül etmek ister gibi ormana bakıyordu. Neden sonra eğildi,yine bir başka zavallı kutup hayvanının postundan yapılmış çizmelerini çıkardı,kalın çoraplarını çıkardı,buz kesmiş,ıpıslak ayakları toprakla temas etti:Evet yanılmıyordu,kulakları da ayakları da yanılmıyordu,ileride toprak bükülüyordu.Hâlâ amcayla uğraşan Sokka acaba ben de kendisine gelmesi için avatara bir şaplak çaksam mı diye düşünürken Aang bir ok gibi yerinden fırladı,dev yapraklı bitkiler,dalları yerlere eğilen ağaçlar arasında gözden yitti. Koştu, koştu, aralıksız, nefes almadan,kollarını çizen; turuncu kalın kürkünü orasından burasından yırtan dallara,yüzüne bir şaplak gibi çarpan egzotik bitkilerin dev yapraklarına,yanaklarına çarpan,göz çukurlarına,ağzına doluşmaya yeltenen hiç görmediği,adını sanını duymadığı sivri sinekimsi, türlü renkli böceklere aldırış etmeden koştu. Soğuktan işlevini sonsuza dek kaybettiğini sandığı bacaklarının her kasına,her damarına taze,sıcacık,yepyeni ve ona sonsuz bir enerji bahşeden bir kanın yürüdüğünü heyecanla farketmişti. Koştukça yorulmuyor,bilakis 24 saatten fazla aşırı soğuk suya maruz kalmış bedeni canlanıyor,yenileniyor,her adımında yepyeni bir adam,yepyeni bir Aang olduğunu hissediyordu.Gürültü yaklaştıkça adımlarını hızlandırdı,yanılmıyordu: dev kaya parçaları topraktan sökülüyor,sonra dev,kaya bir yumruk gibi gök gürültüsüne benzer bir ses çıkararak yere çarpıyordu. Bu sesi nerde olsa,üzerinden kaç yıl geçse tanırdı,yanılması imkansızdı.Bir ara ayağı bir şeye takıldı,yere yuvarlandı, kalktığında farketti ki gelmişti,çalılıkların arasına ses çıkarmadan girdi,ağaçların arasındaki açıklık alana hakim bir yerdeydi bu çalılıklar,Aang daha önce hiçbir çalılığı sevmediği kadar sevmişti bu çalılıkları.Palmiye benzeri,dev,uzun boylu ağaçların arası ormanın bu kısmında biraz açılmıştı,tam da dövüşün müstakbel “galibe”’sine yakışır,onu seveceği türden bir dövüş arenası hazırlamıştı doğa(ya da ruhlar ) buraya...İki hırpani kılıklı ateş ulusu askeri gördü,etleri de kıyafetleri gibi liğme liğme dökülen,mor suratlı,göz çukurları ve ağızları sonsuz bir karanlıkla kaplanmış ceset askerlerdi bunlar,aynı anda kendilerinden beklenilmeyecekbir güçle,dev birer ateş topu hazırlayıp aynı hedefe gönderdiler.Hedefteki...Toph’tu.Tek parça halindeydi. Üstü başı kırık döküktü,ilk geldiğinde üzerinde bulunan ve yaklaşık üç yıldır giydiği yeşil renkli kalın kürkünden geriye kala kala kolsuz,düğmesiz,bir yelek kadar kısa, tanımlanamayan bir cisim kalmıştı. Yeşilden başka renkler hakimdi şimdi üzerine: kırmızı ve kızıllar. Belli ki hakladığı her ceset askerin üzerinden aldıklarıyla kendince bir kıyafet oluşturmuştu,bir pantolona benzeyen ama yine de pantolon demeye bin şahit gerektirecek bir şey vardı üstünde ve kürkünden bozma(ya da kalma) yeşil yeleğinin içine giydiği yırtık pırtık bir gömlek. Boyu uzamıştı,saçları da uzamıştı,dillere destan topuzu pek bir acınası haldeydi,şöyle bir kıvırıp tepesinde birleştirdiği saçlarını uzun,ince bir dal ya da kemik (Aang’in bulunduğu çalılıktan daha çok dal gibi duruyordu ama kemik olduğunu düşünmek garip bir biçimde Aang’in daha çok hoşuna gitmişti.) parçasıyla tutturmuştu. Yüzü kir ve çamur içindeydi,süzülmüştü de üstelik,elmacık kemikleri iyice belirginleşmişti,sadece yüzü değil bütün bedeni epey bir zayıflamışa benziyordu. İyice uzayıp kontrolden çıkmış kakülleri bu kirli,çamurlu yüzü siyah bir duvak gibi örtüyordu. Ve bu siyah duvağa rağmen gözleri,Aang’in o buz gibi suyun içindeyken,üzerlerine yukarıdan fırlatılan zavallı su kabileli cesedin gözleri gibiydi,yaşadıklarına rağmen hâlâ yeşil,hâlâ ölesiye güzel.Aang Toph’u daha önce sayısız kez türlü renkte ipek elbiselerin içinde gördüğünü hatırlıyordu, kızların ısrarıyla zorla taktığı ve kendisinin olmasına rağmen emanet taşır gibi taşırken rahatsız olduğunu gördüğü mücevherat içinde,saçları yapılı,makyajlı...ama o çamur,kir,pas içindeki Toph Beifong daha önce Avatar Aang’in hayatında hiç görmediği kadar güzeldi.. Belki de Avatar Aang’in hayatı boyunca gördüğü en güzel kadındı o anda.. Ama daha kendisi,bunu bilmiyordu.Toph ayağını hızla yere çarptı,yerden çıkan bir toprak levhasını önüne siper etti,ateş topları levhaya sert bir biçimde çarptılar,o kadar kuvvetliydiler ki levha yediği basınca dayanamayıp parçalandı,Toph da aynı anda ayağının altındaki toprağı bir asansör gibi kullanarak kendisini metrelerce yukarıya çıkarıp,ateş toplarından geriye kalanın kendisine çarpmasını önledi. Sonra kollarının ani bir hareketi ile üzerinde bulunduğu yüksek toprak öbeğini yerinden oynattı,yerin üzerinde kulakları sağır edecek kadar güçlü bir sürtünme sesi çıkartan bu uzun boylu kaya sütununu -kendisi hâlâ üzerinde olduğu halde- askerlerin üzerine doğru sürdü ve askerlerin kaçmasına fırsat bırakmadan,sütunun üzerinden atladı,aniden durup da boşlukta kalakalan sütun da büyük bir gürültüyle askerlerin üzerine düştü,lanet olasıcaları bir göçüğün altında bıraktı.Toph bir örümcek kedisi gibi birkaç metre ilerde iki ayağının üstüne düştü,doğruldu,pür dikkat etrafı dinliyordu. Başını Aang’in çalılığının olduğu tarafa çevirdi,avatar telaşlandı. Orada olduğunu anlamış mıydı? Ama dur! Toph aniden arkasını döndü,iki asker daha peyda olmuştu,garip birer çığlık atarak genç kızın üstüne doğru koştular,Toph ayağının hızlı bir darbesiyle gönderdiği bir kaya öbeği sayesinde birini metrelerce yukarıya fırlattı,diğerine de aynısını uygulayacaktı ki beklemediği bir şey oldu,ceset onun müdahelesinden önce havaya zıpladı,çürümeye yüz tutmuş ayaklarını sanki vantuzluymuşlar gibi bir palmiye ağacının gövdesine sabitledi ve ağacın tepesinde öyle yan dururken Toph’a hızlı bir hava topu yolladı!Zhao haklıydı! Artık ceset askerler HAVA DAHİL diğer elementleri de büküyorlardı!Bedenine çarpan hızlı rüzgarın kendisini savurmasını,ayaklarını hemen yere gömerek önledi Toph,ve sonra Aang’in ruhlar dünyasına geldiğinden bu yana duyduğu en güzel cümleyi sarfetti: Senin gibi kokuşmuş,yürüyen bir et parçasının hava bükmesi yumuşak ayaklı dostuma bir hakarettir ve ben,ona yapılan hakareti şahsıma yapılmış sayarım!Sesi artık o ilk zamanların erkek çocuğunu andıran tonundan tamamen sıyrılmıştı ama asla yumuşak da değildi,sert ve kocaman bir bayanın sesiydi artık. Ama... Bir saniye? YUMUŞAK AYAK MI??? Yumuşak ayak demeyi Toph yıllar önce bırakmamış mıydı?Aang bunları düşünürken Toph yerden büyük bir toprak kütlesini kaldırıp,cesedin konduğu palmiye ağacına doğru yönlendirmekle meşguldü,dev toprak dalgasının ağırlığına dayanamayan ağaç çatırdıyarak yere devrildi,kendisini topraktan kurtarmaya çalışan askerse ağacın ağır gövdesinin altında telef oldu.Toph tekrar açıklık alanın ortasına gelmşiti,yine Aang’in çalılığının tarafına bakıyordu. Aang nefes dahi almadan,Toph’un kendisini farketmesini bekliyordu.Toph neden ayaklarıyla onu hissedemiyordu?Neden sonra Toph omuz silkip arkasını döndü,bir kaç adım uzaklaştı.Aang hayal kırıklığı içinde ona seslenip seslenmemek arasında kalmıştı ki birden karnına,nereden geldiğini anlayamadığı bir kaya öbeği yedi,çalılıkların içinden fırladı,karnını tutmuş,fetüs halini almış bir halde Toph’un ayaklarının dibine düşüverdi!-Lanet olasıca! Kimsin! Beni neden izliyorsun?Toph gider gibi yapıp kendisini çalılıklarının arkasından dikizleyen sapığını gafil avlamıştı ama ona yalvaran sesin tanıdıklığı ile birden şaşkınlıkla kalakaldı:-Toph! Neden yaptun bunu? Benim! Tanıyamadın mı?-Aang?Aang dizlerinin üzerinde doğrulmaya çalışıyordu ki bu kez dev bir dalga gelip,onu en yakın palmiyenin gövdesine yapıştırdı.Ortalık birden bir deryaya dönmüştü,Toph da,yeni yeni kurumaya başlayan Aang de sırılsıklam ıslanmışlardı,hemen ortalarında garip,beyazlı grili bir yaratık peyda olmuştu,Aang palmiyeye tutunarak kalkmaya çalışırken yaratık da doğruldu,beyaz,upuzun,ıslak saçlarını elleriyle sıkıp omuzunun üstünden sırtına doğru attırdı: Beyazı solmuş kıyafetinin içindeki prenses Yue’den başkası değildi bu yaratık!-Onları alt etmeyi başardım Toph! Seni de biraz ıslattım ama,kusura bakma artık! Sen de seninkileri halletmişsin görünüşe göre! ... Toph! Tatlım! Beni duymuyor musun? Nedir bu suratının hali,ne oldu?Kör kızın dehşet ve şaşkınlıkla kasılmış yüzünü-günebakanın güneşe dönmesi gibi- çevirdiği tarafa dönüp bakınca,Yue şaşkınlıkla haykırdı: AANG!!! -Su kabilelerinin sığındıkları köyde yer yerinden oynamış! Hakoda’yı oraya yolladık ama tek başına başedebileceği gibi değil! Senin de gitmen gerekebilir,Suki! Yıllardır bir su kabileli ile evlisin,sanırım onlar nasıl idare edebileceğini,sakinleştirebileceğini biliyorsundur!Boşanma kararı aldığımıza göre bilmiyormuşum diye düşündü Suki,yine de kendisine bu sözleri söyleyen Jeong Jeong’a sadece gülümsemekle yetindi. Zavallı Bumi’nin cenaze töreni az önce apar topar gerçekleşmişti,toprak bükücüler kendi usüllerine göre dua etmişler ve diğer askerlerin/milletlerin de katıldığı son bir duanın ardından Bumi’nin külleri hiç sevmediği bu donmuş tundraya serpilmişti. Törene bir tek Katara katılamamıştı, geldiğinden beridir yanından ayrılmıyordu. Ama aldıkları haberlere göre ateş lordunun durumunda da bir değişiklik olmuyordu,olamıyordu çünkü Katara su bükemiyordu.Az sonra karargah çadırına Azula ile yeni arkadaşı girdi. Çadırdaki herkesin bakışları da aynı anda Shin’in üzerine toplandı. Güneş kabilelilerin daha yanık tenli olduklarını sanırlardı (Azula ile ’nun gidişinden sonra her ne kadar bahsedilmeme kararı sürdürüldüyse de Sokka gitmeden evvel yine ağzından baklayı kaçırmıştı) ama Shin mavi kürkleri içerisinde en az Suki kadar beyaz görünüyordu. Kumral saçları karın yansıttığı ışıktan olsa gerek,iyice sarı gibi göstermeye başlamıştı,son derece kendinden emin bir tavırla Azula’nın gösterdiği yere yerleşirken çadırda bulunanlara da başıyla selam vermekten geri kalmadı. Kırmızısı fazla kaçmış ela gözleriyle çadırdakileri şöyle bir süzdü:Çadırda masa başında iki orta yaşlı komutan vardı,birinin beyaz,hiçbir tarakla zaptedilemeyecek, kabarık,karmakarışık saçları ve yüzünde,gözünün üzerinde güzel dikilmemiş bir kılıç yarasının kalıntısı vardı,kıyafetleri hırpaniydi,keçi sakallıydı;diğeri ise son derece düzgün,jilet gibi ütülü giyinmiş,kırlaşmaya başlamış saçlarını sımsıkı topuz yapmıştı,top sakalı ve sırtına asılı kınının içinde uyuyan dillere destan kılıcının süslü kabzası ilk bakışta dikkati çekiyordu.Jeong Jeong ve Piandao diye geçirdi içinden Shin: Namlarını daha önce çok duymuştum.
ED avatar
Mesaj Sayısı : 155 Yaş : 43 Lakap : avatar Rep : Kayıt tarihi : 05/09/08
Kişi sayfası yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme
Konu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır Çarş. Ağus. 26, 2009 2:39 am
Diğerleri ise iki genç bayan ile bir erkek: Erkek olan yine top sakallı,esmer,uzun saçları omuzlarına dökülen genç bir toprak bükücüydü,yeşil giymesinden belliydi. Kızlardan biri Shin’in bugüne kadar gördüğü tartışmasız en güzel kızlardan biriydi,upuzun kumral bir saç örgüsü vardı,pembe kürkünün içinde dahi ne kadar atletik bir vücudu olduğu anlaşılıyordu,prenses içeri girer girmez son derece teklifsiz bir biçimde yerinden fırlayıp Azula’nın boynuna sarılmış,cıvıl cıvıl sesiyle ona bir şeyler söylemiş,Azula da sevgiyle gülümseyerek onu sabırla dinlemişti. Diğer bayansa onları Appayla beraber ilk karşılayan,sonradan bayan Katara’nın abisinin eşi olduğunu öğrendiği ve güzel yüzü nedense pek bir somurtuk olan Suki idi.Azula bir komutan edasıyla masanın başına oturdu ve hemen sağında oturan Haru’ya soran gözlerle baktı. Piandao derhal atıldı:-Bumi’nin ölümünden sonra yerine Haru’yu tayin etmeyi uygun bulduk. Toprak bükücüler arasında ne kadar sevildiğini biliyorsunuz prenses!Azula bildiğini kafa sallayarak belli etti,sonra Ty Lee’ye döndü: Öyleyse sen de eskisi gibi Kiyoşi savaşçılarının başındasın,değil mi?-Aslında.. O göreve ben talibim Azula.Herkes dönüp Suki’ye baktı,Azula’nın kaşları çatıldı.-Senin için daha önemli bir göervim var Suki. Hem Ty lee’nin de hevesi kaçmasın,lütfen!-Ne olduğunu öğrenebilir miyim? Diye meydan okuyan bir bakış eşliğinde konuştu Suki.Azula gülümsedi: Kendi oğlun Yuka,ateş ulusunun veliahtı prenses Sora ve valide sultanı sana emanet etmeyi planlıyorum,Suki. Ayrıntılar daha sonra konuşalım,lütfen.Yüzünde pis bir sırıtışla Suki’ye bakıyordu,Suki,Azula yokken onu ne kadar özlediğini derhal unuttu,prenses yine eski Kiyoşi savaşçısının sinirine dokunmaya başlamıştı.Az sonra Azula dev haritaların üstünde üç komutanla koyu bir sohbete daldı,su bükücülüğün ortadan kalkmasının ardından geçen birkaç saat içinde su bükücülerin bulunduğu ileri mevziler derhal boşaltılamadığından ağır kayıplar verilmişti,daha fazla hastane çadırına ve doktora ihtiyaç vardı,fırsat bı fırsat diyerek Azula,Shin’i çadırdakilere takdim etti:-Bu Shinji. Sadece güneş kabilesinin değil,belki de dünyanın en iyi doktoru. Bu konuda sonuna dek bize yardımcı olacağından şüpheniz olmasın. Yalnız,sizin önünüzde ondan bir ricam daha olacak: Güneş kabilesinden yollanan 150 kişilik asker grubu muhtemelen yarın buraya ulaşmış olacaklar. Senden onlara da komuta etmeni istiyorum. İkisini aynı anda yapabilecek misin?Bütün bakışlar tekrardan Shin’e döndü. Shin kaşlarını çattı,dişlerini gıcırdattı. Azula herkesin önünde ona emrivaki yapıyordu:-Üzgünüm prenses! Ama teklifinizi geri çevirmk zorundayım! Ben bir doktorum,savaşçı değil!JJ ile Piandao birbirlerine baktılar,Haru bir ıslık öttürmemek için kendisini zor tuttu,Ty lee tırmaklarını endişeyle kemirmek üzere ellerini ağzına götürdü,Suki büyün bir hayranlıkla bu yakışıklı genci baştan ayağa süzdü: Shin Prenses Azula’ya karşı gelmişti.Azula yüzündeki gülümsemeyi silmedi ama sinirlenmişti de,ağzını açmıştı ki çadırın girişinde Katara’nın yorgun başı göründü: Özür dilerim! Acaba Bay Shin birazcık gelip,hastamızın durumuna bakabilir mi? Pansuman saati de...Shin ayağa kalkıp başıyla çadırdakileri selamladı ve dışarı çıktı.Azula ben sana akşama sorarım diye kendi kendine söylenip,stratejik tartışmalarına geri döndü............Katara ile bata çıka karların içinde ’nun çadırına doğru ilerlerken arkadan biri güzel su kabilesi köylüsüne seslendi,bu valide sultan Ursa idi. Shin,önden önden gidip iki bayanı yalnız bıraktı.Ursa perişan bir haldeydi: Buradan ağır yaralı şekilde uğurlandığını duyduğu kızı karşısına sapasağlam çıkmış ama bu sefer de saraydan sapasağlam yolladığı ’yu yarı ölü halde bulmuştu. Çekingen bir sesle konuştu:-Buraya geldiğimden beri aramızda tatsız bazı şeyler yaşandı Katara,biliyorum (Ursa Sora’yı bir daha avatarın karısına katiyyen göstermemiş,bu da Katara’ya doğal olarak çok koymuştu) Bilmeni istediğim şu: ’yla aranızda ne yaşanmış olursa olsun,ona karşı arkadaşça ya da başka türlü bir sevgi duyduğunun farkındayım. Eğer... Olur da.... yani.. (sesi çatladı)...oğluma bir şey olursa..ben senin elinden gelen herşeyi yaptığını biliyorum. Seni asla bu konuda suçlamayacağımı bilmeni isterim. Ben...-Siz bu konuda beni suçlayamayacaksınız,bayan Ursa. Çünkü buna gerek kalmayacak. kurtulacak. Ama bunun için bana teşekkür de etmek zorunda kalmayacaksınız. Çünkü bunu başaran Aang olacak. Ona teşekkür edeceksiniz. Şimdi,izninizle...Buz gibi bir sesle konuşmuş olan Katara kararlı adımlarla Ursa’nın yanından uzaklaştı.Bir yandan da yalvaran gözlerle gökyüzüne bakıp, “Lütfen Aang...” diyordu.Yue,Toph’un birkaç dakika önce yapması gereken ama nedense bir türlü yapmadığı şeyi yaptı;koşup Aang’in boynuna sarıldı: İyi olduğunu görmek çok güzel Aang!-Sizin de öyle,dedi Aang Toph’a bakarak. Sonra dayanamadı,sitem etti: Beni nasıl tanıyamazsın Toph?-Ağırlığın değişmiş! İnan o ceset askerlerden farkın kalmamış..Seni onlardan biri sandım! Sen yukarıda daha da mı zayıfladın?Toph gülümsüyordu ama Aang-sonunda-geldiği için değil de gülümsemesi gerektiği için gülümsüyordu:zoraki. Aang derhal farketti ama bir şey demedi,Yue’ye döndü:-Su bükebiliyorsun!-Evet! Diye mutlulukla gülümsedi Yue ve Aang bir kez daha Sokka’nın haklı olduğunu düşündü: Yue ruhlar dünyasının en güzel,en sevimli ruhuydu -Ben su bükebiliyorum ama size yukarıda olanları da tahmin edebiliyorum. Okyanus ruhu Aes yakalandı. Siz ölümlülerin su bükmesi hem ona hem de bana bağlıdır ama içimizden birine bile bir şey olmuş olsa bükemezsiniz,şimdi de bu yüzden bükemiyorsunuz. (iç geçirdi) Onu Koh yakaladı,Aang! Yüzünü ve bütün güçlerini çaldı. Sen yokken Koh iyice hava bükücülüğümle mi?-Hava bükücülüğünü,kendi elementini nasıl küçümseyebilirsin? Sen havadan başka hiçbir element bilmezken peşinden koşan yaralısuratı,amcabeyi bir de Zhao mudur nedir karın ağrısını yerden yere vurmadın mı? O zamanlar su bile bükemezken ateş ulusundan sağ kurtulmayı başarmadın mı? Hem de yanındakileri de koruyarak?-Kendi elementimi küçümsemiyorum,diye güldü Aang sinirli sinirli: Kendimi küçümsüyorum. Adı saklının karşısına çıkmaya hazır değilim ben! Sokka kadar bile olamam,o en azından bir kılıç ustası ben bir kılıcı nasıl tutacğımı bile bilemem. Hem..-Yeter! Toph öyle bir bağırmıştı ki Yue bile yerinde korkuyla irkildi.-Ben şeker kraliçe değilim! Sana yalanlar söyleyip seni pohpohlamam. Sadece şunu söyleyebilirim: Yenileceğini bilsen de savaş Aang! Denemeden asla pes etme! Öleceğini bilsen de devam et. Şunu bil ki öleceksen bile yalnız olmayacaksın! BEN yanında olacağım! Beraber öleceğiz! Ama önce senin buna inanman lazım! O salya bükücü pabucumun anka kralı karşısında da böyle güçsüz değil miydin en başta? Ama o zamanlar böyle umutsuz değildin,inanıyordun! Şimdiyse...Şu karşımdaki adama bir bak! (Yüzünü ekşitti) Beni niye tanıyamadın diye sitem ettin. Sen benim bıraktığım Aang değilsin ki! Kendine hiç inancı kalmamış,çaresiz,daha baştan pes etmiş bir adam var karşımda! Yukarda sana bir şey olmuş (O ana kadar hayranlıkla ona bakmakta olan Aang o sırada ister istemez başını eğdi,Toph bunu farkettiyse de devam etti). Toparlan ve benimle,bizimle ölüme var mısın yok musun söyle! Yoksan da amcabeye söyle,seni getirdiği yoldan şeker kraliçenin sıcak kucağına geri götürsün.Toph arkasını dönüp sinirle bir kaç adım attı,Aang kafasını eğmiş,parmağının ucuyla çamuru deşiyordu. Sen de değişmişsin,Toph demek isityordu: sen de benim bıraktığım Toph değilsin! O Toph ... beni seviyordu. Sen benden vazgeçmişsin. Herkes benden vazgeçmiş,ben de geçmişim çok mu demek istiyordu... Demeye karar verdi...başını kaldırdı. Toph’a baktı. Aynı anda yer büyük bir gürültüyle yarıldı ve havaya kalkan çamur ve toz parçacıkları arasında iki kıllı,dev kıskacın Toph’u koltuk altlarından yakaladığını ve dev,simsiyah bir yaratığın kıskaçlrı arasında Toph olduğu halde metrelerce havaya zıpladığını Yue ile Aang dehşetle farkettiler.Dev yaratık,dev simsiyah bir akrepti,havada birkaç metre yükseldikten sonra boşlukta iki dev kanat açtı,kanatların karanlık,uğursuz gölgesi tam da Aang’in suratına düştü.Akrebin kanatları olur muydu? Onun vardı.Aang bir ok gibi ayağa fırlarken dişlerinin arasında KOH! diye tısladı.
sonunda 19.bölüm bitti...
ED avatar
Mesaj Sayısı : 155 Yaş : 43 Lakap : avatar Rep : Kayıt tarihi : 05/09/08
Kişi sayfası yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme
Konu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır Çarş. Ağus. 26, 2009 2:39 am
20.bölüm part 1: Destiny is a funny thing (bölüm kısa oldu...)
Koh dev yarasa kanatlarını havada tek bir kere çırptı ve yarattğı rüzgar Yue’yle Aang’i ayaktayken birkaç adım geriye doğru savurdu. Yue bir eli başının tepesinde,diğer eliyle Aang’in kolunu tutmuş şaşkınlıkla Koh’a bakıyordu,Aang ise sinirle dişlerini gıcırdatıyordu,Koh’un uçması maça berabere başlamak demekti...Su ile toprağın eksikliğini de hesaba katarsa..Aang bu maça 2-0 mağlup başlıyor olacaktı.Fakat..su neden eksik olsun ki? Yue var ya!Aang bu parlak buluşun verdiği cesaretle kuzeyli prensese güç bela seslendi( Koh kanatlarını çırpmaya devam ettiğinden ortalığı bir toz bulutu kaplamıştı) Yue önce onu duyamadı,anlayamadı,kıstığı gözleriyle aptal aptal Aang’in suratına baktı,sonunda anladığındaysa yerinden bir ok gibi fırladı,kanatların yarattığı hava akımından kurtulup sık ağaçların arasında gözden kayboldu.Aang ile Koh başbaşa kalmışlardı.Koh kanat çırpmaktan yorulmuş gibi güç gösterisini yarıda kesip kıskaç bacaklarıyla dev bir palmiye ağacının üstüne tünedi. Kol niyetine kullandığı ön kıskaçları içerisinde Toph kurtulmak üzere kıpırdanıyor,ileri geri hareket etmeye çalışıyor ama o hareket ettikçe Koh kıskaçlarını daha da sıkı haline gtiriyor,kör bükücünün canını yakıyordu. Aang de uzun bir atlayışla Koh’un hemen karşısındaki palmiye ağacının üzerine çıktı,meydan okuyan bir ifadeyle yüzsüz canavarın karşısına dikildi. Göz ucuyla bir yandan canının her saniye daha fazla acıdığı belli olan Toph’a bakıyor,bir yandan da Koh’la savaş arenası haline gelmiş olan ormanık alanı inceliyordu ama endişesini de incelemesini de katiyyen Koh’a çaktırmıyordu. Ormanın tamamen palmiye ağaçlarından oluştuğunu ve yüksek,kaya bir duvar gibi olan dik bir tepe ile kesildiğini farketti,tepe birkaç yüz metre ilerideydi..Koh yumuşak,ince bir erkek sesiyle konuşmaya başladı:-Seni yeniden burada görmek ne kadar da güzel,avatar Aang! Sana bir teşekkür borçluyum. Toprak bükücü kız arkadaşın sen gelinceye kadar benden gerçekten iyi saklanıyordu,asla bir yerde bu kadar uzun süre kaldığı olmamıştı. Sayende onu yakalayabildim! Sana minnettarım.Aang kaşlarını çatabilmek için neler vermezdi,nefret dolu karanlık bir bakışın yine de gözlerine yayılmasına engel olamadan konuştu:-İşini kolaylaştırdığıma sevindim. Her şey karşılıklı, biliyorsun! Sen de benim işimi çok kolaylaştırdın. Bak,işte,ben daha hiç seni arama zahmetine kalkışmadan sen karşıma çıktın. Asıl ben sana teşekkür etmeliyim.-Zavallı avatar,diye sinir bozucu bir kahkaha attı yüzsüz canavar. Beni bu halinle yenebileceğini düşünüyorsun! (Aang’in yüzü hafiften bozuldu,bakışları daha da karanlık bir hal aldı) Ne durumda olduğunu biliyorum. İki eksik elementle beni yenebileceğini düşünüyorsan durma! Devam et! Efendilerim Zhao ve Adı Saklı’nın önüne senin, tırmak içinde gelmiş geçmiş en güçlü avatarın leşini sermek benim için büyük bir onur kaynağı olacak!Aang çok ama çok hafif gülümsedi: Tırnakları kaldır,Koh! BEN GELMİŞ GEÇMİŞ EN GÜÇLÜ AVATARIM! Ve ani bir hareketle ayağının altındaki dev palmiye yapraklarından birinin kalın sapını hava kılıcı saldırısı ile kesip eline aldı,onun yardımı ile Koh’un üzerine dev bir hava akımı yolladı.Tabii ki hava saldırısı Koh’a etki etmemişti ama üzerinde bulunduğu palmiyenin şöyle bir sallanması Aang’in dikkatinden kaçmadı.Koh bir kahkaha daha attı: Gücenme ama her zaman havanın en gereksiz ve en güçsüz element olduğunu düşünmüşümdür. Neden gücenme dedim ki? Gücenebilirsin,hatta lütfen gücen!Toph sonunda kıskaçlar arasında debelenmeyi kesmiş ve güçsüz bir halde kollarını bedenini saran kıskaçlardan aşağı sarkıtmıştı,nefes nefese kalmıştı,bunu farkeden canavar kör bükücüyü tutan kıskaçları başına doğru kaldırdı,Toph’un yüzünü yüzüne yaklaştırdı:-Nasılsın kör kurtarıcım! Billur’un temas ettiği lanetli ölümlü! Senin kanın benim kurtuluşum olacak! Hadi bana bir gülümse .. ya da daha iyisi yüzünü ekşit,yüzüme tükür! Hadi bebişim! O güzel yüzünü kolleksiyonuma katmayı çok isterim!Aang dişlerini sonunda çene kemiğini sızlatacak kadar çok sıktı ama Toph; ilk zamanlar Aang,sonraysa Yue tarafından defalarca tekrarlanan adeta beynine kazınmış şeyi yapıyor; yüzünde bir mumuyanınki kadar hissiz bir ifadeyle duruyordu,Koh’un istediği şeyi yapmıyor,yüzüne duygularını belirten hiçbir ifade vermiyordu. Aang iç rahatlığıyla gülümsedi ve Koh’a bir hava akımı daha yollarken konuştu:-Korkarım ki senin kolleksiyonuna çok yakında ben el koyacağım,Koh! Hepsine veda etmek zorunda kalacaksın!Koh sonunda dayanamadı,bir başka ağaca zıplayıp avatardan biraz uzaklaştı,bir yandan da alaylı kahkahasını atmaktaydı: O biraz zor,Avatar Aang! Benim kolleksiyonuma sahip olmak senin boyunu aşar! Hele de böyle sen üzerime sadece serinletici rüzgarlar gönderebiliyorken!Aang tekrar sinirlendi,derin bir nefes aldı: Sana rüzgardan daha fazlasına sahip olduğumu göstereceğim! Dedi ve ileriye uzattığı elleriyle oluşturduğu dev bir hava topunu Koh’un üzerine yolladı, fakat Koh yine çevik bir hareketle zıplayıp Aang’in ateş topunu yolladığı ağaçtan uzağa,başka bir ağaca kondu.Aang sinirle bir ateş topu daha yolladı,Koh da bu kez başka bir ağaca zıpladı. Bu böyle bir kaç kez devam etti. Sonunda Aang Koh’un peşini bırakmış gibi onun olduğu ağaca değil,etrafındakilere ateş büker olmuştu,Koh ise kahkahalarla gülüyordu: Ateş bükme gücün gitgide tükenirken onu niye böyle boşa harcıyorsun? Bırak bükmeyi avatar Aang,işte devamlı ıskalıyorsun!-Iskalamıyorum ve boşa da harcamıyorum.Aang mağrur başını dikmiş,yüzünde kıpkızıl ışıklar oynaşıken bir zafer gülümsemesiyle Koh’a bakıyordu,Koh’un konduğu ağacın etrafındaki bütün palmiye ağaçlarını ateşe vermiş,Koh’a üzerine zıplayabileceği tek bir ağaç bırakmıştı. Koh’un şimdi Toph’la beraber üzerinde bulunduğu ağaç da geniş orman düzlüğünün hemen bitiminde yükselen o yüksek kayalıklara en yakın ağaçtı. Aang Koh’u ateş toplarıyla,Koh farkında olmadan doğru ağaca konana dek kovalamış,sonra da diğer bütün ağaç seçeneklerini ateşe vermişti. Dev alevler gökyüzüne yükselirken avatar ile kuşaklardan beri düşmanı olan Koh’un savaş arenası gün batımıymış gibi kızıla boyanmıştı.Koh rahatsız bir biçimde etrafına bakındı sonra tekrar gülümsedi: Hesaba katmadığın bir şey yok mu avatar?-Ne gibi,diye sordu Aang kendinden emin bir biçimde-Kanatlarım!-Onların da icabına ben bakacağım!Az sonra Yue,yanan ağaç gövdelerinin arasından,ilk gelişinde getirdiği suyun belki de yüzlerce katı bir su birikintisi ile çıkageldi,Koh’un ağacının hemen altında durdu ve beraberindeki suyu kollarının çevik bir hareketi ile ağacın gövdesinden yukarı yolladı ve başka bir hareketle de dondurdu.Ağacın gövdesi,tepesi,tepesine temas eden Koh’un ayakları,en önemlisi de siyah damarları çıkık dev yarasa kanatları şimdi bir buz kütlesinin içerisine sıkışıp kalmış,donmuştu. Aang yarım güşlümsedi: Yolun sonu,Koh!Koh kıskaçları arasında hâlâ sımsıkı Toph’u tutuyordu. 20.bölümün sonu
ED avatar
Mesaj Sayısı : 155 Yaş : 43 Lakap : avatar Rep : Kayıt tarihi : 05/09/08
Kişi sayfası yetenekler: Gezginlik kılıç ustalığı ateş bükme
Konu: Geri: 4.kitap tamamı anime team turkey(barış) alıntıdır Çarş. Ağus. 26, 2009 2:42 am
20.bölüm part 2: thanks for memories
Çok uzun zamandır sonsuz rüyalarda yüzüyordu. Neler neler görmemişti ki?...Kızı,annesi...Kızkardeşi...Amcası...Babası... Daha eski hatırlar... Durmadan bir mavi ruh kovalayıp durmuştu onu...günlerce...Zavallı bir anne kızın,üstelik kendisine ve amcasına yardım eli uzatmış,birkaç lokma da olsa o kıtlıkta, o savaş günlerinde yemeklerini onlarla paylaşmış bir anne kızın tek binek hayvanını çalmıştı.. Hırsızlık yapmıştı... Çaycılık yapmıştı..Avatarı kovalamıştı.. Gemisi ile aylarca..belki de yıllarca kutuplarda dolaşmıştı...Sonra bir gün...Dev savaş gemisinin dev buz kıracağı ile yardığı,kendisine bir yol açtığı buzlu sular arasında...O’nu görmüştü...Onu görmek çok şaşırtmıştı ’yu...Neden şaşırdığından bile emin değildi..Sadece beklemiyordu...Neden beklemyordu ki? Karısı değil miydi sonuçta?Mai’yi görmüştü bir buz tepeciğinin üstünde..Mavi kürkler içindeydi...Mai’yi mavi kürkler içerisinde sadece bir kez görmüştü. Evlendikten birkaç ay sonra güney su kabilesinde dedesinin çadırında doğan Yuka’yı ziyarete gitmişlerdi. Tom Tom’u da yanlarına almışlardı. Sevgili Tom Tom...Ablasının bir tanesi..Mai belli etmezdi ama Tom Tom’a tapardı. Bir keresinde doğacak oğullarının Tom Tom’a benzemesini ne kadar arzuladığını söylemişti ’ya. Gitmesinden -yani doğumdan -birkaç hafta önceydi...TomTom’u ne zamandır görmüyordu ? 10 yaşındaydı artık.. Düğünden bir kaç gün önce anne ve babasıyla ziyarete gelmişlerdi eniştesi ateş lordu ile biricik yeğeni Sora’yı...Kırgın değillerdi,hayır..Sadece üzgündüler...Sonuçta kızlarının felaketi bir başka genç kadının mutluluğuna sebebiyet vermişti..gibi gibi..Bir saniye..Düğün mü? NE DÜĞÜNÜ?
bu soruyu günlerce cevaplayamadı..Sonunda vazgeçti,Mai’li rüyalarına geri döndü: Onun göğsünde uyuduğu geceleri gördü rüyalarında.. Ateş Kraliçesi kıyafetleri içerisinde ne kadar güzel göründüğünü hatırladı. Birazcık kilo aldı diye balayılarında nasıl plaja gitmemek için ’ya naz yaptığını...Kendisinin onu nasıl güçlükle ikna ettiğini...Ba Sing Se’de onu meşhur ateş çeşmesine götürdüğü geceyi hatırladı. Bu ateş çeşmesinin yerini nerden ya da asıl soru kimden öğrendiğini sorunca nasıl da boncuk boncuk terlediğini...Jin’den bahsetmemek için nasıl da lafı evirip çevirdiğini...Mai’yi hatırladı..Hiç unutmamıştı ki karısını...İlk göz ağrısını..Çocuğunun annesini..Kraliçesini...Unuttuğunu sanmıştı sadece..Ne olmuştu da öyle sanmıştı? İşte onu katiyyen hatırlamıyordu.Mavi kürklü Mai gözünün önünden gitmiyordu. Her normal ateş ulusu kadını gibi soğuğu sevmezdi Mai... Ama yine de dostlarını kırmamak için o buz gibi geziye katlanmıştı. Tom Tom ve Mai ile beraber paylaştıkları çadırı hatırladı . Sokka’nın bir oğlu olması şerefine düzenlediği eğlenceyi..Ateş başında Mai kendisine yaslandığı halde oturmuşlardı. Yanı başında sevgili dostu Aang... Beraber ateş içinde ateşten ejderler oynatmışlardı. Sadece ikisinin bildiği bir sırra sadık kalarak...-Vay,ne kadar yaratıcısınız beyler?-Bir kırmızı bir mavi ejder ha? Süper!Biri nişanlısını,diğeri eşini güldürdükleri ve takdirlerini topladıkları için mutlu olmuşlardı. Sevgili Aang... Nasıl da aşıktı Katara’ya...Sevgili Katara..’nun biricik dostu... Bu soğuk,bu buz,bu donmuş tundra,yeni doğmuş yeğeni,Mai’nin ona “Artık hala oldun,yaşlandın!” diye takılışı,nişanlısı Avatar,onun elinden hiç bırakmadığı sıcacık eli...Genç kadını ne kadar da mutlu ediyordu bunlar.. Sonsuz bir mutluluk.. Tıpkı bu rüya hali gibi sonsuz...’nun kendisine ve Mai’ye yaptığı çayı yudumlarken öyle demişti: Daha mutlu olamam. Hayal ettiğim her şeye sahibim. -Daha mutlu olacaksın,demişti . “Sevdiğin adamla evleneceksin.” Mai’ye bakıp gülümsemişti. Katara’nın yanakları kızarmıştı.Sevgili Katara...Onu hatırlamak neden bu kadar aci veriyordu ateş lorduna?...Daha güzel günlerin rüyalarını gördü. İşte Sora’nın ilk doğum günü. Doğum günü pastasının etrafını sarmış bütün aile. Mai şıkır şıkır giyinmiş. Onu daha önce hiç bu kadar süslü görmemişti . Mavi ne kadar da çok yakışıyordu karısına.. Hayatının aşkına...Neden mavi giyinmişti hakkaten? Mai maviyi sevmezdi ki? Bakmalara doyamamıştı yine de ateş lordu. Pastayı beraber kesmişlerdi. Bıçağı tutarken elleri birbirine değmişti. İnsan karısının eline dokununca bu kadar heyecanlanabilir miydi? heyecanlanmıştı işte. Yüreği ağzında atmıştı resmen! Dans edişlerini hatırladı. Mai’nin bu kadar iyi dans edebildiğini de bilmezdi. Köz Adası’na son gidişlerinde döktürmüştü resmen! Bütün pist durup onları izlemişti. Daha rahat dans edebilsinler diye ateş lordu ile kraliçesi,bütün diğer dans edenler kenara çekilmişlerdi. Sonrası alkış kıyamet...Kavgalarını hatırladı. Mai onu,kocasını;Sora için tuttuğu dadıdan kıskanmıştı. Nasıl da yıkmışlardı sarayı bağırış çığırışları ile... ’nun ne kadar da hoşuna gitmişti kıskanılmak...Boynuna kolyesini takışını hatırladı..Nişna kolyesini...Mai’nin boynuna..Mavi kurdelalı...Sonra bir gün o mavi kurdelalı nişan kolyesini Sora, annesinin boynundan asılıp yere atmıştı. Sinirli bir anıydı küçük prensesin,annesinin yanında yatmasına izin verilmediği için hırsını kolyeden çıkarmıştı. Kurdela kopmuş,bozulmuştu. Hemen sarayın kuyumcusunu çağırtmıştı . -Mavi kurdela getirin kraliçenize! Kolyesine uygun!-Mavi değil,kırmızı olsun!-Ama sevgilim?-Mavi ile kırmızı...Sence de çok uyumlu değiller mi sevgilim?Neden bilmiyordu ama yüreği aşkla kabarmıştı ’nun. Uzanıp karısını dudaklarından öpmüştü.Mavi ve kırmızı...Ateş kraliçesi...Nişan kolyesi..Düğün? Hayır..Mai değil...KATARA!!!
devamı gelcek _________________ve barış eğer okursan devemını getir bence hatta bunu nicke ver